Fetih ve Fatih

Peygamber müjdesine mazhar olan İstanbul’un fethi hadisesi, sıradan bir şehrin yönetiminin el değiştirmesi değildir.

Haberin Devamı

Mehmet adlı Türk başbuğunun, Roma imparatorluk tacını giydiği ve bir çağı kapatıp yeni bir çağı açtığının resmidir bugün.

Sultan Mehmet hem fen bilimlerinde ve hem de dini ilimlerde çok iyi yetişmişti. Doğu’yu ve Batı’yı bilen ve bunları gerektiği gibi sentezleyen entelektüel bir kişiliğe sahipti.

İstanbul’un fethi, genç padişahın yegâne tutkusuydu ve bu yüzden; ‘Ya İstanbul beni alacak ya da ben İstanbul’u alacağım!’ diyerek, bu yola baş koydu.

Aynı ismi paylaştığı sevgili peygamberinin muştusuna nail olabilmek için adeta çırpınıyordu. Asırlar öncesinden bu fethi işaret eden kutlu mesaj şöyleydi: ‘Konstantiniyye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur!’

Uyanıklığındaki hülyasında, uykusundaki rüyasında hep bu müjdeli haber vardı. Gecesini gündüzüne katarak 7-24 çalıştı, gerekli tüm önlemleri aldı. Sonuçta, elbette takdir yerini bulacaktı ancak o da bunu ziyadesiyle merak ediyordu.

Haberin Devamı

Onca teşebbüse rağmen, bir türlü düşürülemeyen bu kadim şehrin fethi, kendisine nasip olacak mıydı?

Fatih’in ordusu, devrinin en gelişmiş silah ve mühimmatlarının kullanmasının yanında, Akşemseddin gibi mana erlerinin dualarıyla da destekleniyordu. Maddi ve manevi ordular onun hizmetindeydi.

Zira muharebenin en kızıştığı anda, manevi hocası olan Akşemseddin, alnını secdeye mıhlayıp şöyle niyazda bulunuyordu. ‘Ya Rab! Bu fethi, Mehmed’ime müyesser (kolay) kılmazsan, secdeden başımı kaldırmayacağım!’

Şairin de çok güzel ifade ettiği gibi: ‘Alınların secdeye mıhlanıp alınan ‘tekbir’ (Allahü ekber) sesleri, hâlâ yerin dibinden fışkırıyor!’

Ceddi Osman Gazi’nin ifade ettiği gibi: ‘Bu dava, kuru bir cihangirlik davası değildir!’ Beldelerin fethi, içindekilerin gönüllerini fethetmek içindir.

Müslüman emir, hiçbir beldenin kapısına savaşmak için gitmez; son gelen ilahi mesajı, o yöre halkına tebliğ etmek için gider. Emrolunduğu bu kutsal görev için müsaade ister. Belde emiri, tebliğ isteğine olumlu cevap verirse, ne âlâ; aksi halde, bu işlem (tebliğ) zorla da (savaş) olsa yapılır.

Haberin Devamı

Zorla da (savaş) olsa, alınan şehrin halkına eman verilir (güvenlikleri sağlanır). Hiçbir kimse, dinini değiştirmeye zorlanamaz. İslamiyet anlatılır, inanan inanır, inanmayan inanmaz.

Maksat; o yöre halkının İslamiyet’i duyması ve onları, gelen son peygamberden ve getirdiği dinden haberdar etmektir.

Hiç kimsenin aklına, canına, malına, ırzına, dinine müdahale edilmez, edilemez. İslamiyet bunları kesinlikle yasaklar. Bunlar dokunulmazdır.

İslam beldeleri, her din mensubunun rahatça yaşayabileceği huzur mekânlarıdır. Nitekim Endülüs’ten (İspanya) kovulan Yahudiler, emin belde olarak, Osmanlı yurdunu seçtiler ve gemiler dolusu gelerek; başta Selanik olmak üzere imparatorluğun mutena yerlerine yerleştirildiler.

Haberin Devamı

İslam’ın bu denli hoşgörüsüne, Batı bugün bile ulaşabilmiş değildir.

Türk’ün tarihinde hiçbir zaman Yahudi düşmanlığı, Hıristiyan düşmanlığı olmamıştır. Ama onların İslam düşmanlığı bugün bile ayyuka çıkmaktadır.

İslam’da fethin manasını öğrenmek isteyen; İstanbul’a, Kudüs’e, Hatay’a bakarak pekâlâ anlayabilir. Zira bunlar gibi; fethedilmiş yığınla şehirdeki insanlar, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, birbirlerine saygıyı esas alarak, iyi komşuluk münasebetleri içinde yaşayarak bugünlere gelmişlerdir.

Ünlü şair Nâzım Hikmet’in İstanbul fethine dair şiiri: 

‘Sekiz Yüz Elli Yedi 

İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu;

Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u!

Haberin Devamı

Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,

Türk’ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi

Girdi ‘Eğrikapı’dan kır atının üstünde;

Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde!

O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın...

‘Belde-i Tayyibe’i fetheden padişahın

Hak yerine getirdi en büyük niyazını:

Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını.

İşte o günden beri Türk’ün malı İstanbul,

Başkasının olursa yıkılmalı İstanbul.’ 

Not: Kuran-ı Kerim’deki Sebe Suresi’nde yer alan, Belde-i tayyibe (Temiz belde); ebcet hesabıyla 857 ‘ye denk gelmektedir. İstanbul da Hicri 857 yılında fethedilmiştir.

Not: Nâzım Hikmet bu şiiri 1921 yılında ve henüz on dokuz yaşında iken yazmıştır.

Yazarın Tüm Yazıları