Betûl Hanım beni çağırdığında korkudan elim ayağım boşalırdı

Biri Türkiye’de halkla ilişkiler mesleğinin kurucusu Betûl Mardin, öteki büyük ustanın ‘el verdiği’ yeni kuşak PR’cıların duayeni Berna Sağlam Naipoğlu. Ama sakın bu iki ismi duyunca bir halkla ilişkiler röportajı yaptığımızı zannetmeyin. Bu sohbette İsmet Paşa’nın Almanları korkutmak için yaptırdığı ‘sel baskını geliyor’ haberleri de var, şimdilerde Cumhurbaşkanlığı Rezidansı olarak kullanılan Huber Köşkü’nün pek bilinmeyen hikâyesi de...

Haberin Devamı

Betûl Hanım beni çağırdığında korkudan elim ayağım boşalırdı

Betûl Mardin: TÜRKİYE’DE TEK OLACAĞIMA EMİNDİM

* Sadece işinizle değil, adınızla da Türkiye’de ilk ve teksiniz Betûl Hanım...
- Ben de yine Betül Hanım diye lafa girersin diye çok korkuyordum. Aferin, demek ki daha önce anlattıklarımı iyi dinlemişsin (gülüyor). Peki söyle bakalım neymiş adımın anlamı?

* Yanlış hatırlamıyorsam, Virgin Mary olmalı...

- Otur, sıfır (kahkahalar)! Son kez anlatıyorum, umarım bu sefer aklında kalır. Herkesin bildiğinin aksine adım Betül değil Betûl. Hz. Meryem’in sıfatlarından biri ve bakire demek... Aile, annemin bir erkek çocuk dünyaya getireceğine o kadar emin ki, ben doğunca önce bir şoke oluyorlar. Sonra da “neyse kız çocuk rızkıyla gelir” deyip isim aramaya başlıyorlar. Annemin babası, dedem Molla Necmettin Efendi Arapça bilmemesine rağmen Kuran’ı açıp, parmağını rastgele bir kelimenin üzerine koyuyor.

* Ve bir efsaneye adını vermiş oluyor...

- Sen görmeyeli ne kadar kibar bir çocuk olmuşsun İzzet (gülüyor). Teşekkür ederim ama bizimkiler bakıyor tek başına ‘bakire’ adı çok iyi durmayacak, yanına bir de Fatma’yı ekliyorlar. Olmuş muyum sana ‘bakire Fatma’...

MASADAKİ TUZLUĞUN SIRRI

* Kaderinizin, adınızın hikâyesinde saklı olabileceğini düşündünüz mü hiç?


- Bak bu aklıma gelmemişti ama haklı da olabilirsin. Çünkü gerçekten Necmettin dedem; hem adımı belirlemiş hem de anlattıklarıyla hayatımı değiştirmiş biri. 24 kişilik maailenin toplandığı yemek masasında tuzlukla belirlediği sınır yüzünden oturduğum yerden ilim irfan sahibi olmuşluğum bile var.

* Anlamadım, masada tuz-buz mu oynuyordunuz?


- Ne oyunu yahu (kahkahalar). Belli bir yaşın altındakilerin masada efendice oturmasını sağlayan bir sistemden bahsediyorum. Tuzluk masanın neresinde duruyorsa, oradan gerisi konuşulanları sadece dinleyebilir, söze karışamazdı. Arada bir tuzluğun öte yanına geçtiğimiz de olurdu tabii.

* Sadece “Su küçüğün, söz büyüğün” denmiyordu yani...

- Hayır, tuzluğun diğer yanına geçebilmenin tek yolu sıska olmaktı! Molla dedem en zayıf çocuğu yanına oturtur, çatlayana kadar tek kelime konuşturmadan yemek yedirirdi. Ve tahmin edebileceğin gibi o çocuk da hep ben olurdum (gülüyor).

* Neyse ki o günlerden fazla kilolarınız kalmamış...

