Tama mezarında hatırladığım edebiyatın o en trajik sahnesi

Geçen çarşamba günü arabamız Tokyo’nun kuzeyine doğru gidiyor.

Haberin Devamı

Biraz sonra tam karşımızda Fuji Dağı’nı görüyoruz.

Bir saat sonra Tokyo’da bir zamanlar seçkinlerin yaşadığı Tama kasabasındayız.

Devasa binaları bitmiş, yerini tek katlı, iki katlı evler almış.

Ve beş dakika sonra yıllardır gitmek istediğim yerdeyiz...

Tama Mezarlığı...

*

Burası hayatım boyunca beni en çok etkileyen yazarlardan biri olan Yukio Mişima’nın mezarının bulunduğu yer...

Mezarlığın etrafında duvar yok...

Gördüğüm en bakımlı, en sade mezarlıklardan biri...

Tama mezarında hatırladığım edebiyatın o en trajik sahnesi

Mezarlığın girişinde parselleri ve numaralarını gösteren büyük pano var, ama üzerinde Mişima’nın mezarının bulunduğu yeri gösteren herhangi bir ibare yok.

Haberin Devamı

Buna hiç gerek yok çünkü benim gözümün önünde yıllardır fotoğraflarına baktığım o basit mezar taşı var.

Yüzlerce anonim mezar arasında bile görsem hemen tanırım.

*

Parsellerin arasındaki geniş yolda yürümeye başlıyoruz.

Yolun iki tarafı kiraz ağaçları ile kaplı.

Havanın aniden soğuması ve yağmur nedeniyle Tokyo’da tam göremediğimiz sakura mevsimi buraya eksiksiz gelmiş.

*

Fakat bir tuhaflık da var.

İnsana sanki bir hazan mevsiminde olduğu izlenimi veren bir rüzgâr esiyor. Sanki bir Kabuki tiyatrosundayız ve ilahi bir güç bana Mişima ile ilk buluşmamın dekorlarını hazırlamış.

Zamansız dökülen kiraz çiçekleri ayaklarımızın altında uçuşarak bu dekoru tamamlıyor.

Biraz sonra o büyük yazarın mezar taşını görüyorum ve hemen tanıyorum.

KİMİTAKE HİRAOKA’NIN SON 24 SAATİ NASIL GEÇTİ

MİŞİMA’nın mezarının başına geliyoruz.

Tam ortada bir taş...

Üzerinde Mişima’nın adı yazıyor.

Hemen yan tarafta ise ailenin hikâyesini anlatan bir başka taş daha var.

Taşların üzerinde Mişima’nın gerçek adı yazıyor.

Kimitake Hiraoka...

Mezarlığa Sabah gazetesinin ekonomi servisi şefi Şeref Oğuz’la gittik...

O videoya kaydederken ben de Mişima’nın yıllarca önce Hürriyet’te yazdığım hikâyesini bir kere daha anlattım.

Yani ülkesinin yıkımı karşısında kaybolup gitmiş adamın son gününün hikâyesini...

Haberin Devamı

Buna edebiyat tarihinin en trajik final sahnesi de diyebilirsiniz...

25 KASIM 1970 SABAHI GENELKURMAYDA BİR ODA

Milli savunma bakanlığının önünde duran arabadan dört erkek indi. Birinin elinde deri bir çanta vardı. Çantanın içinde 17’nci yüzyıldan kalma değerli bir kılıç bulunuyordu. Adamların dördünün de üzerinde üniforma vardı. Ama bu Japon ordusunun klasik üniformalarına benzemiyordu.

Hiçbir engelle karşılaşmadan, genelkurmay başkanının odasına girdiler. Çünkü iki gün önceden, çantadaki değerli kılıcı göstermek için komutandan randevu almışlardı.

Komutan kılıcı kınından çıkardı ve kendisini mest eden o parıltılı ışığını hayranlıkla seyretmeye başladı. İşte tam o sırada, hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu.

Haberin Devamı

25 Kasım 1970’ti ve o gün, edebiyat tarihine işte o kılıcın çıkışından sonra yaşananlarla geçti. Ama önce bir gece öncesine dönelim.

