New York New York

Geçen haftaki yazıda bir tatilin hüzünlü detaylarından söz etmiştim.

Haberin Devamı


Bilenler bilir. Benim nedense USA’ye gelmem hep böyle zor olmuştur.
Artık bu konuyu kafama çok fazla takmamam lazım, çünkü şahane seyahat anılarım var size bahsedebileceğim.
Öncelikli durağım Detroit oldu.
Ohio bu zamana gördüğüm en geniş çiftliklere ev sahipliği yapan bir yer.
Turistik ziyaretlerde biraz sessizlik, huzur arayanlar için birebir.
Oyların en fazlası Trump’a gitmiş.
Amişlerin de yaşadığı köyü biraz uzağından da olsa görmek güzeldi.
Biliyorsunuz onlar teknolojiden tamamen uzak yaşayan bir toplum.
Resmen 1800’lerde yaşıyorlar hatta belki daha eskide.
Artık teknolojinin uğramadığı yerlere müze muamelesi yapılıp turistik ziyaret düzenleniyor.
Ardından “Esaretin Bedeli” filminin hikayesinin geçtiği ve artık müze olarak kullanılan meşhur hapishaneye de uğradık arkadaşımla.
Gerçekten insanın kanı donuyor bazı hikayelerin izlerine dokunduğunda.
”Kurtuluş incilin içindedir” sahnesinde geçen dekorlara dokunmak çok dokunaklıydı.
İyi ki oyunculuk var, sanat var ve kendinizi gezdirebiliyorsunuz hayallerin içinde.
Ohio’daki kısa günlerin hemen ardından kalkıp New York’a geçme kararı aldım.
Ha bu arada beni iç hatlarda yine aldılar, kimsin, nesin diye.
Yemin ediyorum Yavuz Turgul’un Gölge Oyunu filminde Şevket Altuğ gibi hissettim.
Sanki bir resimde yaşıyorum.
Beni benden başka kimse tanımıyor.
Neyse efendim sağ salim New York’a geldik.
Şehir, Ferit Odman’ın albümlerinden Autumn in New York olanını kulağına tak ve dinle havasındaydı.
Kendisinin şahane önerilerini dinleyip bir iki caz bara gittiysem de beni en etkileyenlerden biri Marie’s Crisis oldu.
Ödemelerin yalnızca nakit yapıldığı butik bir bar.
Burada bir tane piyano duruyor.
Piyanoyu, piyano çalan ama özellikle müzikal eserleri bilen birileri çalıyor.
Bara gelenler genelde müzikal bölümü öğrencileri.
Hep bir ağızdan dakikalarca müzikal söyleniyor.
Hayatımda bu kadar güzel bir deneyim yaşamadım desem yeridir.
Yeni ve genç enerjilerin arasında dünyayı müzikle anlamak ve birbirini tanımayan herkesin hep bir ağızdan eşlik etmesi. Gerçekten müthiş bir deneyimdi.
Orada bulunduğum süre içinde uzun zamandır görmediğim bir oyuncu-yönetmen arkadaşımı ziyaret ettim.
Apo Kaya gerçekten işlerini öğrencilik zamanımdan beri aşkla seyrettiğim bir yönetmendir.
Kendisini bulunca tabii havalara uçtum.
Apo Kaya önümüzdeki yıl burada yeni bir oyun yönetecek.
Üstelik kendi yazdığı bir oyun!
Oyunu uzunca bir zamandır kendisi gibi burada yaşayan Denise Türkan ile birlikte yapacağını öğrendim.
Denise Türkan, New York’da bildiğimiz bir çok dizide ve Broadway oyunlarında oynayan bir oyuncu.
Türkiye onu “Olacak O Kadar” yıllarından tanır.
Türkiye’nin ilk trans oyuncusu.
Buraya gelip oyun kendiyle alakalı iyi bir şey yapıyor olduğunu görmek gurur verici.
Önümüzde ki yıl Apo Kaya ile New York’da şahane bir performansına tanık olacağız. Çok merak ediyorum.
Müziklerini David Yazbek’e ait “The Band’s Visit” adlı oyunu seyrettim.
Mısırlı bir grubun İsrail’den davet alıp oraya gidip müzik yapma hikayesiydi.
Oyun hakkında söyleyebileceğim en önemli şey, insanın dili, dini, ırkı ne olursa olsun sanat insanın birbirini sıcacık kucakladığı dünyanın en eşsiz duygusu.

Yazarın Tüm Yazıları