Fatih Altaylı

İşsizliği hayal kurarak ortadan kaldırabiliriz

3 Haziran 2005
<B>ÖNCEKİ </B>gün <B>Jacques Seguela </B>ile beraber olduğumuz sürede Fransa’nın yeni Başbakanı <B>Villepin </B>ve Bayan <B>Villepin,</B> <B>Seguela’</B>yı aradılar. <B>Seguela, Villepin </B>ile uzun uzun konuştu. Telefonu kapatınca sordum: ‘Ne yapmayı planlıyor?’ diye.

‘En büyük sorun işsizlik. Bunu aşmak zorunda’ dedi.

Başbakan Erdoğan’ın da dün ‘İşsizlik sadece bizim değil Avrupa’nın da sorunu, ben ne yapabilirim’ dediğini aktardım.

‘İşsizliği çözmenin tek çaresi vardır. Hayal kurmak. Hayal kuracaksınız. Onları gerçekleştirmek için insanları harekete geçireceksiniz’ dedi.

Aynı şeyi Villepin’e de tavsiye ettiğini aktardı.

Daha önce 37 kişi olan kabineyi 15’e indirmeyi planladığını söyledi.

‘İşsizliğe çözüm bulmuyor, 22 kişiyi daha işsiz bırakıyor’ diye takıldım. ‘Çalışmayan insanları işte tutarak değil, çalışanları daha çok çalıştırarak iş yaratılabilir’ dedi.

70 yaşında ve bugüne kadar 100 kadar devlet adamına danışmanlık yapmış, seçim kampanyalarını yönetmiş Seguela ile konuştuklarımı önümüzdeki günlerde de aktarmaya devam edeceğim.

NOT: Geçtiğimiz aylarda hükümeti eleştirirken AB’den sonra Türkiye’nin önüne yeni hedef veya hedefler koyamadıklarını, halkı peşine takacak projeler üretemediklerini yazmıştım. Seguela’nın da söylediği bu galiba.

Çukurova, raporun varlığını kabul etti

KANAL
D Haber’de Akaryakıt Kaçakçılığı Araştırma Komisyonu’nun raporundan bir bölüm yayınlamıştık ve kıyamet kopmuştu. Çukurova Grubu elindeki medya ile üzerimize saldırmış ve bizi ‘yalancılıkla’ suçlamış, ‘Böyle bir rapor yok’ demişti.

Ben de buradan ısrarla raporun varlığından söz etmiştim. Çukurova Grubu ise elindeki medya ile ‘Rapor yok’ demeye devam etmiş ve ‘düzmece haberlerle’ Doğan Grubu’na saldırmaya devam etmişti.

Ben de önceki gün Akşam Gazetesi’nin yalan haberini nasıl hazırladığını anlatmıştım.

Dünkü Akşam Gazetesi ilginç bir şekilde çıktı. Öncelikle haberlerinin ‘düzmece’ olduğunu kabul ettiler ve ‘Kullanıldık’ dediler. Kim kimi kullandıysa.. Ve günlerdir yok dedikleri raporun varlığını da kabul eden bir haberi manşetten verdiler. Aynen aktarıyorum:

‘İstanbul Milletvekili Emin Şirin, Akaryakıt Kaçakçılığı Araştırma Komisyonu Bşkanı Vahit Kiler’e yazdığı mektupta, ‘Raporu inceledim. Bu ithamlar için kötü niyetli olmak lazım’ dedi.’

Allah Allah.

Düne kadar ‘Rapor yok’ diyenler şimdi raporu inceleyen bir milletvekilinin sözlerine yer veriyorlar.

Bu nasıl bir çelişki.

Hani ortada rapor falan yoktu. Emin Şirin ‘olmayan’ bir raporu nasıl inceledi. Şimdi Akşam’ın bana ve Kanal D Haber’e bir özür borcu var. Çünkü kimin yalan söylediğini kendi gazetelerinde açıkça gösterdiler.

Ama özür dileyeceklerini hiç sanmıyorum.

Yavuz hırsız

AKŞAM Gazetesi bir yandan başta ‘Yalan, yok böyle bir rapor’ dediği raporun varlığını kabul ediyor ve haberinin ‘düzmece’ olduğunu açıklıyor, ama diğer yandan ‘arsızca’ Doğan Grubu’na saldırmaya devam ediyor.

Her nedense bizim yaptığımız haberlerden haberi bile olmayan Aydın Doğan’ın fotoğraflarını gazetesine basıyor ve altına abuk sabuk yazılar yazarak kendince ‘töhmet’ altında bırakacak imalarda bulunuyor.

Bakın beyler bu gazetecilik değil. Adamlık hiç değil. Varsa bir bilgin, bir belgen yazarsın. Uydurma haberlerle kendine rakip gördüğün insanları karalamazsın.

Yavuz hırsız ev sahibini bastırır diye atasözü var diye, yavuz hırsızlığa soyunmazsın.

Eşit paylaşım eşitsizliktir

ANADOLU
kulüpleri naklen yayın gelirlerinden eşit pay almak için girişimde bulununca Futbol Federasyonu Genel Kurulu karıştı.

4 büyükler bu olaya karşı.

Haklılar da. Çünkü marka değeri, taraftar sayısı, yerel ve uluslararası başarı, yatırım gibi kriterler göz önüne alındığında bu takımlar Türkiye’nin lokomotifi.

Digitürk’ün 2002 yılında elde ettiği verilere göre futbol pazarının yüzde 80’e yakınını Galatasaray ve Fenerbahçe oluşturuyor. Bunu Beşiktaş yüzde 12 ile takip ediyor. Trabzon yüzde 8. Bunun denemesi bedava. Bir kanal iki Anadolu takımının maçını yayınlasın, bir diğeri büyüklerden birinin bir Anadolu takımı ile yapacağı maçı, bir diğeri de iki büyük takımın kendi arasında yapacağı maçı.

Bakalım hangisi daha çok izleniyor, hangisi daha çok reklam alıyor.

Üstelik büyük kulüpler uluslararası başarı için de fazladan yatırım yapıyor, hatta Galatasaray örneğinde olduğu gibi batıyorlar.

Hal böyleyken geliri eşit paylaşmak ‘haksızlık’.

Bu yönde hareket etmek ise sadece ve sadece ‘siyasi kaygı’.

