Eyüp Can

‘Nazi savunması’nı kim yaptı?

17 Ağustos 2010
12 Eylül Anayasası değişsin.<br><br>“Değişmesin” diyen var mı? Ben şimdiye kadar duymadım.

Peki, 12 Eylül’de yapılacak referandumdan ‘evet’ çıkarsa 12 Eylül darbe anayasası gerçekten değişmiş mi olacak?

* * *

Politik görüşünüzün ne olduğunun bir önemi yok.

Bir an için bırakın şu giderek bel altına inen referandum tartışmasını?

Diyelim ki gerçekten de ‘evetçiler’in savunduğu gibi demokratikleşme yolunda ‘yetersiz de olsa’ bir adım atılmış olsun.

13 Eylül günü biraz daha demokratik bir ülkeye uyanmış olalım.

Peki ya 14, 15, 16, 17 Eylül?

Ölümüne referandum kavgasından sonrasını düşünen yok.

Oysa gerçek hayat 12’sinde değil sonrasında başlıyor.

* * *

Pazar akşamı Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le konuştum.

Referandumun yargıyı ilgilendiren iki kritik maddesiyle ilgili epey tartıştık.

Fakat rahmetli Hrant Dink davasıyla ilgili anlattıkları, bana HSYK ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişikliklerden çok daha önemli geldi.

Neden mi?

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti Adalet Bakanı olarak Dışişleri Bakanlığı’nın, tüm bakanlıkların görüşünü alarak AİHM’de verdiği Nazi örnekli Hrant Dink savunması için çok açık “SAVUNULAMAZ” dedi.

* * *

İyi ama Adalet Bakanı’nın ‘savunulamaz’ bulduğu savunmayı kim hazırladı?

Sadullah Ergin acı acı güldü.

Adalet Bakanlığı’na bağlı bir hukukçu!

Acı ama gerçek.

* * *

Mesele bir parça teknik, biraz karmaşık.

Ama çıkan sonuç şu:

Anayasayı istediğiniz kadar değiştirin, eğer zihniyet değişmiyorsa işiniz çok çok zor.

Rahmetli Hrant Dink’in ifade özgürlüğü çerçevesinde savunulabilecek hiçbir şekilde şiddet içermeyen yazısı 301. madde değiştirilmiş olmasına rağmen AİHM’de Nazi örneği gibi insafsız bir karşılaştırmayla Adalet Bakanlığı hukukçuları tarafından savunulabiliyor.

Hrant’ı bile bile ölüme göndermiş olmamız yetmiyormuş gibi ailesi ve anısına da saygısızlık yapılıyor.

Hem de bakanın savunulamaz bulduğu bir savunmayla!

* * *

Dahası var.

Esas üzerine düşünmemiz gereken şu:

301. madde AB kriterleri de dikkate alınarak palyatif bir çözüm önerisiyle değiştirildi.

Dava açma yetkisi Adalet Bakanlığı’na verildi.

Verildi de ne oldu?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi “Kırıcı, şoke edici ve rahatsız edici fikirler, silahlı direniş ve isyana teşvik etmediği müddetçe savunulabilir” dediği halde her türlü fikir beyanı 301. madde kapsamına sokuluyor.

Meğer 301’le ilgili bakanlığa gelen dosyalarda bir azalma değil tersine artış olmuş.

Sayı binin üzerinde.

Bakanlık, savcıların gönderdiği dosyaların yüzde 93’ünü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni dikkate alarak geri çevirmiş.

* * *

301’le ilgili çok sayıda davanın gündeme gelmiyor oluşunun sebebi bu.

Allah’tan 301. madde palyatif de olsa değiştirilmiş, bir de bakanlık izni olmasa ne olurdu?

Fakat Ergin “Esas sorun, değişikliğe rağmen bu kadar çok dosyanın bize geliyor oluşu” diyor.

Adalet Bakanı hukukçuları bile Adalet Bakanı’nın savunulamaz bulduğu savunmalara imza atabiliyor.

