Beni hiç aldatmayan bir kadının hikâyesi

YAZININ asıl başlığı “Beni hiç aldatmayan bir kadın, iki erkeğin hikâyesi” olmalıydı.

Haberin Devamı

Yaptıkları güzel işlerle, 20 yıldan uzun süredir en kötü anlarımızda bizleri güldürerek, düşündürerek, hüzünlendirerek, hayatımızı yaşamayı kolaylaştıran üç insan bunlar...

Beşiktaş Kültür Merkezi’ni kurarak, “Otogargara”, “Bir Demet Tiyatro” gibi harika oyunları ve dizileri hayatımıza sokan üç insan... Demet Akbağ, Yılmaz Erdoğan ve BKM’nin, işletme fakültelerinde “vaka” olarak incelenebilecek yöneticisi Necati Akpınar...

Geçen hafta BKM’nin hikâyesini anlatan çok güzel bir kitap çıkardılar.

İşte orada nasıl bir araya geldiklerini ve bütün bunları yaptıklarını anlatıyorlar.

Bir de Demet Akbağ’ın yaptığı bir mertliği... Dostluğu... Arkadaş ve sanatçı dayanışmasını...

İşte size o kitaptan “Beni hiç aldatmayan” üç insanın dostluk hikâyesi...

Beni hiç aldatmayan bir kadının hikâyesiSANA ÖYLE BİR ROL YAZDIM Kİ GİYİNECEK ZAMANIN OLMAYACAK

Haberin Devamı

- NECATİ AKPINAR ANLATIYOR: “Dikran Masis’in düğününe gittik.”

- YILMAZ ERDOĞAN ANLATIYOR: “Düğünde biz, yine kimsenin tanımadığı iki genciz.

Baktık Demet Akbağ da düğüne gelmiş. ‘Ben gidip konuşacağım’ dedim.

Yanına gittim konuşmaya başladık. Benim ‘yetenekli bir mizah yazarı olduğumu’ biliyordu. Fakat tiyatro kuran biri olmak elbette bambaşka bir şey.

‘Otogargara’yı anlattım. Birkaç gün sonra Demet’in evine gittim, oyunu okudum... Karşımda meşhur bir Demet Akbağ.”

***

- DEMET AKBAĞ ANLATIYOR: Yılmaz, ‘Benim yazdığım bir oyun var, onu sana vereceğim’ dedi.

Bahsettiği oyun ‘Otogargara’. ‘Bizim başlayabilmemiz için bir isme ihtiyacımız var.

Sen ‘Evet’ dersen, tiyatroyu bununla açacağız. ‘Yok’ dersen de biz tiyatroyu açacağız ama belki başka bir oyunla’...”

***

 - YILMAZ ERDOĞAN ANLATIYOR: “Demet’e Otogargara’yı okudum. Çok beğendi çok güldü ama ‘Bu oyunda bana rol yok, bu bir erkek oyunudur, otogar, şoförler...’ dedi. ‘Vallahi bizim sana düşündüğümüz rollerde senin giyinecek zamanın bile yok’ dedim.

Demet oynamayı kabul etti. Biz zar zor, borç harç, stresli bir süreç sonunda oyunu başlattık. BKM açıldı. Oyun günlük giderlerimizi karşılıyor, oyuncuların parasını ödeyebiliyoruz ama borcumuzu ödeyemiyoruz. Ne yapmalı diye kara kara düşünmeye başladık. Tam da o sırada Star TV kanalından Demet’e bir teklif geldi. O bize, ‘Hadi gidip konuşalım’ dedi. Gittik.”

Haberin Devamı

Beni hiç aldatmayan bir kadının hikâyesiBU ARKADAŞLARIM YOKSA BEN DE YOKUM

- YILMAZ ERDOĞAN ANLATIYOR: “Demet onlara (Star TV’cilere) ‘Bu arkadaş (Yılmaz) yazarsa, bu arkadaş (Necati) yaparsa ben oynarım’ dedi. Sadece iki-üç aylık tanışıklığımız olduğu halde Demet bize güvendi.”

***

- NECATİ AKPINAR ANLATIYOR: “Zaten Demet’le olan dostluğumuzun temeli o cümlesidir.”

***

- YILMAZ ERDOĞAN ANLATIYOR: “Elbette... Demet kendi başına hareket etseydi, başka bir şey yapsaydı, hiçbirimiz itiraz edecek durumda değildik...