Bugünkü durum çok adil olmayabilir. Ama yapılması gereken eşit paylaşım değil, büyük kulüplere biraz daha fazla ‘isim hakkı’ ödemesi ve lig sıralamasına göre bir paylaşımdır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Hukuku ve adaleti sadece kendi yandaşlarımız için istemediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Fransa AB’ye değil işsizliğe hayır demiş

2 Haziran 2005
<B>DÜN </B>öğle yemeğinde Fransız reklamcı <B>Jacques Seguela </B>ile beraberdik. <br><br>Beyoğlu’nda yürüdük. Hacı Abdullah Efendi’de yemek yedik. <br><br>Fransa’nın <B>‘Hayır’</B>ını konuştuk. Bir iletişim gurusu olarak Seguela Fransızların büyük bir hata yaptığını düşünüyor.

Ancak en büyük hatayı Cumhurbaşkanı Chirac’ta buluyor, gerekçesi ise basit:

‘Referandumu aşırı uçların tartıştığı eksende tartıştı ve ele aldı. Le Pen’in istediği platformda tartıştı’ diyor.

Seguela’nın ‘Hayır’cılarla ilgili kamuoyu yoklamaları sonuçlarına ilişkin görüşleri de ilginç:

‘Hayır diyenlerin yarısından fazlası oyladıkları Anayasa’yı okumadan verdiklerini belirttiler. Yine hayır diyenlerin yüzde 40’ı, yani en büyük oranı Fransa’daki işsizlik sorunu nedeniyle hayır dediklerini belirttiler. Avrupa ile ilgili düşüncelerinden dolayı hayır diyenlerin oranı sadece yüzde 20. Referanduma katılanların yarısından fazlası 65 yaş ve üzerinde. Yani Fransa’nın ve Avrupa’nın geleceğine o geleceği görme ihtimali düşük olanlar hayır dedi. Gençler oylamaya katılmadılar bile. Çünkü yanlış bir iletişim stratejisi izlendi. Gençler kendilerini ilgilendiren bir konuda gidip fikirlerini belirtme gereği duymadılar. Çünkü bunun gerekliliği onlara hissettirilmedi.’

Seguela’
ya Türkiye karşıtlığının ‘Hayır’da etkili olup olmadığını sordum.

‘Ne yazık ki oldu’ dedi. İstiklal Caddesi’nde önümüzde yürüyen kalabalığı göstererek, ‘Fransızların neredeyse yüzde 90’ı Türkiye’de bütün kadınların peçeli olduğunu düşünüyor. Afganistan ile Türkiye arasında çok da büyük bir fark görmüyor. Oysa şurada önümüzde yürüyenlerin Cahmps Ellysee’de dolaşanlardan zerre farkı yok. Yıllardır Fransa’da Türkiye ile ilgili pozitif bir haber yok. Görüntüler hep kötü. Ve Türkiye bunu değiştirmek için parmağını kıpırdatmadı. Bazı siyasetçiler ve entelektüeller üzerinde çalıştılar ama onlar zaten Türkiye’yi bilen tanıyan ve Türkiye’ye karşı olmayan insanlardı. Ama referandumda sandık başına giden ve herkes gibi bir oyu olan insanlara Türkiye anlatılmadı’ dedi.

‘Fransızların bu kararından sonra Avrupa hayali suya düşür mi?’ diye sordum.

‘Düşmez. Yeni bir süreç başlar. Biraz gecikilir ama yine yol alınır’ dedi ve bir tavsiyede bulundu:

‘Bak ben 10 yıldır her yaz tatilimin 15 gününü Türkiye’de geçiriyorum. Bu ülkeye, bu ülkenin insanları mutlu etme çabasına aşığım. Bunu Avrupa’ya anlatmamız lazım. Bilmedikleri ve çok büyük gördükleri bir şeyden korkuyorlar. Bu korkuyu Türkiye’yi onlara öğreterek aşabiliriz.’

Başbakan Fenerbahçe üyeliğinden çıkarılacak mı?

TBMM Şike Komisyonu çalışmalarını tamamladı.

190 sayfalık rapor önümüzdeki günlerde kamuoyuna açıklanacak.

Raporda tespitlerin yanı sıra bir dizi de öneri yer alıyor.

Raporu hazırlayan komisyon şöyle diyor:

‘Emniyet ve yargı mensupları ile milletvekillerinin kulüp üyesi olmaları yasaklanmalıdır.’

Komisyonun önerisine göre halen üye olanların da üyelikten çıkarılmaları isteniyor.

Komisyonun bu önerisinin kabul edilmesiyle başta Fenerbahçe Kongre üyesi Başbakan Erdoğan olmak üzere, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve daha birçok siyasi ve güvenlikle ilgili üst düzey yetkilinin futbol kulüplerinin üyeliğinden ayrılmaları gerekecek...

Bu öneri bizim Galatasaray’da yıllardır yaptığımız bir tartışmayı hatırlattı.

Bilirsiniz, Galatasaray’a üye olmak zordur. Cumhurbaşkanı da olsanız, Galatasaray’a üye olmak için gereken prosedürlerden geçmek zorundasınız.

Oysa Fenerbahçe ve Beşiktaş yıllarca üyelik dağıttılar. Önemli görevlere gelmiş taraftarlarını hemen üye yaptılar, üyelik kartlarını ofislerinde törenle kendilerine verdiler. Hele hele müteahhit başkanlar döneminde bu sistem başkanlar için de çok yararlı oldu.

Ali Tanrıyar döneminde üye olmuş birkaç siyasetçi dışında Galatasaray’da bu sistem işlemedi.

Bence sembol isimlerin kulüp üyesi olmasında hiçbir sakınca yok. ‘Gizli tarafgirlikten’ daha net bir durum. Ama komisyon ‘Olmasın’ diyor.

Ancak bunu sağlamak da kolay değil. Çünkü spor kulüpleri aslında Dernekler Kanunu’na tabi kuruluşlar. Yani herhangi bir derneğe üye olma hakkını elinde bulunduran birine ‘Hayır buraya olamazsın’ demek zor. En azından yasal düzenleme gerektiriyor.

Ayrıca ‘Üye olanlar çıkarılsın’ demek daha da zor. Birincisi ‘müktesap hak’ diye bir şey var.

İkincisi hangi babayiğit Başbakan Erdoğan’ı Fenerbahçe üyeliğinden çıkaracak merak ediyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kendini riske atarak bize inananların inançlarını sarsacak hareketler yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Gazeteciliğin utanç belgeseli elimde

1 Haziran 2005
<B>DÜN </B>benim açımdan gazeteciliğin <B>‘kara günüydü’.<br><br></B>Çünkü <B>‘çok şey’</B> gördüğümü düşündüğüm basında <B>‘daha hiçbir şey görmediğimi’</B> öğrendim. Alçalmanın, çamur atma uğruna dümen çevirmenin sınırı olmadığını anladım.