Bir an olsun kavgayı bırakın, referandum tartışmasına bir de bu açıdan bakın.

Çünkü zihniyet değişmeden tek başına yasaların değişmesi yetmiyor. 
Yazının Devamını Oku

İstenmeyen ‘kuşkulu misafir’ nasıl ‘onur konuğu’ oldu

15 Ağustos 2010
CNN’in anketine göre Amerikalıların % 68’i ikiz kulelerin yanına yapılacak camiye karşı. ‘Sıfır Noktası’ olarak nitelenen Dünya Ticaret Merkezi’nin 11 Eylül terör saldırısıyla yerle bir olması, Amerikan halkında çok büyük bir travma yarattı.
Manhattan’da ikiz kulelerin iki blok yanına yapılacak camiye tahammülsüzlük işte bu travmadan kaynaklanıyor.
* * *
Ama bakın önce New York Belediye Başkanı Bloomberg, ardından Obama, seçim sürecine girilmiş olmasına rağmen, Beyaz Saray’da verilen iftarda projeye destek verdi.
“11 Eylül’de orada sevdiklerini kaybedenlerin acısı tarifsiz. Sıfır Noktası bizler için kutsal bir nokta. Ancak Müslümanların da herkes gibi kendi kutsal mekânlarını inşa ve ibadet etme hakları var. Terörizme karşı savaşı sadece toleransla değil bizden farklı olana saygı göstererek kazanacağız. Amerika’yı Amerika yapan bu...”
* * *
Popülaritesi baş aşağı giderken bir politikacının Amerikalılar için çok hassas bir konuda bu kadar açık ve cesur bir tavır alması, bırakın toleransı “Amerika’ya İslam’ı kullanarak saldıranları, Müslümanlara ve İslam’a saygı göstererek yeneceğiz” demesi gerçekten şaşırtıcı...
Nitekim 11 Eylül kurbanlarının yakınları ve siyasetçilerin Obama’ya tepkisi çığ gibi büyüyor...
Amerikalıların gözünde Müslümanlar “kuşkulu misafir”, oysa Obama onları iftar yemeğinde “onur konuğu” olarak ağırladı.
Halkın % 68’ini karşısına almak pahasına “yan yana yaşamaktan yana” tavır aldı.
* * *
Şimdi gelelim Türkiye’ye...
AK Parti iktidarını ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı her konuda eleştirebilirsiniz...
Otoriter eğilimli olması, sert üslubu, bürokraside kadrolaşma vs.
Fakat bir konu var ki “Sezar’ın hakkı Sezar’a...”
* * *
Yıl 1997.
Trabzon’da Rahmi Koç öncülüğünde bir “çevre sempozyumu” düzenlenecek.
Koç özellikle denizlerdeki çevre kirliliğine dikkat çekmek için Patrik dahil tüm misafirlerini bir tekneye bindirip Trabzon’a doğru yol alıyor.
Fakat o da ne!
Dönemin Trabzon Valisi İsmet Gürbüz Trabzon Limanı’na yanaşan ziyaretçilerin karaya çıkmasına bir türlü müsaade etmiyor.
Çünkü milliyetçi bir grup limanda Patrik’i “Pontus Rum Devleti kuracağı” gerekçesiyle protesto ediyor.
Vali güvenliği sağlayamam gerekçesiyle “istenmeyen kuşkulu misafirin” Trabzon’a ayak basmasını resmen engelliyor.
* * *
Çok değil 13 yıl önce yaşandı bu olay.
Ama asıl vahim olan ne biliyor musunuz?
Meğer dönemin içişleri bakanı, valiyi “gizli” bir yazı ile uyarmış.
O yazıyı yıllar sonra gözlerimle görmesem inanmazdım.
Bu ülkenin İçişleri Bakanlığı, bu ülkenin en önemli işadamının organize ettiği çevre sempozyumunu, resmen “Pontus Rum faaliyetlerine dönük” olmakla suçlamış.
Patrik’in kesinlikle Trabzon’a ayak basmaması istenmiş.
Vali ne yapsın...
Bu devletin çok iyi bildiği bir taktikle hemen milliyetçi bir grup organize ettirmiş.
Salmış organize kalabalığı limana ve çevre sempozyumu için Trabzon’a gelme gafletinde bulunanları gerisingeriye püskürtmüş.
Rahmi Koç misafirlerine karşı mahcup, ama elden ne gelir, kırmış rotayı denize...
* * *
İşte o gün Trabzon’a ayak basamadan dönen Patrik bugün Sümela Manastırı’nda ilk kez ayin yönetecek.
Dahası akşama Trabzon Valisi ve Sanayi Odası’nın davetlisi olarak iftara katılacak.
13 yıl önce istenmeyen “kuşkulu misafir” bugün Trabzon’da “onur konuğu” olacak.
Türkiye “İnanç Turizmi” vesilesiyle farklı din, dil ve kimlikleri kucaklayan yeni bir inanç haritasına doğru yol alabilir...
Her türlü inanç ve inançsızlığın özgürce yaşandığı bir ülke olabilir...
Yeter ki korkular yerini güven ve farklılıklara saygıya bıraksın.
New York ya da Trabzon fark etmiyor...
Bir yerde istenmeyen kuşkulu misafir, diğer yerde kendi istenmeyenini yaratıyor...
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin İnanç Haritası

