Diriliş şairi Sezai Karakoç’un ardından

ANADOLU’muzun yiğit, bir o kadar da kavruk insanı, ötelerin, sonsuz ötelerin muştulu, diriliş şairi Sezai Karakoç, özlemiyle yanıp kavrulduğu Rabb’ine kavuştu.

Haberin Devamı

Hamur mayası sevgiyle yoğrulan diriliş şairi, gençlik yıllarında tattığı aşkta sevgiyi ve sevgiliyi yana yakıla aradı.
Oysa seher rüzgârı, çoktan önüne katmış sürüklüyordu yaprağı. Bir ömür boyu peşinden koştu lakin bir türlü yakalayamadı kendine göz kırpan nazlı sevgiliyi.
İyi ki yakalayamadı; yakalasaydı buldum diye donacak ve sıradanlaşacaktı. Bundan dolayıdır ki:
‘Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum’ mısralarını terennüm etmişti.
Çileli ömrünü tükettiği siyah güller diyarından, hasretini çektiği ak güller diyarına kucak açtı.
Ölmeden evvel ölerek, ballar balını buldu ve ölümsüzlüğü tattı.
O, yaşarken ölüydü, ölünce yaşıyor.
Allah’a, resulüne ve onun getirdiği ilahi mesaja görür gibi iman etti ve o minval üzere yaşadı. Dışarıdan bakınca sessiz ve sakin ve hatta ürkek görülürdü lakin içinde volkanlar patlıyordu.
Hayal olan bu dünyada hayalet gibi yaşadı, bu yüzden ‘Diriliş’in şairi oldu.
Şiiriyle, ölü canları dirilişe davet etti.
Bu yüzden, ‘Müslüman! İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin’ derdi.
Bir ömür boyu sahte güllerden ve onların oluşturduğu insan yığınlarından kaçtı, yalnızlığı seçti. Zira dışarıda gördüğü Müslümanlar, Müslümanlıktan fersah fersah uzaktaydılar. Onların kara yüzlerine bakmaya tahammülü bile yoktu.
Nasıl bakabilirdi ki, onlar birbirlerini boğazlıyorlardı. Üstelik ölen de öldüren de ‘Allahü ekber’ diyordu.
O ise münzevi hayatında güller gülünü bulmuştu, sahtelerini ne yapsındı?
Zira Muhammedi gülün kokusuyla sarhoştu, mest olmuştu.
Hz. Ali efendimiz gibi, derdini kuyulara bağırıp döktü, içini döktüğü kuyulardan ‘Diriliş’ yankılandı.
Diriliş’in gür sedası, kutlu nesiller eliyle kıyamete değin yankılanacaktır.
Sezai Karakoç üstadımız, ‘İnsan, kendini hakikate adadığı, ruhunu ona açtığı ölçüde insandır’ derdi.
Dediği gibi yaptı; Hakk’a adanmış bir ömürle gözlerini yumdu ve ruhunu sonsuzluğa açtı.
Güzel adamlar, güzel gidiyorlar lakin güzellikleri de beraberlerinde götürüyorlar.
Biz kendi derdimize yanalım!
Cenab-ı Hak, onu sevdikleriyle haşretsin ve onlardan ayırmasın.

Yazarın Tüm Yazıları