Bizim Çukurova Grubu’na bağlı Baytur Trading SA’nın petrol kaçakçılığına karıştığına dair Meclis Komisyonu için hazırlanan raporu yayınlamamızdan sonra Akşam Gazetesi bizi yalanlayan haberler yapmaya başladı.

Ve birinci sayfasına Urfa’daki bir Petrol Ofisi Bayii’nin fotoğrafını koydu.

Bu fotoğrafta pırıl pırıl bir Petrol Ofisi istasyonunun girişinde kartona yazılmış, ‘Ucuz mazot bulunur’ yazısı görülüyordu.

Açıkçası bir bayiinin fazla kár uğruna böyle bir şey yapabileceğini düşündük.

Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü de hemen fotoğraftaki bayiye müfettişlerini gönderdi.

Ve rezalet burada ortaya çıktı.

Geçen hafta elinde fotoğraf makinesi ve bir gazetenin kimliğini taşıyan birisi Petrol Ofisi bayiine gelip fotoğraf çekmeye başlar.

Durumu fark eden personel de bu kişiye ne yaptığını sorar.

Fotoğrafları çekmekte olan kişi gazeteci kimliğini gösterir ve bir haberde kullanmak üzere benzin istasyonu fotoğrafına ihtiyacı olduğunu söyler, fotoğrafları çeker gider.

Daha sonra Akşam’daki fotoğraf yayınlanınca olayı hatırlayan personel hemen istasyonun güvenlik kameralarındaki görüntüleri çıkarır. Ve Türk basını adına ‘utanç verici gerçek’ ortaya çıkar.

Fotoğrafları çeken kişi ‘Ucuz mazot bulunur’ yazan tabelayı kendisi getirmiş, istasyonun girişine kendisi koymuş ve fotoğrafı kendisi çekmiş, daha sonra tabelayı alıp gitmiştir.

Bu olay güvenlik kameralarında ‘birebir’ görünmektedir.

Ben bunu görünce gözlerime inanamadım.

Bu bir gazetecinin birinin cebine ‘eroin paketi’ bırakıp daha sonra o kişiyi eroinman diye polise yakalatması gibi bir şey.

Bu görüntüler elime gelince ‘mesleğim adına’ utandım.

Birilerinin kendilerini kurtarabilmek için bu kadar alçalmasına üzüldüm.

Bu görüntüleri yayınlamayı düşündüm.

Ama sonra vazgeçtim. Bu ‘utanç belgeselinin’ bir kopyasını çıkarttım.

Şimdi onu bir zarfa koyup adı üzerinde yazmasa da o gazetenin gerçek sahibi olduğunu bildiğim kişiye yolluyorum.

İzlesin. Bu iş kendi onayıyla yapılmışsa sessiz kalsın.

Yok ona rağmen yapılmışsa hesabını sorsun.

Ama bize ‘yalancılar’ demesin.

Kendi de kimin yalancı olduğunu benim kadar biliyor.

Bir varmış bir yokmuş

MERSİN
Limanı’nda yapılan petrol kaçakçılığı ile ilgili raporda adı geçen AB Pazarlama Tic. Ltd’nin ortaklarından Armağan Tokdemir aradı.

‘Fatih Bey, siz iki büyük grup çarpışıyorsunuz, arada biz eziliyoruz’ dedi.

‘Niye?’ diye sordum.

‘Çünkü her yerde bizim de adımız geçiyor’ dedi.

‘Fakat biz yalan yazmıyoruz’ deyince, ‘Evet siz yalan yazmıyorsunuz. Sizin yazdığınız rapor doğru. Böyle bir rapor düzenlendi. Ben de o zaman şirketin yönetimindeydim. Sonra ayrıldım ama o rapor her şey demek değil’ dedi.

‘Armağan Bey böyle bir rapor var mı, yok mu?’ diye yineledim.

‘Tabii ki var. O raporun o şekilde çıkmasının sebebi de Baytur’dur. Müfettişler gelip bilgi istediğinde biz her türlü bilgiyi verdik ama Baytur müfettişleri kapıdan bile sokmadı. Merkezimiz İsviçre’de, oraya gidin, dedi. Onlar böyle ukalalık yapmasalardı işler bu hale gelmezdi’ dedi.

Anlayacağınız raporda adı geçen firmalardan biri ‘Evet rapor var’ diyor, Baytur ise yok diyor.

Organ uzmanına

SEVGİLİ Serdar Turgut da, dün bana sallamış. Yalan söylediğim için burnumun uzayacağını anlatmış. Belli ki, patronları emir vermiş, o da yazmış. Ancak Serdar Turgut’un uzmanlık alanı burun değil başka organ üzerinedir. O uzmanlık alanına sahip çıksın. Burnuma değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Düzmece haberle yapılan savunmanın yatsıya kadar bile dayanmadığını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Hani kontrolsüz din eğitimi milli güvenliğe aykırıydı

31 Mayıs 2005
<B>‘KAÇAK Kuran kurslarına verilen cezaların azaltılması’</B>, hatta neredeyse ortadan kaldırılması, benim açımdan hükümetin söyleminde ciddi bir <B>‘tutarsızlığa’</B> neden oldu. Çünkü Başbakan dahil, hangi hükümet yetkilisi veya AKP’liyle konuşsak, din eğitiminin öneminden söz ediyor ve burada devlet kontrolünün Türkiye’nin sigortası olduğunu belirtiyorlardı. İlk aklıma gelen iki isim, Başbakan Erdoğan ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek. İmam hatip liseleri ve din dersleriyle ilgili olarak yaptığımız konuşmalarda bunların Türkiye’de ‘karanlık dinci akımların oluşmamasında’ önemli olduğunu, bunların rejimin sigortası olduğunu söylemişler, bunların ulusal güvenlik açısından önemli olduğuna değinmişlerdi. Ancak kaçak Kuran kurslarıyla ilgili olarak yapılan TCK değişikliği, hükümetin bu konuda ‘samimi olmadığı’ görüntüsü verdi.

Çünkü bir işin ‘kaçak’ yapılması ‘gizli, yasalara aykırı, ülke yönetimleri açısından kabul edilemeyecek’ unsurlar içerdiği anlamına gelir. İyi niyetli, temiz bir iş kaçak yapılmaz. Demek ki, bu kursları açanlar ‘yasalara aykırı bir din eğitimi’ vermeyi planlıyorlar.

Hükümet yetkilileri ise devlet kontrolünde bir din eğitiminin ülke güvenliği açısından ‘gerekli’ olduğunu defalarca söylediler. Yani tersten okursak devletin kontrol edemediği bir din eğitiminin ülke güvenliği açısından tehlikeli olacağını kabul ettiler.