- Ee kıtlık bilincinin olduğu zamanlardan bahsediyorum, 11-12 yaşında ya vardım ya yoktum. Savaş vardı, Alman orduları yavaş yavaş yaklaşıyordu. Ekmeğin karneyle dağıtıldığı günlerdi. Çıkan verem salgınında kız kardeşimi de kaybetmiştik. Hiç unutmam, her gece radyonun başına toplanıp ajansı beklerdik. Radyoda “Edirne üzerinde büyük bir kasırga bekleniyor. Şiddetli sel olabilir” gibi hava raporu bilgisi geçilirdi.

İNÖNÜ ÇOK AKILLI BİR ADAMDI

* Gerçekten de Balkanlar’dan gelen soğuk hava dalgaları o zamanlar doğal afet yaratacak kadar güçlü müydü?


- Ayol ne afeti (gülüyor)! Meğer İsmet İnönü, Alman ordusu Türkiye’ye girmesin, gözleri korksun diye hava raporunun böyle geçilmesinin talimatını veriyormuş. “Kasırga çıkacak, sel olacak” haberini alan Almanlar boğuluruz korkusuyla Edirne’ye adım atamadılar. İnönü işte böyle dahi bir adamdı, o yüzden de çok severim kendisini!

* Vay be! Peki halk bunu biliyor muydu?

- Bilen biliyordu tabii... Düşünsene İstanbul, kim bilir belki de İnönü’nün fantastik hava durumu bilgileriyle kurtuldu savaştan (gülüyor).

Haberin Devamı

Betûl Hanım beni çağırdığında korkudan elim ayağım boşalırdı

Haberin Devamı

ANNE TARAFIM HZ. HÜSEYİN’İN SOYUNDAN

* Soyadınızın da adınız gibi nev-i şahsına münhasır bir hikâyesi var mı?

- Olmaz olur mu efendim! Ailenin bir tarafı, Hz. Hüseyin’le akraba olduğu için Kerbela Olayı’nda büyük bir trajedi yaşamış. Sonra da tası tarağı toplayıp önce Şam’a, ardından da 400 sene sürecek ve Mardin’de sonlanacak bir yolculuğa çıkmışlar. Arapça’da mavi anlamındaki Ezrak soyundan geldikleri için onlara Ezrakizadeler denirmiş. Develer de dahil olmak üzere, tepeden tırnağa bütün kervanı masmavi atlasla giydirirlermiş. Hatta Mardin sınırına dayandıklarında, mavileri gören nöbetçiler Selçuklu sultanına “Efendim bir nehir yaklaşıyor” diye haber götürmüşler (gülüyor).

* Valla film gibi, ağzım açık dinliyorum...

- Sultan da “Mardin’de su var mı ki, sen ne saçmalıyorsun?” diye cevap veriyor. Bizimkiler şehre vardıklarında da Selçuklular çok iyi karşılayıp, yeni hayatlarını kurmaları için tam 29 tane han, hamam hediye ediyor.

ÖNCE HUBER SONRA KOCATAŞ YALISI

* Valla Mardin’e gidiş hikâyeleri Kavimler Göçü gibi... Peki ya İstanbul’a nasıl gelmişler?


- Büyükbabam Necmettin Efendi’nin babası Mardin kadısı Ömer Şevki Efendi vefat edince, bizimkiler önce Ankara’ya ardından İstanbul’a taşınıp turşucu açıyorlar. Bir gün Osmanlı Sarayı’nda silah tüccarlığı yapan Huber, devrin önemli avukatlarından ve Şirketi Hayriye’nin yönetim kurulu başkanı olan dedemden yardım istiyor.

* Bu Huber’in Tarabya’daki Cumhurbaşkanlığı köşküyle bir alakası var mı?

- Tam üstüne bastın! Dedem adama işini çözmesinde yardım edince, şu an Cumhurbaşkanlığı Rezidansı olan Huber Köşkü’nü ve birkaç mülkü daha hediye ediyor. Bizimkiler oraya taşınıyor taşınmasına da tabakhane kokusundan bunalınca satıp, bu sefer de Kocataş Yalısı’nı satın alıyorlar. Necmettin Efendi bahçedeki su kaynağını fark edince, hemen meşhur Kocataş Su Şirketi’ni kuruyorlar.

* Dahilik genlerde var desenize...

