İnsanlık tarihinin yüzde 1’i işte bu taşlarla başlıyor

BUGÜN Göbeklitepe’deyiz... “Orası neresi” diye sorarsanız cevabım şu... “Bilebildiğimiz insanlık tarihinin başladığı yer...”

Haberin Devamı

İnsanlık tarihinin yüzde 1’i işte bu taşlarla başlıyorO yüzden buraya “İnsanlığın sıfır noktası” deniyor...

*

Şöyle düşünün...

Yeryüzünde 4 milyar yıldan beri canlılar yaşıyor.

Bunun yüzde 99.99’unda bildiğimiz insan yok.

Geriye kalanının yüzde 99’undaki insanı da henüz tam olarak bilemiyoruz.

Geriye kalıyor insanlık tarihinin yüzde 1’i...

İşte o tarih burada başlıyor.

Yani milattan önce 10 bininci yıldan itibaren...

İnsanlık için çok kısa, ama tarihi için çok uzun bir sıfır noktası burası...

Ve bu taşlar bize işte o hikâyenin “başlangıcını” anlatıyor.

*

Şanlıurfa’yı Göbeklitepe’ye bağlayan yolda ilerlerken, heyecanım da artıyor.

Burayı bulan Klaus Schmidt’i hatırlıyorum.

Bir Türk için ne ayıp bir şey... Burayla ilgim, National Geographic’de okuduğum yazılarla başlamıştı.

Haberin Devamı

Yıllardır buraya gelmeyi istiyordum, mümkün olmamıştı.

*

Bir noktaya kadar araba ile gidip, sonra hafif eğilimli ahşap bir yoldan yukarı çıkıyoruz.

Son yıllarda gördüğüm o tente bana artık çok akraba, ama içinde göreceğim şeyin heyecanı giderek büyüyor.

Ve işte fotoğraflardan tanıdığım Göbeklitepe karşımda...

BAKANIN ÖNÜNDE FATİH ALTAYLI İLE TARTIŞMA

İnsanlık tarihinin yüzde 1’i işte bu taşlarla başlıyor

GÖBEKLİTEPE kalıntılarına bakarken Fatih Altaylı, çıkarılan eserleri yağmurun etkisinden korumak için Almanların yaptığı tente çadırı beğenmediğini söylüyor.

“İhaleyi alan Alman firma, burası için özel bir çalışma yapmadı. Almanya’da bir futbol sahasını örtmek için yaptığı projeyi aynen buraya uyguladı” diyor. Bakan bir görüş bildirmeden dinliyor.

Benim görüşüm ise farklı.

Kazıda çıkarılan eserlerin üzerine yapılan tentenin projesini çok beğendim. Hem estetik olarak, hem mühendislik olarak bana çok iyi göründü.

Ayrıca, kazı yerinin etrafını gezmek üzere yapılan 360 derece platform da çok kullanışlı.

BİLMECE: ŞANLIURFA’DA ‘LEĞENİNİ AL DA GEL’ YAZISI GÖRÜNCE NE ANLARSIN

BİR İzmirli olarak Şanlıurfa girişinde ilk dikkatimi çeken şey, bir köprüye asılmış devasa pankart oldu.

Haberin Devamı

Üzerinde “Acı Festivali” yazıyordu.  İsot bu bölgenin en önemli olaylarından biri.  Festivalin programı beni mahvetti...

- GÖBEKLİTEPE’DE İSOT HASADI: Festival Göbeklitepe güzergâhında bir köyde isot hasadı ile başlıyor.

- HÜLYA KOÇYİĞİT’LE İSOT: Hamarat Eller Çarşısı’nda isodun hazırlanışı gösterilecek.

- İSOT YÜRÜYÜŞÜ: Halk ve isotçu pazarı esnafı kortej yaparak şehri bir ucundan ötekine yürüyecek.

- İSOT KAHVALTISI: Tabii ki bir İzmirlinin programda en anlamadığı bölüm buydu. Nasıl yani isot kahvaltısı mı olur dedim. Evet olurmuş.

- İSOT YEME YARIŞMASI: İşte en çok ilgimi çeken madde. Orada olmayı ve ödül törenini seyretmeyi çok isterdim.

- ‘İSOTLA KİLO VERİLİR Mİ PANELİ’: Canan Karatay’sız bir acı festivali olur mu? Olmaz tabii... Karatay, isodun yararlarını anlatacak.

Haberin Devamı

- VE MUHTEŞEM FİNAL: ‘LEĞENİNİ AL DA GEL’ YARIŞMASI: Yok yok asıl merak ettiğim bu. Leğenini alıp geliyorsun veeee çiğköfte yapma yarışı...

--------------

NOT: Meraklısı için: Festival 23 Eylül’de başladı, 7 Ekim’e kadar devam ediyor.

YERDE YEMEK YERİNE MASAYI TERCİH EDEN DÖRT GAZETECİ

İnsanlık tarihinin yüzde 1’i işte bu taşlarla başlıyor

ŞANLIURFA ziyaretimiz El Ruha Oteli içinde doğal mağaradan düzenlenmiş restorandaki öğle yemeği ile başladı.

- Birincisi, sıra gecesi fotoğraflarından gördüğüm uzun yer sofrası şeklindeydi.

- İkincisi de yemek salonuna ayakkabılar çıkarılarak giriliyordu.

Hele hele benim gibi bağdaş kurmayı mümkünü yok beceremeyen biri için oldukça zor bir durumdu.

Ancak teamüle uydum ve ayakkabılarımı çıkarıp oturabildiğim kadarıyla oturdum.

Haberin Devamı

Yanımda Star gazetesi yazarı Ersoy Dede vardı.

Tabii ki muhafazakâr bir gazetede çalışmanın avantajını iyi kullandı.

Buna karşılık 4 gazeteci yan taraftaki masalı restoranı tercih etti.

Gammazcı olmamak için isimlerini vermiyorum.

- Biri, kâğıt baskısını durduran bir medya kuruluşunda yazıyor.

- Öteki iktidara yakın en büyük gazetenin yazarı.

- Üçüncüsü, Türkiye’nin en çok satan iki gazetesinden birinde yazıyor.

- Dördüncüsü ise eski gazeteci. Yeme-içme sektörünün en büyüklerinden biri ve yeni Kültür ve Turizm Bakanı’na danışmanlık yapıyor.

BELEDİYE BAŞKANI İLE ACI YARIŞMASI YAPACAĞIZ

TAM karşımda Vali Abdullah Erin oturuyor.

Mardin doğumlu olduğu için oturma ve bağdaş kurma kabiliyeti yüz üzerinden 100.

Haberin Devamı

Daha otururken ona “acı yarışması”nı soruyorum.

Yanında oturan Belediye Başkanı Nihat Çiftçi’yi işaret ediyor ve “Bu diyarın en acı yiyen insanı odur” diyor. “Bir Bulgaristan göçmeni çocuğu olarak ben de fena sayılmam” diyorum... Ama bana öyle hafife alır bir nazar atıyor ki, anında yarışmadan çekiliyorum. Yerime Türkiye’de tanıdığım en büyük acı yeme şampiyonu olan sanatçı Ahmet Güneştekin’i aday göstermeyi düşünüyorum.

Meksika gezisi sırasında onun en ağır Jalapeno biberi yiyişini seyrettim ki... Yanına yaklaşılamaz. Üstelik bölgenin çocuğu. İkisi kapışsın, daha acı olan kazansın.

ÇİGKÖFTE EFSANESİ

- EFSANEYE göre Nemrut, Hazreti İbrahim’i yakalatır ve ateşe atmak ister: “Bölgedeki bütün ağaçları kesip onunla dünyanın en büyük ateşini yakın. İbrahim’i de dağın tepesinden bu ateşe atın.”

Öyle yapılır ama ateş bir anda suya, odunlar da balığa dönüşür. Hazreti İbrahim kurtulur ama artık yemek pişirmek için bölgede hiç odun kalmamıştır.

Bunun üzerine kadınlar isotla çiğköfte yapmayı keşfeder. Yani eti bulgurla karıştırıp, isotla pişirmeyi...

Urfalılar bu efsaneyi anlatıp çiğköftenin anayurdunun burası olduğunu söylüyorlar.

BU MÜZEYİ TASARLAYAN, UYGULAYAN, UYGULATAN HERKESE BİNLERCE TEŞEKKÜR

İnsanlık tarihinin yüzde 1’i işte bu taşlarla başlıyor

ŞANLIURFA Müzesine daha adımımı attığım an, New York’ta Guggenheim Müzesine giriyormuşum gibi bir duyguya kapıldım...

Bunda, yukarı doğru daire şeklinde çıkan bir dolaşım tasarımının etkisi olabilir.

Ama bu müze çok farklı... Beni New York’a götüren duygu, buranın bugünün çağdaş müzecilik anlayışına tam uygun biçimde tasarlanması.

Burası ve biraz ilerisindeki Mozaik Müzesi, bugün dünyanın en modern müzeleri arasında rahatlıkla sayılabilir. Hepinize büyük bir coşkuyla “Mutlaka girip görün” diyorum.

MOZAİK MÜZESİ’NİN DOLAŞIM MÜHENDİSLİĞİNE HAYRAN OLDUM

ŞANLIURFA Mozaik Müzesi’nin dıştan görünümü bana önce itici geldi.

Ama müzenin içine girdiğim andan itibaren bu görüşüm tamamen silindi.

Dünyada gördüğüm en ilginç müze dolaşım mühendisliklerinden biri uygulanmış.

Müzenin en önemli özelliği, mozaiklerin bulunduğu yerin üzerine kurulması.

Yani yapıldığı yerin üzerinde altı şeffaf bir platformun üzerinde zikzak yaparak geziyorsunuz. Araya seyirlik küçük platformlar konulmuş. Olağanüstü bir müze burası.

MÜZEDE SEVDİKLERİM

- Dolaşma psikolojisini çok iyi yöneten bir anlayışı var.

- “Az daha çoktur” prensibini çok iyi uygulamış. Üst üste eserler arasında kaybolma yerine, ilgiyi az sayıda ama en önemli şeyler üzerine odaklamış.

- Göbeklitepe replikası çok başarılı. Göbeklitepe’nin o günküne uygun tamamlanmış hali müzenin ortasına birebir uygulanmış.

- taşların arasında dolaşmak insana çok farklı bir deneyim yaşatıyor.

- Klasik eser sergileyen müzecilik yerine, o dönemi yaşatan modern bir müzecilik anlayışı tercih edilmiş.

- Dış mimarinin tasarımına hayran oldum. Müze etrafını dolaşan yüksek sütunlu açık koridorlar, Atina Akropolis Müzesi’nden bile başarılıydı. Projeyi hazırlayan Nuran Demirtaş Mimarlık Ofisi’ni kutlarım. Ama tabii asıl bu projeyi kabul etme vizyonuna sahip olan ve fonları yaratan bakanlığa ve belediyeye de teşekkür ederim.

MÜZEDE BEĞENMEDİKLERİM

- Yaşayan dönemin anlatıldığı uygulamalarda, mekânlar ve çevre çok başarılı.

Ama insan olarak kullanılan mankenlerin yüz ve beden yapıları, özellikle de giysileri hiç inandırıcı değil.

- Müzenin ticari bölümleri çok sırıtıyor. Butikler müzenin modern havasından çok geride. Satılan objeler, çarşıdaki klasik hediyelik eşya dükkânlarındakinden farklı değil.  Müzede bulunan çok önemli bazı eserlerin replikaları hemen hemen hiç yok.

POŞU GÖZLEMLERİ

RENKLİ: MEZOPOTAMYA SİYAH-BEYAZ: ORTADOĞU

İnsanlık tarihinin yüzde 1’i işte bu taşlarla başlıyor

BU fotoğraftaki poşuları Şanlıurfa’nın Ulu Cami’sine giden çarşıda alıp taktık.

Gözlemlerim şu:

- İlk gözlemim: Poşu en çok ince yüzlü kadınlara yakışıyor.

- İnce yüzlü bir erkekseniz fena gitmiyor. Ama yuvarlak yüzlü iseniz pek olmuyor.

- Rengârenk poşu takarsanız Mezopotamyalı bir görünüm alıyorsunuz.
Klasik siyah-beyaz ise size klasik bir Ortadoğulu görünümü veriyor.

- Erkekseniz, rengârenk poşu takmaktan çekinmeyin.

POŞU EN ÇOK HANGİ GAZETECİYE YAKIŞTI

- ŞİRİN SEVER (Posta): Kesinlikle çok yakıştı. Poz verme sanatındaki cesareti, görüntüsünü daha da ortayla çıkardı.

- ŞELALE KADAK (Sabah): Renk seçimi harikaydı. Duruş 10 numara. Poz verme çok iyi.

- BEN: Cesur bir renk seçtiğim için kendimi kutluyorum. Ancak yüzümün hafif yuvarlaklığı dezavantaj olmuş. Kendime 7 puan verdim.

- TAYFUN TOPAL (Bakan danışmanı): Dezavantaj 1: Yüzü benim gibi yuvarlağımsı. Dezavantaj 2: Düzensiz sakal bırakmış. Dezavantaj 3: Üstelik bir de siyah-beyaz poşu seçmiş. Olmamış yani...

KAREDE GÖRÜNMEYEN POŞULULARIN PUANLARI

İnsanlık tarihinin yüzde 1’i işte bu taşlarla başlıyor

ÖZLEM GÜRSES (Posta): Kadın ve poşu teorimi destekliyor. Renk seçimi: 10 puan. Bağlama 10 puan. Poz: 10 puan.

- FATİH ALTAYLI (Haber Türk): O da siyah-beyazı tercih edenlerden. Benimki gibi. En fazla 7 puan.

- ERSOY DEDE (Star): Avantajı: Sakalı yok. Dezavantajı: Siyah-beyaz poşu seçmiş.. Puanı 7...

- ÇAĞDAŞ ERTUNA (Milliyet): Renk seçimi başarılı. Bağlama biçimi: Daha iyi olabilirdi. Taşıma derecesi: Cool tarzına uygun.

Yazarın Tüm Yazıları