Madem böyle bir düşünce var, o zaman ‘kaçak din eğitimi’ ile ülke güvenliğini tehlikeye düşürenlere verilecek cezaların indirilmesi ne anlama geliyor!

Ben bu tutarsızlığı çözemedim.

Çözmüş birileri var ise beni de aydınlatsın.

Fransa’nın ‘hayır’ı Türkiye’nin lehine olabilir

FRANSA’nın referandumda ‘niye hayır’ diyeceğini geçtiğimiz günlerde yazmıştım. Dün Türk basını sonuçları değerlendirirken benim yazdıklarımı tekrarlamış. Fransız halkı gayet ‘tutarlı’ bir şekilde, ‘ne istediğini bilerek’ ‘hayır’ dedi.

Avrupa’da bürokratik ve ekonomik yapısı Türkiye’ye en fazla benzeyen ülkede halk ve bürokrasi sahip olduklarını elinden kaçırmak istemedi. Türkiye karşıtlığı Fransız halkının cüzdanıyla ilgili bu oylamada sadece ‘simgesel’ öneme sahipti. Peki şimdi Avrupa Birliği dağılıyor mu?

Katiyen hayır.

Böyle bir durum söz konusu değil. AB siyasi birliğinde bir adım daha ileri gitmeyi planlıyordu. Bunun önü kesildi. Avrupa’nın ‘siyasi küresel güç’ olması zorlaştı. Ancak mevcut durumunu bozmadı.

AB Anayasası’nın 30 numaralı yürürlük maddesi eğer Fransa ve çarşamba günü sandık başına gidecek Hollanda’dan başka ‘hayır’ diyen olmazsa, bu ülkelerin kararlarının gözden geçirilmesini, yani yeni bir referandumun kapısını açık tutuyor.

Ancak bu olmayacak gibi. Büyük olasılıkla İngiltere’nin dönem başkanlığını devralacağı haziran zirvesinde süreç durdurulacak.

Fransa’nın ‘hayır’ının ve sürecin durdurulmasının bizi ilgilendiren bölümü Türkiye’nin müzakerelerini nasıl etkileyeceği.

‘Türkiye ile müzakereler bu şartlarda zor başlar’ diyenler var. Ben buna katılmıyorum.

Çünkü ortada müzakerelerin başlamasını engelleyecek yeni bir yasal durum yok.

Ben tam aksini düşünüyorum.

Fransa’nın ‘hayır’ına bağlı olarak AB Anayasa’nın rafa kaldırılması Türkiye’nin lehine.

Çünkü, Avrupa’daki Türkiye karşıtlarının elinden önemli bir koz alınmış oluyor. Avrupa’nın ‘tek devlet olma hayali’ yani ‘tam siyasi birlik’ ortadan kalkıyor.

Üniter devletler yapılarını korumaya mevcut halleriyle devam ediyorlar.

Bu hem Avrupa’daki Türkiye karşıtlarının, hem de Türkiye’deki AB karşıtlarının ‘argümanlarını’ zayıflatıyor ve Türkiye’nin üyelik sürecini AB açısından ‘daha az sakıncalı’ hale getiriyor.

Tabii ‘kaygan’ Avrupa siyasetinde bu mevcut şartlarla ilgili bir durum.

Geleceği, gelecek gösterecek.

Nice 1000 günlere

VATAN Gazetesi’nin 1000. sayısı yayınlanıyor. Okuyunca şaşırdım. 1000 gün ne çabuk geçmiş. Vatan’ın doğum sancılarını hatırlıyorum. Sabah’tan kopan bir grup, yepyeni bir gazete çıkarmak için kolları sıvamışlardı.

Pek çok kişi bu girişimin başarılı olamayacağını, macera olduğunu düşünüyordu. Ancak öyle olmadı.

Vatan tuttu. Çok da başarılı oldu.

Gazeteciliğe yeni bir soluk, taze bir kan getirdi.

Biraz ‘haşarı’, biraz ‘bitirim’ ama ‘korkusuz’ bir gazetecilik yapmaya başladılar. Tek katılmadığım sloganları ‘bağımsız gazetecilik’ oldu. Burada, Hürriyet’te biz de en az onlar kadar bağımsızdık ama bu onların takdiriydi. Kızmadık.

Çok vurucu 1. sayfalar yaptılar. Spor sayfalarına yeni bir soluk kattılar.

Ve 1000 günü doldurdular.

Başta Galatasaray Lisesi’nden Beşiktaş taraftarı sevgili kardeşim Tayfun Devecioğlu olmak üzere hepsini kutluyorum. Ellerine, kafalarına sağlık.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sistem kurabilmenin uygarlık ölçüsü olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Ne bu şiddet bu celal

30 Mayıs 2005
<B>YİNE </B>bir medya kavgası çıkarılmak isteniyor. Her şey Kanal D Ankara Bürosu’nun bizim için <B>‘sıradan’</B> bir haberiyle başladı. Kanal D parlamento muhabiri arkadaşlarımız, akaryakıt kaçakçılığı ile ilgili olarak Meclis’te kurulan bir komisyonun ‘bazı’ belgelerini ele geçirdiler.

Bu belgelerde Çukurova Grubu şirketlerinden birinin de adı geçiyordu.

Haber editörlerimiz belgeleri incelediler ve doğru olduğu su götürmez bu haberi yayınladık.

Ne bir art niyet, ne de özel bir hedefimiz vardı.

Ancak biz haberi yayınladıktan sonra ‘beklenmedik’ bir tepkiyle karşılaştık.

Çukurova Grubu elindeki medya güçleri ile ‘ağır’ bir hücuma geçince şaşırdık.

Çünkü haberimiz doğruydu ama Çukurova Grubu’nun da elbette bir yanıtı olabilirdi. Bize iletmeleri halinde onların yanıtlarını da seve seve yayınlardık.

Hatta hatamız var ise özür dilemeyi de bilirdik.

Ancak onlar bu yolu seçmediler ve ‘nedense’ topyekûn bir saldırı başlattılar.

Sanki bu grubun sahiplerinin bu haberle bir bağlantısı varmış gibi bir hava yaratmaya çalıştılar.

Oysa bizim yaptığımız haberleri, bu grubun patronları önceden görmez. Haberleri bile olmaz. Onlar da sizler gibi gazeteden okur, televizyondan izlerler. Fakat Çukurova Grubu medya organları doğrudan bu grubun patronu Aydın Doğan’ı hedef aldılar. Yıllar önce Uzanlar hakkında yazmaya başladığımda Uzan Grubu da aynı yolu seçmişti. Çünkü bu grubun nasıl çalıştığını, haberciliğin bu grup için nasıl bir öncelik olduğunu bilmiyorlardı.