1994-95 yılbaşı gecesi MTV-Meclis TV Yılbaşı Özel adında, daha sonra ‘Bir Demet Tiyatro’ya giden ilk bölümü yaptık. Yani ‘Tek bir hikâyeyi 7 yıl anlatırız’ diye bir düşüncemiz yoktu.”

***

Haberin Devamı

- DEMET AKBAĞ ANLATIYOR:Otogargara’nın provalarını yaparken ‘Bir Demet Tiyatro’ için o zamanki Interstar kanalından, Cem Uzan’dan ‘Gel sen burada bir program yap, bu kanalın yüzü ol’ diye bir teklif geldi. ‘Olurum ama ben şimdi bir oyunun provalarındayım, Yılmaz Erdoğan diye genç bir yazar var, onunla çalışıyoruz’ dedim. ‘Tamam sen kiminle istiyorsan onunla çalış’ dediler. Yılmaz da ‘Bu bizim arayıp da bulamadığımız şey, hemen kabul et, ben yazarım’ dedi.” 

TOMBALAK, LÜTFİYE ABLA VE MÜKREMİN ABİ NASIL DOĞDU

- DEMET AKBAĞ ANLATIYOR: “Yılmaz, yazdıklarından sonra aradı beni, adını da ‘Lütfiye Abla 1’ koymuş..

‘Bu kız zekice ama okuyamamış, yaşı geçkince, mahallede onu seven biri var. Orta sınıf bir ailenin hikâyesi’ diye tarif etti.

Haberin Devamı

Onun tanıdığı isimler, benim tanıdıklarım.. derken ekibi oluşturduk. Şimdi rahmetle anacağımız isimler de vardı aralarında.

‘Gürdal hikâyeyi anlatarak başlasın’ dedi. Tombalak koydu adını, bakkalın çırağıydı. ‘Bıçkın ağabey ben olurum’ dedi. Daha birinci bölümde o kadar eğlendik ki, ‘Bu kadroyu bulduk, bunu bir bölümde bitirmeyelim’ dedim.

Yılmaz, ‘İçinde senin ismin geçsin, Bir demet Tiyatro yapalım’ dedi. İkinci bölümü yaptık ama hikâye bitmiyor gerçekten. ‘Ben bu hikâyenin içine başka karakterler de dahil ederim’ dedi. Feriştah, Züleyha, Sekreter Billur, Avukat, Orkide vs oynadığım tüm karakterler öyle çıktı ortaya. Yılmaz bana gönderdiği senaryonun kenarına ‘Yeni bir tip yazdım Demetçiğim, ellerinden öper’ diye yazardı.”

Haberin Devamı

BAKANIN TELEFONU İLE BAŞLAYAN GÜZEL ŞEYLER

FAZIL Say’ın son zamanlardaki konuşmalarını izliyor musunuz...

Mutlaka izleyin. Çok barıştırıcı, çok bir araya getirici, çok insani şeyler anlatıyor. Bunun güzel sonuçları da oluyor.

Dün Hürriyet Cumartesi’de, İpek Yezdani’nin onunla yaptığı mülakatı lütfen okuyun.

Almanya’da aldığı Beethoven Ödülü’ne Kültür Bakanı Nabi Avcı’yı da davet etmişti.

Bakan telefon etmiş, aralarında çok güzel bir konuşma geçmiş.

Fazıl Say mülakatında, “Ben yanlışlardan dönülmesine ve tekrar dost olmaya ihtiyaç var diye düşünüyorum” diyor...

“Türkiye’nin insanlarının şu anda dost olmasını, birbirlerini anlamaya çalışmasını diliyorum” diyor... Çok yaşa Fazıl...

Lütfen bu yolda devam et...

***

NOT: Bir de Fazıl’ın konserleri ile ilgili bir şey anlatacağım. Ekonomi sayfasında okuyabilirsiniz.

BAK SEN ŞUNA, KİM HAİN O KARAR VERİYORMUŞ

SÖZCÜ Cumartesi’de Özlem Gürses’in köşesinde okudum.

Geçen hafta, Sıla’nın Yenikapı mitinginden sonra Davut Güloğlu’nun “İstemeyen s..tirsin gitsin” sözlerine karşı açtığı davanın duruşması varmış.

Ne demiş mahkemede Güloğlu biliyor musunuz....

“Ben o sözleri vatan hainleri için söyledim...”

