İki gözümüzün Fener’i

Fenerbahçe ile ilgili aşina olduğumuz dönüp dönüp tekrar tekrar bi daha bi daha yaşadığımız ezber ettiğimiz şeyler var malum.

Haberin Devamı

Biz onlarla yaşamayı öğrenmişiz. Kanıksamışız. Şaşırmıyoruz artık. Üzülüyoruz. Çook üzülüyoruz ama hiç şaşırmıyoruz. En kötüsü de bu belki.

 

Aşkı becerebilen, sevmeyi sevilmeyi sevinmeyi en çok da üzülmeyi becerebilen ama ayrılığı bi türlü beceremeyen bi kulüp Fenerbahçe. Sorun ne olursa olsun, efendi gibi ayrılmayı beceremiyor. Vedalaşmayı, helalleşmeyi, sorunsuz bir ayrılığı beceremiyor.

 

AYRILIĞI BERBAT BİR BOŞANMAYA ÇEVİRMEK

 

Çok geriye gitmiyim. Ersun Hoca ile yolların ayrıldığı vakitlere bakmak kâfi.

 

O zaman da söylemiştim, tam olarak ne olduğunu ben bilemem diye. Nerden bileyim. Huzursuzluğun esasında kimden, kaynaklandığını; yönetimin, futbolcuların, Hoca’nın bu sıkıntıdaki payının ne kadar olduğunu da bilemem. Ama bildiğim bir şey vardı, o da, efendi gibi ayrılmayı beceremeyen ergen tavrın çok ayıp olduğuydu. İşi, berbat bir boşanmaya çevirmek, haklılığını ispatlamak için ağzına geleni söyleyebilmek, ses kayıtları filan sızdırmak çok ayıptı.

 

Haberin Devamı

“Bayan arkadaş” göndermelerini filan şurada tekrar etmeye utanıyorum. Ayrılıkta haklılığını ispatlamaya debelenenlerin yaptığı birinci şeydir bu sularda yüzmek. Bayan arkadaşmış. Lafa bak ayrıca.

 

Bu davranış kalıbının ikinci ayağı da mahallenin en güvenilir abisinin de aynen kendisi gibi düşündüğünü cümle âleme duyurmaktır. Kuyt’ın adının zikredilmesi bu yüzden tesadüf değildi. “Futbolcunun aile yaşantısı olacak karşim”cilerin “aile babası” olması hasebiyle çok sevdikleri Kuyt’ın “Hocayı iyi ki göndermişsiniz” demesini referans göstermek tam da bunu yapmak oluyordu. Kuyt öyle düşünüyor olabilirdi, bunu söylemiş de olabilirdi. Ama neden bu, bu biçimde açık ediliyordu bize?

 

EFSANELERLE BİLE VEDALAŞAMAMAK

 

Haberin Devamı

Çok geriye gitmiyim dedim çünkü biraz gitsem, bi iki adım daha atsam Alex’le yaşadığımız o berbat vedaya çarpacağım. İstanbulspor stoperi Yalçın’ı düğüm edip gol attığı dakikadan başlayarak, topu her ayağına aldığında bizi ayağa fırlatan adamla ayrılığımıza. Her duran topta kalbimiz çarptıran, izlemelere doyamadığımız adamla ayrılma biçimimize. O, hiç kalmak istemediğimiz bir arada; Alex’le Aykut Hoca arasında kaldığımız günlere.

 

Önce aralarında kaldık.

 

Sonra ikisiyle de, iki sevgilinin zamansız zorla ayrılması gibi ağlaya ağlaya ayrıldık.

 

Ve elbette yine beceremedik düzgünce vedalaşmayı. Efsaneleriyle bile ayrılmayı beceremeyen bi kulüp. Çok acayip.

 

Haberin Devamı

Şimdi de Gökhan Gönül. Çok sevdiğimiz, oyunculuğunu da insanlığını da hayran hayran izlediğimiz, gönlümüzün sarı lacivert kadife kaplı bi köşesinde güzel hatırlamak istediğimiz Gökhan Gönül’le de efendi efendi ayrılamıyoruz. Haklısında haksızında filan değilim. Demem o değil.

 

Demem şu; bir kez de, haklı bile olsak, suçlamadan bağırmadan çağırmadan ayrıntılarda boğulmadan “Eyvallah” diyelim gidene. “Sağol varol” diyeyim “Emeğin çok” diyelim. “Yolun açık olsun” diyelim. Bunları diyip diyip de sonra “ama” diye devam etmiyelim. Ya da işleri bu noktaya getirmeyelim. Olmuyor olmuyor.

 

Bin kere söyledim bin kere daha söyleyeceğim belli ki. Söyletiyor çünkü. “Fenerbahçe’ye duyulan aşk tek taraflı aşktır” derdi babam. “Karşılık beklemeyeceksin, böyle kabul edeceksin.” Futbolla ilgili babamdan öğrendiklerimi mıh gibi aklımda tutuyorum, karşılık filan beklediğim yok ama çok ayıp oluyor artık. Yapma bunları diyesi geliyor insanın. Yapma iki gözümüzün Fener’i. Yapma.

 

Haberin Devamı

Mazinde bir tarih yatar, yapma Fenerbahçe.

Yazarın Tüm Yazıları