O zaman da yalancılıkla suçlandık. Yönetim Kurulu Başkanımız Aydın Doğan hedef alındı.

O dönemde Aydın Doğan bize bir tek şey sordu: ‘Haberleriniz doğru mu?’ ‘Evet’ dedik. Zaman bizim doğru ama az yazdığımızı ortaya çıkardı. Aydın Doğan şimdi yine aynı soruyu yineledi: ‘Yazdıklarınız doğru mu?’

Evet, doğru.

Çünkü ben bazen yanlış yapabilirim ama ‘yalan’ yazmam.

Uzanlar’da bu ortaya çıktı. Banka hortumcuları ile yazdığım onlarca yazıda bu ortaya çıktı.

Halis Toprak’tan Kamuran Çörtük’e, Dinç Bilgin’den, Hayyam Garipoğlu’na ve daha onlarcasına kadar pek çoğunu yazdık. Hepsinde haklı çıktık.

Devletin milyarlarca dolarının ‘tahsil edilmesine’ imkan sağladık.

Bugün bize saldıran Çukurova Grubu ve patronu M. Emin Karamehmet geçen yıl devletle ‘sözde’ ‘laf ola’ bir anlaşma yapıp devlete olan 6 milyar dolar borcunu 2 milyar dolar azaltırken de yazdık, ‘Karamehmet bu anlaşmaya uymayacak’ diye.

O zaman da bana saldırdılar.

Kim haklı çıktı? Biz ya da ben.

Ödemediler. Anlaşma bozuldu. Hem de benim dediğim tarihte. TMSF Başkanı bile kurul toplantısında, ‘Fatih Altaylı haklı çıktı’ dedi.

O gün devletle yaptığı anlaşmaya uymayan Karamehmet, daha birkaç gün önce yabancılarla yaptığı bir anlaşmaya da uymayarak kendini kanıtlamadı mı?

Şimdi, ‘yazılanların zamanlamasına bakın’ diyorlar.

Haberin zamanlaması mı olur. Bulduğum anda haber yaparım. Elinizde medya var diye biz gazetecilik yapmayacak mıyız, sizin yaptıklarınızı sizden korkup yazamayacak mıyız!

‘Hodri meydan’ demişler utanmadan.

Bugüne kadar Aydın Doğan ile ilgili ne bulabildiniz?

5000 bine yakın Petrol Ofisi bayii var. Bunlardan biri hata yapmışsa, Aydın Doğan mı suçlu? Bu mu hodri meydanınız.

Öyle anlaşılıyor ki, bizim haber Çukurova Grubu ve patronunu rahatsız etti. Çünkü bizim bir bölümünü yayınladığımız bu rapor TBMM Komisyonu tarafından yakında kamuoyuna açıklanacaktı.

Anlaşılan Karamehmet Grubu ise bu rapordan kendileri ile ilgili bölümü çıkarttırmak için baskı kurmuşlardı. Bizim bu raporu yayınlanmadan ele geçirmiş olmamız onları rahatsız etti.

Şimdi bize saldırarak raporu hazırlayanlara ‘gözdağı’ vermek istiyorlar. Neler olacağını hep beraber göreceğiz.

Haber doğruysa muhatabıyla ilgilenmeyiz

ÇUKUROVA
Grubu’nu son derece rahatsız eden akaryakıt kaçakçılığı ile ilgili iddiaları içeren raporu Kanal D Haber parlamento muhabiri Enis Ersoy arkadaşım ele geçirdi.

Rapor Türkiye Büyük Millet Meclisi Akaryakıt Kaçakçılığını Araştırma Komisyonu için hazırlanan kapsamlı bir raporun bir bölümüydü.

Rapor elimize geçince muhatabının kim olduğunu hiç önemsemeden, önce Parlamento Şefimiz Tülay Ağaoğlu tarafından incelendi.

Ardından Ankara haber editörümüz Metin Kayıhan belgeleri ve haberi araştırdı.

Daha sonra Kanal D Haber Müdürü Bülent Çöltekin haberdeki bilgileri gözden geçirdi ve bana bilgi verdi. Ardından yayınladık.

Raporun ilgili bölümünü bugün köşeme (üstte) koyuyorum.

Çukurova Grubu bana kalemşör demiş.

Doğrudur. Ben kalemşörüm. Zaten köşemin adı da buna uygun: ‘Teke Tek’.

Yazdıklarımla ‘doğruluğun’ mücadelesini veriyorum.

En büyük ‘kazancım’ ise hep haklı çıkmak.

Daha önce bana benzer suçlamalar yönelten Sabah Grubu patronu Turgay Ciner’in bile TMSF Başkanı’nın yanında, ‘Uzanlarla ilgili yazdıkların için seni suçlamıştım. Şimdi bir özür borçluyum. Özür diliyorum’ demesi benim gibi ‘kalemşörler’ için en büyük ödül.

Biz bir haberin doğruluğuna bakarız. Gerisiyle ilgilenmeyiz. Muhatabımızın elindeki güçlerden korkmayız. Geçmişte de böyle oldu, gelecekte de böyle olacak.

Karamehmet Grubu’na bir tavsiyem var.

Bizi doğrulukta arayın. Başka yerde bulamazsınız.

Bu televizyon ve gazetelerin sahibi kim?

BEN
ve yönetimimdeki Kanal D Haber Çukurova Grubu’yla ilgili bir haber yaptık.

Patronunun adını bile anmadık.

Sadece grubun bir şirketinden söz ettik.

Onlar ise M. Emin Karamehmet’i savunmak için topyekûn bir saldırıya geçtiler.

Akşam Gazetesi, Güneş Gazetesi ve Show TV bana ve nedense Doğan Grubu’na savaş açtı.

İyi de, madem Mehmet Emin Karamehmet elindeki medyayı ‘silahı’ gibi kullanıyor.

Bari bu gazetelerin ve televizyonun ‘sahibi’ olmaktan kaçmasın.

Karamehmet’in adı bu medya grubunun hiçbir yerinde ‘patron’ olarak geçmiyor.

Ne televizyonda, ne gazetelerde.

Acaba bu şirketler mi Mehmet Emin Karamehmet’e ait olduklarını itiraf etmeye utanıyorlar, yoksa Mehmet Emin Karamehmet mi bunlara sahip olmaya utanıyor.

Yoksa işin içinde başka bir iş mi var.

