Adını koyalım, o çuvalın rövanşı şimdi alınıyor

GAZETECİ İsmet Berkan, kurduğu “Gündem” adlı internet sitesinde dün işin adını koydu:

Haberin Devamı

“Afrin Türk silah sanayinin show room’u oldu...”

Kabul edelim ki hepimiz ordumuzun orada kullandığı yerli ve milli araç gereçle, mühimmatı gördükçe iftihar ediyoruz.

Üstelik öyle...

Sadece top mermisi değil...

Akıllı mühimmat... Akıllı roketler...

Öyle pırpır tayyare değil...

Son derece gelişmiş İHA teknolojileri...

Ve bunun arkasına konan siyasi bir kararlılık...

Öyleyse filmi geriye sarıp bir bakalım...

Önce Johnson mektubu vardı...
İsmet İnönü’ye yazılan...
Cevabı verilmişti ama sözlü bir cevaptı...

Sonra Kıbrıs harekâtı sırasında kesilen askeri yardımlar...
İlk milli silah sanayisinin küçük adımları o zaman atılmıştı...

Sonra PKK’ya karşı Kuzey Irak’ta başlatılan sınır ötesi operasyonlar...

Ve o ülkelerden gelen “Sattığımız silahları orada kullanamazsınız” tehditleri...

Sonra rahmetli Özal’ın TAİ’yi, ASELSAN’ı kurmaları...

Ve istediğiniz kadar muhalif olun, AKP ve Erdoğan’ın milli silah sanayisine verdiği aşırı önem...

Türkiye, işte bu ülke...

Kıbrıs harekâtı sırasında, uçağına koyacağı lastiği Libya’da almak zorunda kalan bu ülke...

Şimdi milli ve yerli mühimmatı, akıllı silahları ile Suriye’de savaşıyor...

Hadi öyleyse adını koyalım....
Hani o çuval olayı vardı ya...

Hürriyet’in ortaya çıkardığı o milli utanç...
Hepimizin içinde kalan o devasa ukde...

Onun rövanşı şimdi alınıyor...

Hem de 3-0 yenilgiden, 4-3 öne geçerek....


MARK FELT DİYOR Kİ: VATAN HAİNLİĞİ HAİN BİR İFADEDİR
HERKES Spielberg’ün “Post”unu konuşuyor ama bir film daha var... Adı “Mark Felt”...

“Post” filmini nihayet dün seyrettim. Filmin son sahnesi var ya...

Hani birtakım gizli adamlar bir ellerinde fenerlerle bir binaya giriyorlar ya... “Mark Felt” filmi de işte orada başlıyor...

“Post”ta gazetecilerin halkın bilme hakkı için mücadelesi anlatılıyor. “Mark Felt”te ise bir FBI görevlisinin “halkın öğrenme hakkı” için mücadelesi anlatılıyor.

O dönemde kendisine “vatan haini” deniyor ama 1984 yılında bir Cumhuriyetçi Başkan, Reagan onun kaybettiği bütün kamusal haklarını iade ediyor.

Her iki filmde de “vatan hainliği” kavramının ne kadar izafi ve uydurma bir kavram olduğu anlatılıyor.


PUTİN'E SORDUĞUM BALTACI SORUSU BU FİLMDE OLACAK MI
Adını koyalım, o çuvalın rövanşı şimdi alınıyor

DÜN itibariyle açıklandı.

HBO Rus Çariçesi Katerina’nın hayatını 4 bölümlük bir dizi yapıyor.

Katerina’yı Helen Mirren oynayacak.

Filmi “Crown” dizisinin yönetmeni Philip Martin yönetecek.

Tabii bunu duyunca iyi bir Türk olarak aklıma gelen ilk soru şu oldu:

Acaba filmde bizim milli hafızamıza yerleşmiş o “Baltacı Mehmet ile yatma” sahnesi olacak mı...

Yıllar önce Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin’e o soruyu sorduğumda çok sinirlenmiş ve bana açıkça “O sizin uydurmanız” demişti.

Ancak haberin biraz altını okuyunca anladım ki, bu Katerina o Katerina değil. Bizimki Petro’nun karısı “Birinci Katerina”ydı.

Bu ise bir başka Petro’nun karısı İkinci Katerina...

Büyük Katerina olarak da biliniyor.

Dolayısıyla iştahım yarıda kaldı...


KATERINA HELLEN MIRREN İSE BALTACI MUSTAFA KİM OLSUN
Adını koyalım, o çuvalın rövanşı şimdi alınıyor


YİNE de hayal kurmaya devam edebiliriz.

Film bizim bildiğimiz Birinci Katerina üzerine olsaydı...

Baltacı Mustafa’yı kim en iyi oynardı...



Muhteşem Süleyman’ı oynayan Halit Ergenç mi...
Diriliş Ertuğrul’da oynayan Engin Altan Düzyatan mı...
Payitaht’ın Abdülhamid’i Bülent İnal mı...
Kut’ül Amare’nin Süleyman Askeri’si Kaan Taşdemir mi...
Yoksa George Clooney mi... 

Adını koyalım, o çuvalın rövanşı şimdi alınıyor


BİR KADIN HAYATINDA KAÇ ERKEKTE GERÇEK HAZZI TADAR
FRANSA geçen hafta bir haberle sarsıldı.

Simone de Beauvoir’ın bir Fransız âşığına yazdığı aşk mektupları Amerikan Yale Ünivesitesi’ne satıldı...

Beauvoir bu mektupları 44 yaşındayken, kendinden 18 yaş küçük sevgilisi Claude Lanzmann’a yazmıştı. Lanzmann o sıralarda, Beauvoir’ın sevgilisi Sartre’ın bir nevi yardımcısıydı.

Adını koyalım, o çuvalın rövanşı şimdi alınıyor
Bir mektubunda şöyle yazıyordu: “Sevgilim çocuğum, sen benim bir insanın hayatında bir kere başına gelebilecek tek gerçek aşkımsın...”

Mektuplarında Sartre’dan hiçbir zaman gerçek erkek hazzını alamadığını da yazıyordu. Bu 112 mektup şimdi Yale Üniversitesi’nde.


AŞK MEKTUBUNUN SAHİBİ KİMDİR, YAZAN MI ALAN MI
Beauvoir’ın mektupları bir başka çok kritik soruyu gündeme getirdi.

Bir aşk mektubunun gerçek sahibi ve telif hakkı kimindir?

Mektuplar Claude Lanzmann’a gönderilmişti. Lanzmann bugün hâlâ yaşıyor ve 92 yaşında.

Yıllar önce hatıralarını yayınlamış, Beauvoir’la aşkını anlatmış, ancak bu mektupları yayınlayamamıştı. Çünkü Fransız hukuk sistemine göre aşk mektuplarının sahibi, “Mektubu yazan kişi”, yani Simone de Beauvoir...

Dolayısıyla şimdi o haklar, evlatlık edindiği kızına ait ve o kız da mektupların Fransa’da yayınlanmasına karşı çıktı ama Yale Üniversitesi’ne sattı.

Haberin Devamı
 

SON 24 SAATTE YAŞANANLAR

Yazarın Tüm Yazıları