24 KASIM AKŞAMI YEMEKTE DÖRT KİŞİ

Yukio Mişima, 24 Kasım akşamı dört arkadaşı ile birlikte yemeğe gitti. Son kitabını o gece bitirmeye kararlıydı... Eve döndü, sabaha karşı bitirdiği kitabın elyazmasını masanın üzerine koydu. Yayıncısı o sabah gelip elyazmasını alacaktı.

Sonra duş aldı, sinekkaydı tıraş oldu. Pamuklu kumaştan bir külot giydi. Çıplak bedeni üzerine, kendi kurduğu Kalkan Derneği’nin üniformasını geçirdi. Bu dernek, 100 kişiden oluşan bir mümin ordusunun adıydı... Kaybettiği emperyal gururu Japonya’ya yeniden kazandırmaya azmetmişlerdi.

Haberin Devamı

Çalışma odasından ayrılmadan önce masanın üzerine bir kâğıt parçası bıraktı. Üzerinde sadece şu cümle vardı: 

“İnsan yaşamı kısa, ama ben hep yaşayacağım...”

Kapıyı kapattı ve çıktı.

Kapının önünde yepyeni bir araba duruyordu ve içinde dört kişi onu bekliyordu.

Hepsinin üzerinde de Kalkan Derneği’nin üniforması vardı.

Tama mezarında hatırladığım edebiyatın o en trajik sahnesi

BÜTÜN BİRLİKLERİ TOPLA KONUŞMA YAPACAĞIM

GENELKURMAY başkanı kılıcı hayranlıkla seyrederken, Mişima’nın iki yoldaşı üzerine atladı ve kıskıvrak yakalayarak bir sandalyeye bağladı.

Mişima, generalden bütün birliklerin meydana toplamasını istedi. Balkona çıkıp onlara tarihi bir konuşma yapacaktı.

Reddederse generali öldüreceklerdi.

Birlikler aşağı toplandı, Mişima balkona çıktı ve Japonya’nın ruhsuzluğunu anlatmaya başladı:

Haberin Devamı

“Sizin için ruhun öldüğü bir dünyada sadece yaşamak mümkün müdür?”

Aşağıdan küfürler yükseldi.

Yumruklarını sıkmıştı, yüzü asabi bir biçimde gerilmişti. Ellerini kollarını sallıyordu ve mimikleri feciydi.

KILIÇ HAVAYA KALKTI VE SONRA BOYNUNU BEDENİNDEN AYIRDI

KONUŞMASINI tamamlayınca içeri girdi, sandalyeye bağlı generalin bir metre ötesinde yere oturdu. Kısa kılıcı aldı ve karnına sapladı... Seppuku, yani samuray intiharı başlamıştı.

Gerçek bir samurayın ölümü iki aşamalı olur. O bıçağı karnına sapladığında, yoldaşı ikinci bir hareketle onun kafasını gövdesinden ayırmalıdır.

Bu işi yoldaşı Morita yaptı. 17’nci yüzyıldan kalma kılıcı aldı, gözleri yaşla dolmuştu ve elleri titriyordu. İki-üç defa indirdi, ancak başını kesmeyi başaramadı.

Öteki yoldaşı Furu-Koga, “Ver” dedi, kılıcı alıp bütün gücüyle Mişima’nın boynuna vurdu.

Aynı anda Morita da yere diz çöktü ve Mişima’nın elinden aldığı küçük kılıcı karnına sapladı. Samuray kanununda, “seppuku”nun yarıda kalması diye bir şey yoktur. Tamamlama görevi yine Furu-Koga’ya düştü. Bir vuruşta Morita’nın başını da kesti. Elleri bağlı general öne doğru eğildi ve Budist duasını mırıldanmaya başladı:

“Namu Amida Butsu...”

Savaş Sonrası Japonya’nın en önemli yazarlarından Mişima’nın “seppuku”su böyle gerçekleşti.
 

ŞİMDİ AĞLAYIN, AMA KAPILAR AÇILDIĞINDA KENDİNİZİ TUTUN

İNTİHAR sessizliğini generalin sesi bozdu: Mişima’nın ağlamakta olan üç yoldaşına, “Doyasıya ağlayın, fakat kapılar açıldığında kendinizi tutun” dedi.