Bir zahmet halka anlatıverin.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Medya teröristleri kendilerine pabuç bırakmayacağımızı anladığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Lüks belediyelerden yanıtlar

28 Mayıs 2005
<B>BEN </B>İstanbul’daki bazı belediyelerin lüks araç alımlarını yazınca söz konusu belediyelerden yanıtlar geldi. Önce bir eşi Başbakan’da bulunan 140 bin Euro’luk Volkswagen Phateon makam aracı kullandığını iddia ettiğim Eyüp Belediyesi’nin yanıtını aktarayım:

’Söz konusu araç şahsıma, Eyüp Belediye Başkanlığı’na veya başkanlığın bünyesindeki herhangi bir şirkete ait değildir. Sözü edilen aracın da dahil olduğu 38 adet araç Örnektur Turizm Ltd.’den belediyemize belediyemizde yapılan ihale ile araç, şoför, akaryakıt, tamir, bakım, sigorta bedelleri dahil olmak üzere aylık 53 milyar 583 TL bedelle kiralanmıştır.

Babamın lüks otomobil merakı olmadığını, bahsettiğiniz nitelikte bir otomobile hiçbir zaman sahip olmadığını, hatta kendisinin otomobil kullanmayı dahi bilmediğini belirtirim. Son derece uygun ihale koşulları ile belediyemizce kiralanarak makam otomobili olarak kullandığım aracı mensubu bulunduğum siyasi partinin Genel Başkanı ve TC Başbakanı ile aşık atmak amacı ile aldığım iddianız haksız ve kabul edilemez bir isnattır.’

Sayın Eyüp Belediye Başkanı’ndan özür dilerim. 140 bin Euro’luk otomobili satın almamış ama makam otomobili olarak kiralamış. Gebze Belediyesi de bir yanıt yolladı. Onu da aktarayım:

‘Gebze Belediye Başkanlığı’nın kullanımına tahsis edilen bir tek araç vardır. .... plaka No’lu 2004 model Mercedes E 200 Compressor marka otomobilin mülkiyeti belediyemiz personelinin maaş ve diğer ödemelerinin yapıldığı Vakıfbank Gebze Şubesi’ne ait olup otomobilin kullanımı 5 yıllığına Gebze Belediye Başkanlığı’na tahsis edilmiştir. Otomobil için Gebze Belediyesi’nden bir ödeme yapılmamıştır. Eşim de şahsım adına ruhsatlı 1999 model Opel Vectra marka araç kullanmaktadır.’

Ve Pendik Belediyesi’nin yanıtı:

‘Doğuş Oto Kartal’dan A8 Long siparişi verilmesi de, Pentaş adına böyle bir alım yapılması da söz konusu değildir. Başkanın kullandığı Audi A6 3.0 vardır ama Quattro değildir. İki adet C 200 yoktur, bir adet E 200 vardır.

Plazma televizyonlu Hyundai Strex var, ancak makam aracı değil. Belediyemiz ihalesini alan firmaca verilen kiralık araçlardan biridir ve araç ilçeye gelen misafirlere tahsis edilmektedir.’

Belediyelerden gelen yanıtlar bunlar. Ama benim daha söyleyecek sözüm var.

Pek yakında.

Stat Avrupa dışı Bangladeş

ŞAMPİYONLAR Ligi finalinden futbol adına pek çok ders çıkarmak mümkün ama asıl dersi alması gerekenler galiba taraftarlar.

Her iki takım ama özellikle Liverpool taraftarları bir taraftarın takımını nasıl desteklemesi gerektiğini ders gibi gösterdi.

30 bin Liverpool taraftarının yaptığı tezahüratın etkileyiciliği ve takıma katkısı o statta daha önce gördüğümüz 80 bin Galatasaraylı ya da Şükrü Saracoğlu’ndaki 50 bin Fenerbahçelininkinden kat kat üstündü. Maçtan sonra herkes organizasyonun muhteşemliğinden ve Avrupalıları nasıl etkilediğimizden söz ediyor.

Doğru, stat içi organizasyon müthişti.

Ama ya dışarısı. Dağları bayırları yürüyerek aşan İngiliz ve İtalyanlar maça değil, pastoral bir arayışa gelmişlerse sorun yok ama stadın çevresinde sadece stada bakan yüzleri badanalı gecekondular, stat çevresinde geçen hafta dikildiği belli olan fidanlar pek de ‘iç açıcı’ değildi.

Tribünde Ertuğrul Özkök duygulandı ve şöyle dedi. ‘İşte bu. İşte Avrupalı Türkiye bu.’ Gerçekten içerde manzara hoştu ama ben yine de münafık biri olarak Özkök’e ‘Evet abi tam Türkiye. Burası Avrupalı ama stattan 50 metre gidince Bangladeş başlıyor’ dedim.

Kızdı bana. Belki haklıydı. Ama ben de haklıydım.

Aşırı vergi kaçakçıyı zengin eder

FREE
shop’larda satılan içki ve sigara miktarı iç piyasadaki toplam satışların üç dört katına ulaşmış. Durum dikkat çekince inceleme başlatılmış.

Sakalımız da var ama sözümüz yine dinlenmiyor.

İçkiye ‘aşırı’ vergiler getirilince ‘Bu durum kaçakçılığı körükler ve toplam vergiyi düşürür’ demiştim.

Aynen öyle olmuş.

Vergiden kaynaklanan fark büyük olunca dünyanın her yerinde kaçakçılık olur. Bu ekonominin kuralı.

Bir şişe viskiyi 1 milyar lira yaparsanız çok vergi toplamazsınız. Sadece kaçakçıların kár marjını artırırsınız o kadar.

Ama Maliyemiz bunu anlamadı.

İdeolojik veya ekonomik nedenlerle vergileri artırdılar. Sonunda dediğimiz çıktı.

Belli ki, birileri free shop’lardan iç piyasaya ‘mal indiriyor’.

Şimdi free shop’larda denetim başlatılmış. Hiç fark etmez.

Bundan böyle aynı ‘mallar’ gemiyle sahillere indirilir.