- Hem de nasıl! Bu da yetmezmiş gibi Necmettin dedem, ilk kez içtiği gazozun tadını çok beğenince hemen portakallısını üretip satışa sunuyor. Ama maalesef ki çok başarılı olamıyor. Ardından bir yurtdışı seyahatinde Coca Cola içiyor.

* Onu da imal etti demeyin!


- Dur da dinle (gülüyor)! Önce Coca Cola’cı Kemal lakaplı bir adamdan formül satın alıyor ama sonuç tırt tabii. Ardından da yurtdışından iki kasa kaçak kola getiriyor. Kimse çakozlamasın diye sandalla gezer gibi yapıp, gemiye yanaşıyor. Gelen ürünleri laboratuvarda teste gönderiyor. Formülü ele geçiremeyeceğini anlayınca, Kocataş Kola adıyla Türkiye’nin ilk kola markasını yaratıyor.

PARAM NASIR’A GİTTİ

* Tamam dedeniz zeki adammış da, bu yatırımları paraya döndürebilmiş mi bari?


- Bizimkiler zaten çok zengin bir aileymiş. Yaptıkları girişimlerin çoğu da hobi aslında. Eskiden her sene Mısır’a giderdim gezmek için. Bir gün rahmetli amcamla oralarda gezerken bana devasa bir arazi gösterip, “Bak kızım buraların hepsi senin” deyince “Yahu kim ilgilenecek bu kadar büyük araziyle” diye şaşkınlıkla sordum. “Buraya bakan biri var, sen dert etme” dedi. Ertesi sene yine aynı amcam gelip, “Senin şu Mısır’daki arazi var ya, artık yok” demez mi!

* Yok canım, şaka yapıyordur herhalde...


- Başta ben de öyle sandım. Meğer Mısırlılar, Türklerin tüm mallarına el koymuş. Bir gün Ankara’da damadı Metin Toker sayesinde, İsmet Paşa’yı ziyaret ettim. Köşkte söz döndü dolaştı, benim araziye geldi. Paşa “Ben de Mısır’daki mallarımı kaybettim, en iyisi ikimize de birer bardak soğuk su söyleyeyim, iyi gelir” diye takıldı. Başladık gülmeye. Anlayacağın param Nasır’a gitti.

Haberin Devamı

Betûl Hanım beni çağırdığında korkudan elim ayağım boşalırdı

İNTİKAM ALMAYI KAFAYA KOYMUŞTUM

* Bütün bu başarılarınız ister istemez “dedesine bak, torununu al” cümlesini getiriyor akla...

- Kuşkusuz dedemden de çok şey öğrendim. Ama aslında 4 yaşına kadar konuşamadığım için 13’üme geldiğimde kendime verdiğim “Memlekete yeni bir meslek getirip rüştümü ispatlayacağım” yeminimin de büyük bir etkisi var. Konuşamadığım için benimle dalga geçenlerden, çok başarılı olup intikam almayı kafaya koymuştum. Bu yüzden Türkiye’de tek olacağıma adım kadar emindim.

* Konuşamıyordum derken...

- Yaklaşık 5 yaşına kadar konuşamadım, bu benim en büyük travmalarımdan biri... Yıllar sonra konuşmaya başladığımda kekeliyordum. Bu durum beni ezdiği kadar, hırslandırdı; planlamayı ve hayatımı ele almayı öğretti. Aynanın karşısına geçip kekelemeden konuşmaya ve insanların yüzüne nasıl bakmam gerektiğine günlerce çalıştım.

* Peki halkla ilişkiler nereden aklınıza geldi, okulu falan var mıydı ki o dönemde?

- Yok be oğlum ne okulu! Halkla ilişkilerin ne demek olduğunu bile kimse bilmiyordu. Ben de zaten üniversitede psikiyatri okurum herhalde diye düşünüyordum. Ama babam “Bacağına, erkek bacağı değemez” deyip üniversiteye göndermeyince işler değişti. Kolej mezunuydum ve erkekler olmadan çalışacağım tek alan magazin gazeteciliğiydi. Bu yüzden Semih Tuğrul Bey’in yanına girdim. Orada magazin haberleri yazmayı öğrenip, sayfa sahibi oldum.

* Bakın bunu bilmiyordum, o zaman ilk kadın magazin gazetecilerinden de birisiniz...