14 Ağustos 2010
YILLARDIR Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘İnanç Turizmi’ der durur...<br><br>Kimse kusura bakmasın...

Farklı inançlara yeterince saygı göstermeyen bir ülkede ‘İnanç Turizmi’ olmaz.

Eğer siz her ağzınızı açışta nüfusunuzun %99’unun Müslüman olmasıyla övünüyorsanız orada ‘İnanç Turizmi’ nden bahsedilemez...

* * *

Ha Kâbe’ nin anahtarları elinizdeyse o ayrı...

Yazının Devamını Oku

Kadına kadın diyemeyen zihniyet

13 Ağustos 2010
KARISINA ‘karım’ kocasına ‘kocam’ diyemeyenlerin ülkesi Türkiye...

‘Eşim...’

‘Beyim...’

* * *

Bazıları için bu bir nezaket göstergesi.

Yazının Devamını Oku

Devlet güvenliği özel hayatın güvenliğine karşı

11 Ağustos 2010
Telefonlarınız dinleniyor...

Ya da siz öyle zannediyorsunuz...

Her türlü yazışmanız takip altında...

Eşinizle mahrem mesajlaşmanız bile güvende değil...

Ne yaparsınız?

Yazının Devamını Oku

Savaşın iki yüzü: Erotizm ve Pornografi

10 Ağustos 2010
BAZEN bir fotoğraf yüzlerce sayfalık yazılı metne bedel.<br><br>Hele de bu fotoğraf ‘savaşın yüzü’ ise... * * *

Time dergisi geçen hafta çok sarsıcı bir kapak fotoğrafı yayımladı.

Gerçi fotoğrafa eşlik eden ‘Afganistan’dan çıkarsak ne olur?’ sorusu en az kocası tarafından burnu ve kulakları kesilmiş Ayşe’nin ‘ürkütücü güzelliği’ kadar tartışmalıydı ama sonuçta Time  hedefi 12’den vurdu...

25 yıl önce National Geographic dergisinin yayımladığı zihinlerimize kazılı ‘Afgan Kızı Şerbet’i adeta tahtından indirdi.

* * *

Artık dünya medyası için Afganistan deyince Steve McCurry’nin 1985 yılında bir göçmen kampında çektiği Şerbet’in tüm dünyaya şaşkınlık içinde bakan yem yeşil bakışları yok.


Jodi Bieber’ın önceki hafta estetik ameliyat öncesi fotoğrafladığı, burunsuz-kulaksız güzelliğiyle tüm dünyayı şaşkına çeviren Ayşe’si var.

Oysa Afganistan’da çeyrek asırdır devam eden savaşdan dolayı Şerbet ve Ayşe’den çok daha fazlası var.

