Güven Özalp

Avrupa'dan açık çek mi?

5 Kasım 2015
Son dönemde Türkiye'yle ilişkilerde biraz mecburen de olsa kıpırdama ve farklı boyut sinyalleri veren Avrupa Birliği seçim sonuçlarına verdiği tepkilerde birlikte çalışma isteğinin bulunduğunu teyit etmekle birlikte açık çek vermeyeceğini gösterdi.

Seçim sonrasında Avrupa kurumlarından yapılan açıklamaların hemen hepsinde temel hak ve özgürlüklere verilen önem öne çıktı. Avrupa Birliği Komisyonu’nun “suya sabuna dokunmayan” yaklaşımı ise “istisna” olarak kayıtlara geçti.

Türkiye’yle mülteci krizi bağlamında yürüttüğü “pazar diplomasisi” ile şu ana kadar taviz vermemekle övündüğü ilkeler arasına sıkışan AB Komisyonu son dönemde takındığı pasif tutumu ve sorunlara değinmekten özenle kaçınan yaklaşımıyla sıkça eleştiriliyor.

AB Komisyonu’nun son aylarda “çekimser” kalmasının mimarı olarak ise Türkiye’yle ilişkilerin odağına mülteci krizini yerleştiren ve dönüp dolaşıp her konuyu buna bağlayan AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker görülüyor. Juncker işi, “sorunlu alanlarda mesaj verip durmak şu aşamada yardımcı olmuyor” vurgusu yapmaya kadar götürdü.

Juncker’in tavrının AB Komisyonu’nun tümünü sardığı düşünülmeye başlanmıştı ki Genişleme Komiseri Johannes Hahn durumun öyle olmadığını net şekilde ortaya koydu.

Yazının Devamını Oku

Plan hazır sonuç belirsiz

21 Ekim 2015
Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yürütülen görüşmeler sonunda yeniden canlandırılmasına karar verilen üyelik sürecinde atılacak teknik adımlar belli olsa da varılacak sonuç belirsizliğini koruyor.

Brüksel’de teknik alanda çalışmalara şimdiden başlandı. AB kanadının atacağı ilk adım 17 numaralı ekonomik ve parasal politika başlığının açılmasını sağlayacak hazırlıkların tamamlanması olacak. Bu başlığın açılmasına yönelik girişimler yeni değil. Bu başlık daha önce Fransa tarafından bloke ediliyordu. Şimdi ise herhangi bir blokaj söz konusu değil. Son dönemde yayımlanan AB belgelerinde bu başlığın açılmasının yararlı olacağına yönelik güçlü vurgular yer aldı ancak Türkiye’deki olumsuz gelişmelerin de etkisiyle bu konuda ilerleme sağlanamadı.

Gelinen aşamada Türkiye bu başlığın mümkün olan en kısa zamanda açılmasını istiyor. AB Komisyonu’nun hedefi de bu başlığın yılsonundan önce açılması. Başlığın Lüksemburg Dönem Başkanlığı sona ermeden açılması konusunda “normalde” üye ülkeler arasında da sorun çıkması beklenmiyor.

AB Komisyonu’nun belirlediği yol haritası çerçevesinde 2016’nın ilk çeyreği de oldukça hareketli geçecek. 23. (yargı ve temel haklar) ve 24. (adalet, özgürlük ve güvenlik) başlıklara ilişkin tarama raporlarını güncelleyecek olan AB Komisyonu, Türkiye’nin yıllardır beklediği ve ısrarla talep ettiği açılış kriterlerini de resmen açıklayacak.

Enerji (15) başlığına ilişkin güncellenmiş rapor hazırlayacak olan AB Komisyonu, eğitim ve kültür (26) başlığının açılmasına yönelik önerisini de güncelleyerek yinelemeyi planlıyor.

Yazının Devamını Oku

Merkel isterse dengeler değişir ama…

17 Ekim 2015
TÜRKİYE'nin Avrupa Birliği'yle mülteci sorunu bağlamında yürüttüğü müzakerelerde masaya getirdiği taleplerin karşılanması açısından Almanya Başbakanı Angela Merkel'in takınacağı tavır kritik öneme sahip.

Mültecilerin büyük bölümü için “son durak” olarak görülen Almanya’nın göç akınından birinci derecede etkilenmesi Merkel’i acil çözüm bulmaya itiyor. Ankara’yı çözümün vazgeçilmez parçası olarak gören ve bunu da net şekilde dile getiren Merkel’in Türkiye ziyaretinde vereceği mesajlar belirleyici nitelikte olacak.

Türkiye’nin AB’ye ilettiği taleplere yönelik olarak Almanya’nın tutumunu şu şekilde özetlemek mümkün:

-3 milyar Euro: Bu paranın AB bütçesinden karşılanması mümkün değil. Paranın verilmesine karar verilirse bu üye ülkeler tarafından karşılanacak. Bu bağlamda da Almanya’nın yapacağı olası katkı büyük önem taşıyor. Almanya’ya varıp sığınma başvurusu yapanların Berlin’e yıllık maliyeti bu miktarın çok üstünde. Merkel, mültecilerin Almanya’ya gelmesindense Türkiye’de kalmasını tercih ettiğinden Ankara’nın gerçekçi külfet paylaşımı talebine destek olma konusuna çok soğuk bakmıyor. Bununla birlikte bu paranın tümünün Almanya tarafından karşılanması söz konusu değil. Fransa gibi ülkelerin “tamamlanmasına” katkıda bulunmasının beklendiği 3 milyar Euro’nun birkaç yıla bölünerek verilmesi Berlin açısından en gerçekçi yaklaşımı oluşturuyor.

-Müzakerelerde yeni başlık: Merkel’in göreve geldiğinden bu yana Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı çıktığı bir sır değil. Bununla birlikte üyelik müzakerelerinin ilerlemesine yönelik herhangi bir olumsuz tavrı söz konusu değil. Teknik müzakerelerinde belli bir aşamaya gelinen 17 numaralı “ekonomik ve parasal politika” başlığının açılmasına Berlin’in destek vermesi kesin. Ancak Türkiye’nin açılmasını talep ettiği diğer 5 başlık konusunda Almanya’nın manevra alanı oldukça sınırlı. Bu başlıklar Rum Kesimi tarafından bloke edilmiş durumda. AB içinde diğer başlıkların açılmasına yönelik genel bir kanı oluşması halinde Almanya, Rum Kesimi’ni tutumunu gözden geçirmeye zorlayabilir. Ancak bu düşük olasılıklı zorlamanın bile sınırı olacaktır.

-Türklere vize muafiyeti: Bu konu Almanya’nın çok sıcak baktığı konuların başını çekmiyor. AB Adalet Divanı’nın Türk vatandaşları tarafından açılan davalarda alınan kararlara rağmen Berlin’in vize muafiyeti konusunda esnediğine dair sinyal vermeme ve bu kararları da uygulamama tavrı sürüyor. Gelinen aşamada Merkel’in kurallarda esnemeye destek verme ihtimali sıfıra yakın. AB’deki genel yaklaşıma paralel olarak Merkel de Türk vatandaşlarına vize muafiyeti konusunun AB’ye Türkiye üzerinden kural dışı giriş yaptığı belirlenen üçüncü ülke vatandaşlarının Türkiye’ye iadesini öngören Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde değerlendirilmesinden yana. Türkiye, AB’yle 2013 sonunda vardığı anlaşma çerçevesinde belirlenen şartların gereğini yerine getirmeden Almanya’nın muafiyete yeşil ışık yakmasını beklemek hayal kurmakla eş değer olur.

-Güvenli ülke listesi: AB Komisyonu’nun kapsamlı mülteci paketinin unsurlarından birini de mülteciler açısından güvenli kaynak ülke listesi oluşturuyor. AB Komisyonu, üyeliğe aday her ülkenin bu listede yer almasından yana tavır koydu. Buna gerekçe olarak da bu tür bir listede yer almanın kriterleriyle aday statüsü almak için gerekli olanların birbiriyle örtüşmesi hatta aynı olmasını gösterdi. Komisyon’un tavrına rağmen AB üyeleri arasında bu konuda görüş ayrılığı var. Almanya ise AB Komisyonu’nun yaklaşımına destek veriyor. Bu konuda Berlin’in AB içindeki havayı Türkiye lehine çevirme potansiyeli oldukça yüksek.

-Zirvelere davet: Türkiye ve diğer aday ülkelerin devlet ve hükümet başkanları düzeyindeki AB zirvelerine davet edilmesi ve bu ülkelerle ayrı bir oturum yapılması uygulaması daha önce devredeydi. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin sayısız Türkiye kaprislerinden biri de bu uygulamaya son verilmesini sağlamak oldu. Bir önceki AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy’un da Türkiye’ye soğuk bir isim olması davet edilmeme durumunun sürmesine neden oldu. Mevcut AB Konseyi Başkanı Donald Tusk şu ana kadar bu konuda olumsuz bir sinyal vermedi. Bu uygulamanın tekrar devreye sokulmasının önünde teknik olarak da herhangi bir engel yok. Bu talebin karşılanmasının ne Almanya ne de diğer ülkeler açısından yaratacağı fazla bir sorun olmaması Berlin’in bu konuda Ankara’yı memnun edecek bir girişimde bulunma olasılığını artırıyor.

Yazının Devamını Oku

Destek ama nereye kadar?

30 Temmuz 2015
Türkiye'nin mevcut askeri operasyonlarına uluslararası alanda verilen desteğin açık çek niteliğinde olmadığını ve doğru adımlar atılmaması halinde rüzgarın her an tersine dönme riskinin bulunduğunu gözden kaçırmamakta fayda var.

Türkiye’nin IŞİD’e ilişkin yaklaşımı ve bu örgütle mücadele için oluşturulan uluslararası koalisyona yeterince aktif destek vermemesi çok uzun süredir eleştiriliyordu. IŞİD’e yönelik operasyon ve İncirlik Üssü’nün uluslararası koalisyona açılması ilk aşamada “oyun değiştirici” olarak görüldü. Buna rağmen soru işaretlerinin devreye girmesi çok zaman almadı.

IŞİD’e yönelik operasyonun ardından odağa PKK hedeflerinin yerleştirilmesi Avrupa’da, “IŞİD işin kılıfı mı?” sorusunun sıkça sorulması sonucunu doğuruyor. Türkiye’nin terör tehditlerine karşı gerekli önlemleri alma ve kendini savunma hakkı doğal olarak var. Gelinen aşamada yaşanan ise, en azından Avrupa ülkeleri açısından, dozaj sorunu.

Türkiye’yle yapılan görüşmelerde verilen mesajlara dikkat edilecek olunursa bu çok net şekilde hissediliyor. Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini konuya ilişkin yaptığı açıklamada terörle mücadeleye destek vermekle birlikte ağırlığın neredeyse tamamını çözüm sürecinin devamına verdi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ittifakın kurucu belgesi olan Washington Antlaşması’nın danışma amaçlı 4. maddesi bağlamında yapılan toplantıdan bir-iki gün önce basına yaptığı açıklamada orantılı meşru müdafaa vurgusunda bulundu. Almanya ve Hollanda’dan gelen mesajlar da benzer içerikli. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmede “hedeflerin karıştırılmaması gerektiği” üzerinde durması Avrupa’daki havayı özetler nitelikte.

Yoğun ve uzun pazarlıklar sonucu İncirlik Üssü için yeşil ışık yakılması ABD’den gelen mesajların içeriğinde önemli rol oynuyor ve Avrupa’dan gelen mesajlardan farklılaşmalarına katkı sağlıyor. Ancak ABD ile Avrupa ülkeleri arasındaki yaklaşımın kısa vadede kesişmesi ve Avrupa’nın benimsediği çizginin öne çıkması ihtimal dışı değil.

Yazının Devamını Oku

Tsipras efsanesinin çöküşü

14 Temmuz 2015
Seçimlerden büyük vaatlerin ve mevcut düzene tepki oylarının etkisiyle önemli bir zaferle çıkan Yunanistan Başbakanı Alexis Tsipras'ın Avrupa Birliği gerçekleriyle yüzleşmesi ve ayaklarının yere basmaya başlaması altı ay aldı.

Tsipras’ın ülkeyi aldığı yerle getirdiği yer arasında oldukça önemli fark var. Bu farkın olumlu yönde olduğunu söylemek ise mümkün değil. AB başta olmak üzere Yunanistan’ın kreditörlerine “kafa tutması”, güçlü bir retorik kullanması, kimilerince cesur olarak nitelendirilen çıkışlar yapması, sistemi sorgulaması sokakta Tsipras’a yönelik olumlu duyguları körükledi.

Yunan siyasetçinin idealler ile gerçekler arasındaki dengeyi kuramayarak süreci yönetmekte etkisiz kalması ise ülkesini bugünkü aşamaya getirdi. Bu aşamanın da hiçbir ülkenin tercih etmeyeceği nitelikte olduğunu söylemeye bile gerek yok.

AB’nin işleyişi kuruluşundan bu yana kafa tutmalara değil uzlaşılara dayalı. Tsipras, söz konusu para olduğunda esnekliklerin hemen ortadan kalktığı bir sistemde boğazına kadar borca batmış bir ülkenin ve izlediği tavırla neredeyse diğer 27 ülkeyi karşısına alarak Don Kişot rolüne soyunup, AB’deki tek demokrasi kendi ülkesiymiş gibi davranan ve manevralarıyla güven ortamını ortadan kaldıran bir başbakanın karşılaşmasının kaçınılmaz olduğu bir sonuçla karşılaştı.

Gelinen aşamada sorulması gereken sorulardan biri şu: Yunan hükümeti altı aydır müzakerelerde başına buyruk hareket etmeseydi, tüm telkinlere kulaklarını tıkayıp referandum kartını ortaya sürmeseydi ve bunlar yetmiyormuş gibi elinin güçleneceği hayaliyle “hayır” için kampanya yapmasaydı durum şimdikinden daha iyi olur muydu? Bu sorunun cevabı hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde “evet”.

Yazının Devamını Oku

Akıncı farkı

2 Temmuz 2015
Seçildiğinden bu yana alışılandan "farklı bir KKTC Cumhurbaşkanı" profili çizen Mustafa Akıncı, Avrupa Birliği'nde de farklı bir etki yarattı. Uzun süredir en üst düzeyde ağırlanan ilk Kıbrıslı Türk lider olan Akıncı, Brüksel'deki "mesafeli yaklaşımı" daha ilk temasta kırmayı başardı.

Daha önce Rum Kesimi'nin de etkisiyle Kıbrıslı Türk liderlere randevu vermeye çekinen, verseler bile bunu gizli tutmaya ya da aynı fotoğraf karesinde dahi yer almamaya özel özen gösteren AB kurumlarının liderlerinin tamamının üç günlük ziyaret kapsamında Akıncı’yla görüşmeyi kabul etmesi ciddi bir istisna niteliğinde. Brüksel ziyaretinde AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile bir araya gelen, bunun yanı sıra AP’deki siyasi grup başkanlarıyla ve bazı parlamenterlere görüşen Akıncı’nın temasları müzakerelerde öze inilmeye başlandığı bir döneme denk gelmesi açısından da önem taşıyor.

Temaslarda AB açısından en önemli farklardan birini “sadece adanın kuzeyinin mesajlarını” almak oluşturdu. Bundan önceki dönemlerde Kıbrıslı Türk liderlerin Brüksel’de yaptıkları görüşmelerde verdikleri mesajların olmazsa olmaz unsurları arasında “Türkiye’nin düşünceleri” de yer alıyordu. Akıncı’nın bu “geleneği” tam anlamıyla sürdürdüğünü söylemek pek mümkün değil.

Geçmişten ziyade geleceğe odaklı söylem benimsemesi, çatışmacı olmaktan çok uzlaşmacı olmayı tercih ettiğini net şekilde hissettirmesi, endişe ve engeller yerine fırsatları öne çıkarması Akıncı’yı diğer liderlerden ayıran unsurlar olarak not edildi. Brüksel açısından en dikkat çekici ve memnuniyet verici konulardan biri ise Akıncı’nın “son derece sağlam bir AB vizyonu” ortaya koymasıydı.

Akıncı’nın Brüksel’de verdiği mesajlardan öne çıkanlara göz atmakta da fayda var:

-“Statükonun devamını istemiyoruz. Genç nesiller için daha güzel bir gelecek yaratmak istiyoruz."

Yazının Devamını Oku

"Temiz seçim"…

5 Haziran 2015
Uluslararası platformlarda Türkiye açısından şu ana kadar neredeyse hiç sorun yaratmayan "sandık güvenliği" 7 Haziran'da yapılacak seçimlerde yaşamsal öneme sahip olacak. Bu konuda yaşanabilecek olası sorunların ülke demokrasisine sınıf düşürtme potansiyeli var.

Bunca seçim geçiren Türkiye’de sandıktan çıkacak sonuç kadar atılan oyun güvenliğinin tartışılır hale gelmesi hukukun üstünlüğü alanında yaşanan yapısal ve giderek de kötüleşen sorunların yansıması niteliğinde. Sandık güvenliği için daha önce örneğine neredeyse hiç rastlanmayan boyutta binlerce gönüllünün organize olması endişenin büyüklüğünü göstermesi açısından önemli.

İçerideki endişenin dışarıda da hızlı şekilde zemin kazanmaya ve soru işaretlerinin artmaya başladığını söylemek mümkün. Yıl boyu durup da seçim gecesi trafolara giren kediler, sandık yerine çöpten çıkan oy pusulaları, X partisine verilen oyların tutanakta Y partisine gidivermesi gibi uygulamalar ülkede son bir iki yıldır yaşanan demokrasi erozyonuyla birlikte değerlendirildiğinde dışarıdaki hassasiyette de ister istemez belirgin bir artış oluyor.