- Belki iki-üç kişi daha vardır, o kadar. İngilizce ve Fransızcam çok iyi olunca işi hemen kaptım. Ardından da BBC’nin bursuyla İngiltere’ye gidip televizyonculuğu öğrendim. TRT o zaman Ankara’daydı, dönünce orada çalışmaya başladım. Ama çocuklarım İstanbul’da yaşadığından, onların özlemi ağır bastı ve istifa edip buraya taşındım.

ÜÇ KEZ IPRA BAŞKANLIĞI GURUR VERİCİ

* Kader ağlarını örmeye başlamış...


- Aynen öyle! Haldun’dan (Dormen) boşanmıştım, iş bulmam gerekiyordu. Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Dallı “Gel benimle çalış. Benim sana anlattıklarımı insanlara, onların anlattıklarını da bana nakledeceksin. Bu yeni bir iş” dedi. “Allah’ım bana p...venklik mi teklif ediyor acaba?” diye geçirdim içimden. Gidip biraz araştırınca halkla ilişkiler diye bir iş kolu olduğunu öğrendim.

* Sonra da Allah “Yürü ya kulum” mu dedi?

- Önce Coca Cola’da Kemal Has ile çalışıp işi öğrendim. Ardından Alaeddin Asna’yla birlikte bir halkla ilişkiler şirketi kurup, Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği’nin İngiltere Başkanı Sam Black ile tanıştım. “Derneğe üye ol” deyince teklifini hiç düşünmeden kabul ettim. Sonra üç kez üst üste çok gurur verici bir görev olan IPRA’nın başkanlığını yaptım.

3S’NİN PR’INI ASLA YAPMAM

* Betûl Mardin’in de Türkan Şoray kanunları var mı?


- Kimsenin kazancına yan gözle bile bakmadığımdan, benim de rızkıma el uzatılmamasını beklerim. Hayatım boyunca hiç yalan söylemedim, kötülük yapmadım. Kazara birinin canını acıtsam büyük azap duyarım. Benim için kişisel ilişkiler önemlidir, kazandığım insanlardan kolay vazgeçmem. Kul hakkı yememeye çok özen gösteririm ve en önemlisi siyaset, silah ve sigaranın yani ‘3S’nin PR’ını asla yapmam.

* Teklif gelse siyasete girmez misiniz yani?


- Allah korusun girmem ayol, ne işim var! Siyaset bizim ailemizde yasak, hiç yapmadım sen de biliyorsun. Yıllar önce sigara içerken bir markanın tanıtımını yaptım ama tıpkı bir silah gibi öldürdüğünü fark edince S’lerimin arasına sigarayı da ekledim. Zaten sigarayı bırakalı da 30 yıl oldu.

Haberin Devamı

Betûl Hanım beni çağırdığında korkudan elim ayağım boşalırdı

HALDUN’LA EVLİ KALSAK BİRBİRİMİZİ ÖLDÜRÜRDÜK

* Halkla ilişkilerde çok başarılısınız ama erkeklerle ilişkilerde sınıfta kaldınız sanki...


- Sana öyle geliyor! İlk eşimle, kızım daha 2 yaşındayken beni aldattığı için ayrıldım. Haldun’la da evli kalmaktansa dost olmayı tercih ederdim ki, ettim. Çünkü aynı evin içinde kalsak kesin birbirimizi öldürürdük. Çok şükür ki özel hayatında da mutlu olan biriyim. Gelinimi, damadımı, torunlarımı kısaca bütün ailemi çok seviyorum. Her torunumla başka bir iletişim yöntemim var. Onların istediklerini bilir, ona göre muhabbet ederim.

Berna Sağlam Naipoğlu: VâRİS İLAN EDİLDİĞİMİ SÖYLEDİKLERİNDE ŞAKA YAPTIKLARINI SANDIM

Haberin Devamı

* İş hayatının pek çok alanında seni görüyoruz ama Betûl Mardin’in veliahdı olan Berna Sağlam Naipoğlu’nun özel hayatında nasıl biri olduğunu bilmiyoruz.

- Zaten önemli olan işimle tanınıyor olmak... Çocukluğumdan beri en büyük dileğim ve hayalim buydu.

* Tamam da, bunca yıllık dostuz bana bir güzellik yaparsın herhalde... Gel, ailenden başla anlatmaya...

- Eğitimli, görmüş geçirmiş, terbiyeye çok değer veren bir anne babanın çocuğuyum. Annem Girit’ten İzmir’e gelmiş bir ailenin kızı, babamsa başarılı bir avukat ve tam bir İstanbul beyefendisi... Düşün kendisini hastalanana kadar pijamalı görmedim, hatta çocukken takım elbiseyle uyuduğunu düşünürdüm. Ankara’da doğup, 10 yaşına kadar orada yaşadım. Abim Vecdi, Boğaziçi’ni kazanınca babamın âşık olduğu şehir, İstanbul’a taşındık.

* Korkar mıydın İstanbul beyefendisi babandan?

- Korkmak mı? Dünyanın en tatlı, en pozitif babalarından biriydi. Hepimize sonsuz güven ve sevgi aşılamış biri olduğundan, onun güvenini boşa çıkaracağım korkusu yaşardım. “Benim kızım en doğrusunu bilir” diyerek tüm sorumluluğu omuzlarıma yüklerdi. “Eve kaçta geleceğini sen takdir edersin” dediği için geç kalacağım endişesiyle geceyi saate bakarak geçirdiğim çok zamanlar olmuştur (gülüyor). Böyle bir ailede büyüdüğüm için şükrediyorum. Bizde çok fazla avukat olduğundan hak hukuk meseleleri çok önemli konulardır. Küçükken hep “Allah’ım ben iyi insan olmak için çok çalışacağım. Ne olur karşıma kötü insanları çıkarma” diye dua ederdim.

‘STAJYER GEL’ DERDİ, HEYECANDAN DİZLERİMİN BAĞI ÇÖZÜLÜRDÜ

* Betûl Hanım’la yolun nasıl kesişti?


- Meslek hayatıma Betûl Hanım’ın şirketi İmaj’da staj yaparak başladım. Gerçi stajyer kadrosunu kapmak için atmadığım takla kalmadı ama neyse... Sabahları gelip “Stajyer gel” diye seslenince, heyecandan dizlerimin bağı çözülürdü.

* Ee tabii korkacaksın, patronken de böyle şirin şirin durmuyordur herhalde!

- Hayır, hiç öyle düşündüğün gibi despot davranmazdı ama ne de olsa karşımda mesleğin duayeni duruyor, heyecanlanmamak mümkün değil. Bir de mesai bitiminde yanına çağırıp, “Sana ne öğretiyorlar, sen ne öğreniyorsun? Haydi söyle bakalım” diye sorduğunda ben de bıcır bıcır anlatırdım. Tam kalkarken “Yarın daha fazlasını öğreneceksin, bunu aklından çıkarma” demeyi ihmal etmezdi. Hem çalışanlarının, hem de benim gelişimimi gözlerdi. Kapısı her daim açıktı, insanlarla arasına asla sınır koymazdı. Betûl Mardin ve ardından da diğer bir duayen Deniz Adanalı, meslek hayatımın en önemli iki öğretmenidir.

BETÛL HANIM’IN SNOP BİR YANI VARDIR

* O zaman onun her gün sorduğu gibi bu sefer de ben sorayım. Ne öğrendin İmaj’da?


- Şirketteki görevim, zarfların üzerine adres etiketleri yapıştırmaktı. Bu işi sağa sola aylak aylak bakarak da yapabilirdim ama tersine bu sıradan ve sıkıcı işi faydaya çevirmek için dikkatle yaptım. Bütün isimleri, soyisimleri, adreslerine kadar ezberleyip kim kimdir o dönemde öğrendim. Tabii bunun yanında bir insanın hatasını düzeltirken nasıl davranmam gerektiğini, sadece sözle değil gerçek anlamda örnek olmanın ne demek olduğunu; aşağılamadan ve insanlara yukarıdan bakmadan nasıl iş öğretilebileceğini de öğrendim...

* “Hocanın dediğini yap ama yaptığını yapma” derler. Peki Betûl Hoca’nın hangi yaptığını asla yapmıyorsun?


- İzzet sen bizim aramızı mı açmak istiyorsun anlamadım ki (kahkahalar). Betûl Hanım’ın dışarıdan bakınca snop bir tavrı vardır. Gerçi onun dünyasına girdiğinizde öyle biri olmadığını görürsünüz ama başlarda insan ister istemez biraz çekinerek yaklaşıyor. Ben, saygı çerçevesinde daha mesafesiz bir iletişimi tercih ederim. Mesela üniversitedeki öğrencilerimin de ‘hocam’ yerine adımla hitap etmesini isterim. Ama yine de hocam diyorlar.

ONA ‘TIMELESS’ DİYORUM

* “Eli maşalı bir hoca değilim” diyorsun yani...

- Hayır, kesinlikle sert biri değilim ama bir yandan da perfeksiyonistim. Bu yüzden işini doğru kurgulamasına rağmen, unutkanlık yüzünden programı bozanlar beni çıldırtır. Betûl Hanım’ın da derse geç kalan öğrencilere kızdığını biliyorum. Çünkü zamanın kıymetini hepimizden iyi biliyor ve onlara daha çok şey öğretmek istiyor. Ben Betûl Hanım’ın yarı yaşındayım ama olmazsa olmazlarımız çok örtüşüyor. Zaten yaş da sadece nüfus cüzdanında yazılan bir şey. Önemli olan insanın içindeki duygusal zekanın yaşı... Betûl Hocamın yaş ile işi olmaz. Kendisine ‘timeless’ diyorum zaten.

VAKKO GELDİĞİM NOKTANIN MİMARLARINDANDIR

* Madem İmaj’da bu kadar mutluydun, neden Vakko’da yeni bir hayata göz kırptın?


- İmaj hayatımın en önemli okullarından biriydi. Ama orada yolun çok başındaydım. Hem iş teklif etti de ben mi hayır dedim? Etmedi valla!

Betûl: Vay etmedim mi ya? (gülüyor)

Berna: Vakko da bugün mesleğimde geldiğim noktanın mimarlarındandır. Orada çalışırken damarlarımdan sadece Vakko akıyordu. İyi bir iş çıkardığımızda bile Cem Bey “Nerede hata yaptık bir konuşalım” derdi. Sürekli daha iyi olmak için çalışan çılgın bir sistemin içindeydim.

* Vitali Hakko nasıl bir patrondu?

- Ben Cem Hakko ile birebir temas halinde olduğumdan Bay Vitali ile direkt çalışmadım ama mükemmel biriydi. Cem Hakko ise ortaya güzel bir iş çıktığında “Yaşa” derdi. Bu söz benim için bin altına bedeldi. 10 sene önce ayrılıp, şirket kurmaya karar verdiğimde Cem Bey’e gidip ayrılmak istediğimi söyledim dedim. Süreç 6 ay sürdü, bana çok destek oldular. Benim için şahane bir veda partisi verdi. Mikrofonla tüm konuklar önünde beni bana anlatmasını ağlayarak dinleyişimi asla unutamam.

* Rahatın yerindeyken, kendi ayaklarımın üstünde duracağım kararı, deli cesareti değil mi?

- Tabii ki zor bir karar! Bak sana onun hikâyesini anlatayım. Bir gün duş alırken, artık hayatımda bir şeyleri değiştirmenin zamanı geldi dedim. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Nedendir bilmiyorum, gözümün önünde Fem’in suratı belirdi. Bornozu kaptığım gibi dışarı fırlayıp Fem’i aradım. Onun da en yoğun dönemlerinden biri... Telefonu “Ne var?” diye aksi bir ses tonuyla açtı.

* “Alo Fem, duş alırken aklıma bir fikir geldi ya” demedin herhalde...

- Yok “Biz artık kendimiz için çalışalım, marka iletişimi üzerine bir şirket açarak ortak mı olsak?” dedim. Cevabı kısa ve netti; “Seninle varım!” Zaten bir yıl sonra da şirketimizi kurduk. 9 sene şahane bir ortaklık süresi yaşadık. Ama iki yıl önce o bitkilere âşık olup, işini değiştirdi. O günden beri yalnızım ama çok şükür ki şahane ekip arkadaşlarım var.

* Ve özgürlüğünü ilan edip, iş dünyasına patroniçe olarak merhaba dedin!

- Dedim demesine de kartvizitimdeki Vakko logosu kalkınca bazı insanlar bana yüz vermemeye başladı. Demek ki beni etiketim yüzünden önemli buluyorlar deyip geçtim. Bu tiplerden Betûl Hanım gibi iyilikle öç aldım. Sevgiyle çözdüğüm her şey misliyle geri döndü. Vakko’nun kapısına geri dönmemek için çok çalıştım. “Beni geri alın” da diyebilirdim ama şükürler olsun sonunda başarılı oldum.

* Senin de PR’ını asla yapmam dediğin S’ler var mı?

- Tüm yasaklardan bağımsız söylüyorum, sigara! Bugüne kadar en büyük paraları sigara firmaları teklif etti, bir an bile düşünmeden hepsine hayır dedim.

Betûl Hanım beni çağırdığında korkudan elim ayağım boşalırdı

GURURUM DA MUTLULUĞUM DA BÜYÜK

* Peki yanında stajyer olan birini yıllar sonra Betûl Mardin nasıl veliahdı olarak seçti?

- İlk duyduğumda ben de şaka yaptıklarını zannettim. Zaten öyle olsaydı, hayatımın şakası olurdu. Zamanın ünlü Vizon Dergisi’ne Betûl Hanım veliahdı olarak benim adımı vermiş. “Bu işin duayeni niye bana el versin?” diye aklımdan geçirirken Betûl Hanım’ı arayıp, haberin doğru olduğunu öğrendim. Gururum da mutluluğum da çok büyük.

Betûl: Bu ‘fıttırık’tan başkası içime sinmezdi zaten. Tabii ki onun adını verdim.

* İş hayatında başarıdan başarıya koşarken özel hayatında da tabuları yıkıyorsun. El kadar çocuğunu yanında çalıştırmışsın ya, pes!

- Gerçekten de öyle oldu (kahkahalar). Doğumdan sonra şirketimiz Bernaylafem’den uzun süre ayrı kalma şansım olmadığı için omzumda çanta, bir elimde bilgisayar, diğerinde Efe 7 ay boyunca işe gidip geldim. Aman mikrop kapmasın, emzirme zamanları kaymasın diye zaten evhamlı olan yapım iyice kontrol deliliğine dönüştü. Oyuncakları, emzirme koltuğu, yatağı derken sonunda bir de baktık ki ofisin bir odası Efe’nin olmuş.

* Oğlun da doğuştan PR’cı olmuş desene...

- Aynen! Bazen içeriden bebek ağlamaları toplantıların seyrini değiştirirdi ama ben işi abartıp, Efe’yi NTV’nin 10’uncu yıl organizasyonuna bile götürdüm. Çare yoktu, ya aklım evde bedenim işte olacaktı ya da o da benimle gelecekti. Düşün henüz 4 aylıktı. Eski Genel Müdür Cem Aydın, “Gerçekten yoruldum galiba, kulağıma bebek sesi geliyor” dedi. Ben de “Lütfi Kırdar’da bebeğin ne işi olur yahu” deyip çaktırmadan işe devam ettim (gülüyor).

* Başarılı ve tanınan bir kadınla evli olmak her babayiğidin harcı değil... Evde durumlar nasıl?

- Eşim Sinan Naipoğlu doktoralı bir avukat. O da benim gibi haftada bir gün öğretim görevlisi olarak üniversitede ders veriyor. Aynı zamanda da İstanbul Barosu’nda yönetim kurulunda. Ayrıca eski milli sutopçu olduğundan, genç sutopçulara kendi kulübünde yol açıyor. Benim de en büyük destekçimdir. Biliyorsun ki bizim mesleğin saati yoktur, zaman gelir gece de çalışırız, hafta sonu da... Böyle anlarda oğlumuzun başında olmak, benim sorumluluklarımı da üstlenmek adına hep yardımcıdır. Onun yoğunluklarında da aynı şekilde ben sorumluluklarını devralırım. Hayat da evlilik de paylaşmaktan ibaret! Paylaşım varsa bu gemi gider kardeşim...

Yazarın Tüm Yazıları