Bir süre sustu ve devam etti:

“Bu naaşları doğru dürüst örtün”.

Son cümlesi ise bir komutan emiri oldu:

“Beni astlarıma böyle kıskıvrak bağlı mı göstereceksiniz?”

Bağları çözüldü...

HİKÂYEM BİTTİĞİNDE NİYE HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLIYORDUM

HİKÂYEM burada bitti. Şeref Oğuz, kameranın stop tuşuna bastı. O an ağlamaya başladım.

Bir yanda büyük bir hayranlık...

Defalarca Nobel’e aday gösterilmiş muazzam bir edebi deha...

Öte yandan trajediye dönen kanlı bir sahne...

Milliyetçilik, vatanseverlikle ve faşizm arasındaki sınırın ne kadar tehlikeli ve engebeli olduğunu anlatan bir hayat.

Antihümanizm suçlamaları...

Bir başka istikametten gelen, pek de sevmediğim üniformalı bir tür askeri disiplin...

Ama bir başka köşede gördüğüm İkinci Dünya Savaşı’nın kayıp çocuklarının hüzünleri... Ve kitaplarını hayranlıkla okuduğum o büyük yazar...

“Mişima neden beni böyle büyük bir hayranlıkla, hayal kırıklığı arasındaki karanlık gettoda yapayalnız bıraktın...”

Böyle dedim ve sonra ayaklarımın altında savrulan kiraz çiçekleri arasında arabaya döndüm...

Nedense dönüş yolu bana çok daha kısa geldi...

 

ÖLÜMÜNDEN SONRA KİMLER NELER DEDİ

MİŞİMA’nın ölümü çevrede çok tuhaf karşılandı..

*

Başbakan sadece, “Deliydi o” dedi.

*

Oğlunun ölümünü radyoda öğle haberlerinde öğrenen babasının tepkisi ise şu oldu:
“Başıma ne işler açacak şimdi. Yetkililerden özür dilemem gerekecek.”

*

Olayı bindiği takside öğrenen eşi şunu söyledi:
“Bekliyordum ama bu yıl değil...”

*

Tek farklı ve cesur tepki ise annesinden geldi:
“Ona acımayın. Hayatında ilk kez, yapmayı arzu ettiğini yaptı...”

Tama mezarında hatırladığım edebiyatın o en trajik sahnesi

TÜRKÇEDE MİŞİMA KİTAPLARI

CAN Yayınları, Mişima’nın kitaplarını yeniden yayınladı. Ayrıca Marguerite Yourcenar’ın ‘Mişima Ya da Boşluk Algısı’ (Çeviren: Haldun Bayrı, Ağustos 2011) adlı harika kitabını da yayınladı. Yukarıdaki yazıyı Yourcenar’ın bu kitabındaki bilgilerden yararlanarak yazdım. Ancak kurgusunu biraz değiştirdim.

BENİ DARMADAĞIN EDEN KAVRAMLAR

YOURCENAR’ın kitabının her bölümünde harika kavramlar okudum. Beni darmadağın eden bazılarını sizlerle paylaşmak isterim.

“Sevme susuzluğu”
“Darmaduman teslimiyet”
“Zıvanadan çıkmış disiplin”
“Şeylerin tuhaflığı”
“Kıskançça ve çılgınca sevilme”
“Şahsiyetlerin yakışıksızlığı”
“Bakışın çıplak tenle sefil teması”
“Azar azar ölmek”
“Gölgemden kurtulmuştum”
“Hususi çirkinlik”

GELECEK HAFTA İÇİN BİR NOT

BU geziyi Kültür ve Turizm Bakanı’nın daveti üzerine yaptım. Orada açılan Topkapı eserlerinden oluşan harika sergiyi gezdim.

Gerçekten Osmanlı’yı anlatan harika bir sergi olmuş.

Gelecek hafta onu ve bir de Topkapı Müzesi uzmanlarından Sibel Alpaslan Arça’dan dinlediğim hikâyeyi ve bugünlerde Prof. Selçuk Esenbel’in çevirmekte olduğu çok güzel bir kitabı anlatacağım.

Yazarın Tüm Yazıları