Anayasaya uygunluğu tartışmaya açık bazı uygulamalarla genel seçim havasından çıkıp neredeyse “rejim seçimi” havasına bürünen 7 Haziran’daki seçimlerin olmazsa olmazı “temiz” olması. Bu seçimlere “temiz” kaydı düşülmemesi Türk demokrasinin kredibilitesini dibe vurduracağı gibi ülkenin zincirleme ve göğüslenmesi zor sıkıntılarla karşı karşıya kalmasının da önünü açacaktır.

Temel hak ve özgürlüklerin serbest düşüş halinde olduğu, ekonomik güven ortamının demokrasinin hırpalanma düzeyiyle doğru orantılı şekilde erime trendini sürdürdüğü, bir dönem “sessiz devrim” gazı veren Batı medyasının “Putinizasyon” vurgusu yaptığı, “Bu ülkenin Kopenhag kriterlerini yeterince karşılamayı sürdürdüğünden emin miyiz?” sorusunun sıkça tekrarlanır olduğu, eskiden Türkiye’ye verdikleri destekle “Bir Türk olsa ancak bu kadar destek verebilirdi” dedirten Avrupalı siyasetçilerin “Türkiye’de demokrasi acınacak halde” der hale geldiği bir ortamda “temiz olmayan seçim” etiketi Türkiye’nin en az ihtiyaç duyduğu şeylerden biri olsa gerek.

Seçimler Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın yanı sıra Avrupa Konseyi tarafından resmi heyetlerle yerinde izlenecek. Avrupa Birliği tarafından da resmi heyetle olmasa bile düzenli bilgi akışıyla gözlemlenip detaylı değerlendirmeye tabi tutulacak. Hazırlanacak raporların öneminden bahsetmeye gerek bile yok…

Bazılarına Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa kurumları, yaşanan onca olumsuzluğa ve normalde anında ve sert tepki verilecek durumlar olmasına rağmen her seçim dönemi öncesinde olduğu gibi düşük profil sergileyerek bekle gör pozisyonunda kalmayı tercih ediyor. Dışarıda hava “yeni” Türkiye için hiç olmadığı kadar kötü olsa da, Türkiye denildiğinde ciddi bir “bıkkınlık” hissedilse de “her şeye rağmen umudunu yitirmeyenlerin” temennisi Türkiye’nin yelkenlerini temel hak ve özgürlüklerle şişirip dümeni geleneksel rotasına çevirmesi. Kim bilir belki de…

Yazının Devamını Oku

AP trajedisi ve sonrası

16 Nisan 2015
Avrupa Parlamentosu'nun "Ermeni soykırımı" konusunda aldığı karar ve sonrasında Türkiye'den verilen tepkiler bu kurum ile Ankara arasındaki ilişkiler konusunda somut eylem gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu.

Ermenistan’ın ve Ermeni diasporasının tezlerini temel alarak hazırlanan kararın gerek hukuksal gerekse siyasi açıdan sağlam temellere oturmadığı ve bazı parlamenterlerin söylemlerinin aksine iyi niyetli olmadığı kesin.

Ezici çoğunlukla kabul edilen kararın bu şekilde çıkmasının ve Türkiye açısından “baştan kayıp” olan sürecin bu şekilde sonuçlanmasının başlıca nedenlerini ise

-1915 olaylarına Avrupa’nın büyük bölümünün bakışını değiştirmenin neredeyse imkansız olması,

-Türkiye’nin yıllardır statik şekilde savunduğu tezlerini kabul ettirmesi açısından manevra alanının son derece kısıtlı olması,

-Bu kararı “sulandırmaya” yönelik girişimlerin inkarla eşdeğer sayılacağı algısının oluşması ve

-Türkiye konusunda AP'deki olumsuzluğun tavan yapmış olması olarak sıralamak mümkün.

Bu unsurlara Türkiye’nin izlediği yöntemlerin demodeliği de eklenince mevcut sonuç kaçınılmaz oldu. AP gibi lobicilerin cirit attığı kurumlarda 1915 olayları gibi hassas konularda kazanım elde etmek ya da en azından büyük hasar görmemek için son dakikada üç-dört kişilik parlamenter heyeti göndermek gibi anlık önlemler görüldüğü üzere sonuç doğurmuyor.

Yazının Devamını Oku