Bu vergilerle kaçakçılar Maliye’den fazla kazanır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Babamızın parasıyla yapamayacaklarımızı halkın parasıyla yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Çukurova yok diyor ama rapor var

27 Mayıs 2005
BİRKAÇ gün önce Kanal D Haber Bülteni’nde bir haber yayınladık. Mersin limanında yabancı bandıralı gemilere satılmak üzere alınan akaryakıtın sahte belgelerle yabancı gemilere satıldı gibi gösterilerek akaryakıt kaçakçılığı yapıldığını belgeleriyle aktardık. Devletin resmi raporlarında yer alan bilgiler ışığında hazırladığımız haberde Çukurova Grubu’na ait bir şirketin de bu işlerin içinde olduğunu belirttik. Haberimiz yüzde yüz doğru. Ancak Çukurova Grubu bu haberden ‘rahatsız’ oldu ve dün kendine bağlı gazetelerde ve televizyonlarda yaptığı yayınlarla bizi ‘yalancılıkla’ suçladı.Geçmişinde pek çok benzer olay bulunan ve bu yüzden yıllarca İsviçre’de kaçak yaşamak zorunda kalan Mehmet Emin Karamehmet’e ait Çukurova Grubu’nun mu yoksa bizim mi yalancı olduğunu ortaya açıkça koyayım. Raporun başlığı aynen şöyle: ‘Türkiye’deki rafinerilerden gümrüksüz olarak transit gemilere verilmek üzere alınan akaryakıtın bu gemiler yerine iç piyasanın kullanımına sunulması suretiyle kaçakçılık yapıldığı yönündeki iddialar ile ilgili inceleme raporudur.’Rapor Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 09.03.2005 tarih ve 176/1-3 sayılı talimatına istinaden, 21.03.2005 tarihinden itibaren Mersin Liman Başkanlığı’nda yapılan incelemelerle hazırlanmış. Buna göre Jamal, Nancy, Tory, Mırna, Danica Sunrise ve Vadim Glazunov isimli gemilere akaryakıt satıldığı yönündeki belgelerin doğru olmadığı, bu gemilerin bazılarının iddia edilen tarihlerde Mersin’de bulunmadıkları ortaya çıkmış. Yakıt aldığı belirlenen gemilerde ise alınan yakıtla, satıldı gösterilen yakıt miktarları arasında farklılıklar belirlenmiş. Yine gemilerin bazılarının AB isimli şirketten değil, Baytur Trading adlı şirketten yakıt aldıkları ortaya çıkmış. İnterpol vasıtasıyla yapılan incelemede gemilere verilen gerçek miktar ile rafineri kayıtlarındaki miktarların farklı olduğu, aradaki tonlarca mazotun iç piyasaya verildiği belirlenmiş.Yapılan araştırmalar sonucunda Baytur Trading’in İstanbul Levent’teki adresinde Çukurova Holding’e ait Anadolu Uluslararası Taşımacılık A.Ş.’nin bulunduğu ve Baytur Trading’in merkezinin ise Cenevre’de olduğu anlaşılmış. Bu konuyla ilgili incelemeler sürüyor. Ama ortada böyle bir rapor var. Yok diyen yalan söylüyor demektir.Elbette ki, bu raporlar doğrultusunda son kararı Türk Adaleti verecektir. Erdoğan: Kızımın mezuniyet dönemi değildiŞAMPİYONLAR Ligi finalinde Başbakan Erdoğan’la karşılaştık. ‘Kızımla ilgili yazdıkların doğru değil. Çünkü zaten bu yıl mezun olacağı yıl değildi’ dedi. Ve anlattı. Başbakan Erdoğan’ın küçük kızı ABD’de master’ını yapıyor. Master programı iki yıllık. Ancak Sümeyye önümüzdeki yıl ortasında bitmesi gereken programı babasına sürpriz yapmak için yarım dönem önce bitirmek için fazladan ders almış. Yani bitirirse ‘erken’ bitirmiş olacak. Başbakan Erdoğan ‘Daha bitirip bitirmeyeceği de kesin değil’ diyor. Başbakan Erdoğan’ın diploma törenine gitmesi ise söz konusu değilmiş. Yıl sonunda eğer programı denk düşere okulda bir konferans verecekmiş. Ancak program uymayınca şimdilik bundan da vazgeçilmiş.Tayyip Erdoğan, ‘Keşke yazmadan bir arayıp sorsaydın’ dedi. Ben de kendisine ‘Sizin yıl sonunda törene gideceğinizi biliyordum, kızınızla ilgili bilgiyi de ABD Konsolosluğu’ndan aldık. İkisi bir araya gelince böyle yazdık’ dedim. ‘Aynı bilgiyi bana da verdiler ama durumu bilmedikleri için olsa gerek’ dedi.NOT: Başbakan’ın kızının okul durumuyla ilgili yazıyı yazdıktan sonra vicdani bir rahatsızlık duyduğumu ifade etmeliyim. Babası topluma mal olmuş siyasi bir kişilik diye bir öğrencinin okul durumuyla ilgili yazı yazmak hoş değil. Beni eleştirmek isteyen birinin yarın öbürgün kızımın okul durumundan söz etmesini nasıl hoş karşılamazsam, bunu yaptığım için kendimi de hoş karşılamıyorum. Şimdiye dek hiçbir siyasetçiyle çocuğunu bağdaştırmadım. Hatta bağdaştıranlara kızdım. Şimdi de kendime kızıyorum. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Ahlaksızca iş yapanlar bunu sonsuza kadar sürdürebileceklerini zannetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Babacan, Ziyal ve Vural’ı unutmasın

26 Mayıs 2005
<B>ALİ Babacan ‘başmüzakereci’</B> olarak açıklandı. Beklenen bir gelişmeydi. <br><br>Dışişleri Bakanı <B>Abdullah Gül,</B> müzakere sürecinde bakanlığı ile yakın çalışacak olan başmüzakerecinin <B>Babacan </B>olmasını istiyordu. Başbakan’ın yakın çevresi ise karşıydı. Onların adayı Yaşar Yakış’tı.

Başbakan ise ne Gül’ü, ne de yakın çalışma arkadaşlarını kırmak istiyordu.

Bu yüzden konu uzadı.

Ali Babacan’la birkaç hafta önce New York’ta karşılaştık. Ailece Damdaki Kemancı’yı izledik.

Sonra da beraber yemek yedik.

O gün Babacan’ın başmüzakereci olmasıyla ilgili kafamdaki soru işaretleri dağıldı.

Çünkü Babacan’ın müzakere yeteneği ile ilgili kafamdaki tek imaj, Irak Savaşı öncesi Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile birlikte yaptıkları ABD ziyaretindeki ‘fiyaskoydu’.

Masaya oturup 92 milyar dolar istemişler, ABD tarafı bunu ‘nonnegotiable’ yani ‘tartışmaya bile değmez’ bulmuştu.

Ancak aradan geçen iki yılı aşkın sürede Babacan tecrübe kazandı. Uluslararası finans ve iş çevreleriyle olumlu ilişkiler geliştirdi. Deyim yerindeyse işi öğrendi.

Hükümet içinde bu işi yapabilecek ‘tek’ adam haline geldi. Bence tek eksiği Avrupalıları mest edecek ‘entelektüel kapasitesi’nin zayıf oluşu.

Ama Başbakan ‘Müzakereci siyasetçi olacak’ dediği anda ve Kemal Derviş BM’ye gidince zaten yapacak fazla bir şey kalmıyor.