Bak sen şuna... Arkadaş büyümüş, kellenmiş fellenmiş, egosu, kibri, bu ülkede “kim haindir” diye karar verecek kadar azmanlaşmış... Bak kardeşim...

Sana bir abi tavsiyesi... Hain dediğin kadın kadar mert ol, yaptığın bu densizlik için özür dile... Sana yakışan da budur...

Beni hiç aldatmayan bir kadının hikâyesi‘BETÖ’ KADROSU BİR EKSİĞİ İLE ORADAYDI

ÜNLÜ giyim markası Brooks Brothers İstinye Park’taki yeni yerinin açılışını yaptı.

Baktım, Türkiye’den tanıdığım bütün ünlü Brooks’çular oradaymış.

Sadece bir eksik vardı o da Kemal Derviş’ti...

Şimdi bir “Brooks Watchdog”u olarak açılışa katılanların analizini yapıyorum:

***

- RAHMİ KOÇ: Kırmızının tonu pantolon... Aynı renk yelek... Pantolon renklerinin de bulunduğu desenli bir ceket... Yakada her zamanki gibi bir çiçek... Tabii ki mendil...

Rahmi Koç sadık bir Brooks’çu... Ama son yıllarda Brooks Brothers çizgisindeki güzel değişimin en yakın takipçisi...

Ceket altı yelek modasını takip etmesi de dikkati çekiyor.

Hiç tartışmasız Rahmi Bey her zaman cesur bir “Fashion Pioneer”ı (uçbeyi)...

***

Beni hiç aldatmayan bir kadının hikâyesi- SEDAT ERGİN: Dünyada “En klasik, en sadık üç Brooks’çuyu say” derseniz... Adaylarım 1. Sedat Ergin, 2. Sedat Ergin, 3. Sedat Ergin... Dördüncü kim derseniz, birazdan onu da anlatacağım.

Sedat Ergin damardan Brooks’çu... Hürriyet’in Washington D.C. Temsilcisi olduğu ABD yıllarında başlayan “BETÖ” (Brooks Brothers Takip Örgütü) üyeliğini istikrarlı bir şekilde sürdürdü.

Brooks’taki değişim rüzgârlarını “revizyonizm” olarak değerlendiren püriten bir mürit.

***

Beni hiç aldatmayan bir kadının hikâyesi-MURAT YETKİN: Gazetecilikte Sedat Ergin ile aynı ekoldendir. Giyimde de Rahmi Koç ve Kemal Derviş’in başını çektiği bu paralel moda tarikatının mensubudur.

Ancak o da Sedat Ergin gibi değişim rüzgârlarına karşıdır. Onun uzmanlık alanı verev çizgili kravat ve mavi gömlektir... Tabii ki yakaları düğmeli olmak kaydıyla...  

O KARA PERDEYİ ÇEKTİREN CAHİL, MEMNUN MUSUN

BU yazıyı yazan insan... Yani ben...

Daha geçen hafta burada göğsünü gere gere, “Ne mutlu Türküm diyene” yazan insanım...

Bugün “Kürdüm, mutluyum” diyen sanatçı bir Kürt arkadaşıma yapılan kapkara haksızlığı yazacağım...

Ahmet Güneştekin’in “Kostantiniyye” adlı heykeli bir AVM’nin önüne dikildi.

İçeriye üç ayrı eseri daha konuldu.

Açılışı için yapılan törene ben de katıldım.

Ama cahil bir kafanın açtığı kampanya sonucunda sanatçı arkadaşım linç edilmeye başlandı.

Neymiş, burası İstanbul’muş... Kostantiniyye diye heykel dikilemezmiş.

O cahil yazdı, üç-beş kara cahil de heykelin önünde toplandı ve Valilik de “Güvenliği sağlayamıyoruz” diye heykelin üstüne kapkara bir çarşaf gerdirdi...

Heykel kaldırılıyor.

Be cahil adam... Tabii bilmezsin, bilemezsin... Kostantiniyye, bu şehrin Osmanlı’da kullanılan bir adıdır.

Sultanların, hatta Atatürk’ün bastırdığı sikkelerin üzerinde bile bu isim vardır...

O cahili bıraktım...

Ya bu ülkenin devlet erkânı... Bir sanatçısı, sanata yatırım yapan bir AVM sahibi üç-beş densiz tarafından linç ediliyor...

Ve koskoca devletim suspus....

Allahım biz nasıl bir ülke olduk böyle...

Yazarın Tüm Yazıları