* * *

Dedim ya bazen bir fotoğraf yüzlerce sayfalık yazılı metne bedel.

Hele de bu fotoğraf ‘savaşın yüzü’ Afganistan ise...

* * *

Time’ın kapağı tam da Amerikan Senatosu’nda Afganistan’a gönderilecek takviye kuvvetler ve ek savaş harcamaları konuşulurken gündeme geldi...

Dahası sızdırma haberleriyle gündemi sarsan wikileaks sitesinin Afganistan Savaş Günlükleri’nin yayımlamasından hemen sonra, Amerika’da savaşa dair ciddi kuşkular oluşmuşken geldi.

Tam da Amerikalılar ‘N’apıyoruz biz Afganistan’da?’ sorusunu yüksek sesli dile getirirken Time,  çok bilinçli bir tercihle, Ayşe ’nin ürkütücü güzelliğini kapağa taşıyarak, kafaları karıştıran sorulara yüksek perdeden çok etkileyici bir cevap verdi.

Adeta Amerika’nın Afganistan’ı işgalinin gerekçesini sundu.

* * *

Afganis-tan’da başlattığımız savaşa devam etmezsek herkesin sonu Ayşe gibi olur demeye getirdi.

Ayşe’yi Afganistan savaşının yüzü yaparak Afganistan’ı Şerbet üzerinden okumaya alışmış zihinlerde işgali meşrulaştırdı.

Kadın bedeni ve tek bir kare fotoğrafın gücünü kullanarak wikileaks’in iki hafta önce yayımladığı 92 bin sayfalık savaş suçu niteliği taşıyan çok gizli belgeyi yerle bir etti.

Bu yüzden iletişim uzmanları Time dergisini ‘savaş pornosu’ yayımcılığı ile suçluyor.

* * *

‘Savaşın pornosu olur mu?’ demeyin...

Afganistan’da yaşanan 25 yıllık savaşın özeti olarak sunulan şu iki fotoğrafa bakıp hangisi erotik hangisi pornografik siz karar verin?

Bazen bir fotoğraf yüzlerce sayfalık yazılı metne bedel...

Peki ya iki fotoğraf?
Yazının Devamını Oku

İsa’nın son, Buffett’ın ilk yemeği

8 Ağustos 2010
HER şey 5 Mayıs akşamı New York’ta gizlice düzenlenen bir akşam yemeği ile başladı.

O gece Amerikalı 40 milyarder, niye çağrıldıklarını bilmeden Warren Buffett ve Bill Gates’in davetlisi olarak Rockefeller Başkanlık Sarayı’nda bir araya geldi...
Yemekler yendi, içkiler içildi...
47 milyar dolarlık kişisel servetiyle dünyanın en zengin işadamlarından biri olan Warren Buffett söz alıp ayağa kalktı...
“Bu gece burada bir araya gelmemizin çok özel bir sebebi var. İsa’nın havarileriyle yediği son yemeği (last supper) hatırlayın. Tıpkı onun gibi... Ama bu bizim ilk yemeğimiz. Çünkü sizlerden kişisel servetlerinizin en az yüzde 50’sini bağışlamanızı istiyorum...”
Derin bir sessizlik kapladı odayı...
Yanlış mı duymuşlardı?
Herkes göz ucuyla birbirine baktı...

Yazının Devamını Oku

İşte gerçek Kürt isyanı

7 Ağustos 2010
GÜNLERDİR o çığlığı kim atacak diye bekliyordum...<br><br>O Kürt kim olacak?

Kim kafa tutacak ‘halkların kardeşliği’ adına Kürt’ün Kürt’e yaptığına...
Kim isyan edecek?
Kim başlatacak gerçek Kürt isyanı’nı.
* * * 
Önceki gün ‘LANET OLSUN’ diye haykıran o ses Diyarbakır’dan geldi.
İsyan bayrağını eski Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu açtı.
Kol kırıldı ama yen içinde kalmadı.

Yazının Devamını Oku