Şimdi önemli olan Babacan’ın yanına iyi bir ekip kurmak.

Benim iki adayım var.

Biri eski Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal. Bence olmazsa olmaz.

Diğeri ise Madrid’deki büyükelçimiz ve AB uzmanı Volkan Vural.

Bunlar da ekibe katılırsa AB ile masada çok güçlü oluruz.

Benden hatırlatması.

Formula 1’in katkısı tartışılamaz

FORMULA 1 hakkında bilen bilmeyen ahkám kesiyor. Bir yanda pist yapımında yolsuzluk iddiaları, diğer yanda Formula 1 için ödenen paraların boşa ödendiği iddiaları. Daha da ileri gidip bu organizasyonu karalama çabaları.

Yolsuzluk iddiaları için bir şey söylemem mümkün değil. Bunlar araştırılır, varsa bir rezillik, sorumluları hesap verirler. Bununla ilgili tek söyleyebileceğim ilk açıklanan maliyet rakamının ‘komik’ olduğu ve bunun bir miktar aşılmasının ‘kaçınılmazlığı’. Gerisini bilemem.

Ama bu organizasyonu karalamak abesle iştigal. Ya da Bülent Ecevit kafasıyla davranıp Ankara’daki ışıkları Las Vegas’a benzetmek. Karanlıktan hoşlanmak.

Formula 1 için organizatör Bernie Acclestone’a ödenen paranın fazla olduğunu iddia ediyorlar. Bunu söyleyenler gitsinler bakalım diğer ülkeler bu iş için kaç para ödüyorlar. Doğrudur, Türkiye bu organizasyonun yıllık ödentisi olarak 13 milyon dolar verecek ama getireceği turistlerin harcayacağı paranın KDV’si bile bu parayı çıkartır. İstanbul otelleri o tarihlerde full. Hem de şimdiye kadar hiç satılmadıkları fiyattan. Önümüzdeki yıl daha da iyi olacak.

Zaten Formula 1’in ekonomiye yapacağı katkıyla ilgili bir rapor yakında açıklanacak, o zaman bunlar susacaklar.

Türkiye’nin tanıtımına yapacağı katkı da cabası. Üstelik İstanbul’a gelmeyi aklından bile geçirmeyen ‘jet set’ bir kitlenin bu vesileyle İstanbul’a gelecek olması da ayrı bir avantaj. Bu organizasyon İstanbul’un bir dünya kenti olmasına katkı sağlayacak. Şimdiden Formula 1’in yayın haklarını elinde bulunduran televizyonlarda İstanbul ve Türkiye ile ilgili binlerce tanıtım yapılıyor. Ama küçük kafalar bunu göremiyorlar. İnsan hakları ihlalleri, işkence, soykırım gibi iddialar dışında yabancı televizyonlarda yer bulamayan ülkemiz, Formula 1 sayesinde ilk kez ‘pozitif’ olarak anılıyor.

Bakın bugünlerde Şampiyonlar Ligi finalinin İstanbul’a nasıl bir hava getirdiğini görüyor, yaşıyoruz.

Formula 1 ile bunun kat kat üzerinde bir ortam üstelik bir kez değil her yıl yaşanacak.

Yılda 1 kez kullanılan bir stada 150 milyon dolar yatırdığımız zaman sesi çıkmayanlar, her yıl en az 4 büyük yarış ve Formula 1 gibi dev bir organizasyona ev sahipliği yapacak piste savaş açtılar.

Nedense!

Belediyelerde lüks otomobil merakı

BAŞBAKAN
kamu harcamalarını azaltmaya çalışıyor. Delikler sürekli artırılan vergilerle kapatılmak isteniyor.

Ama bunlar hep lafta.

Vatandaş kemer sıkıyor, vatandaşın oylarıyla ‘koltuğa’ oturanlar daha da ‘rahat’ edebilmek için paraları sokağa atıyorlar.

Örnek mi, alın size örnek. İstanbul’da yolları delik deşik, altyapıları Allahlık belediyelerin başkanlarının ‘sefa’ harcamaları.

Pendik Belediye Başkanı Doğuş Oto Kartal’dan bu hafta A8 Long 4.2 Quattro sipariş etti. Fiyatı 300.000 YTL. Dikkat çekmesin diye otomobili belediyenin yan kuruluşu Pentaş A.Ş. adına alıyorlar. Audi A8’e terfi etmek isteyen Başkan’ın şu anda kullandığı otomobil de aslında gıcır gıcır bir Audi A6 3.0 Quattro. Onun da fiyatı yaklaşık 70 bin Euro.

Aynı başkanın garajında özel yapım, deri döşemeli, buzdolaplı, plazma televizyonlu Hyundai Starex var. O da neredeyse sıfır. Kullanılmadan yatıyor. İki adet de C 200 Mercedes var. Ama yetmiyor. Milyarlar ödenip Audi A8 Long alınıyor. Pendik lüks otomobil alır da, Eyüp durur mu? Yarış başlamış bir kere. Eyüp Belediye Başkanı da 145 bin Euro’ya Doğuş Oto’dan VW Phaeton almış. Herhalde bir aile geleneği. Babası da lüks otomobile binerdi. Başkan oldu diye mahrum olmak istemiyor. Ve bir yandan da Başbakan Erdoğan’la aşık atıyor. Başbakan’ın da bir VW Phaeton’u var. Belediye Başkanı ondan aşağı kalacak değil ya!

Gebze Belediye Başkanı 2 adet E270 CDİ Mercedes almış. Birine eşi biniyor, diğerine kendi. Bu otomobiller de sudan ucuz. Beherinin hediyesi 70 bin Euro. Değerine paha biçilmez. Çocukların durumu nedir bilinmez ama ailenin bildiğimiz otomobil gideri 140 bin Euro.

İlçeler alır da, Büyükşehir durur mu?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi de şubat ayında iki adet A6 3.0 Multitronic satın almış. Pendik Belediye Başkanı A8’e binerken, elbette ki, koskoca Büyükşehir Belediye Başkanı A6’ya binmez. Zaten bu otomobillere de o binmeyecek. Belediyede müdürler kullanacakmış. Beheri 70 bin Euro.

Tabii belediyenin üzerinde gözükmesin diye bu otomobillerin ruhsatları da Belbim (İstanbul Belediyeleri Bilg. İşl. San. Tic A.Ş.) adına çıkarılmış.

Anlayacağınız belediyelerimizin ayranı yok içmeye. Ama tahtırevandan pek bir hoşlanıyorlar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Çağdaşlaşamayanlar çağdaşlaşmadan korkmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku