Ece Sükan

Paris: Tezat ve ışıltı

1 Şubat 2015
Paris İlkbahar 2015 Couture Haftası, Charlie Hebdo katliamı ve değişen ekonomi dinamikleri sebebiyle bu sezon daha sakin geçti diyebiliriz.

Davos’ta gerçekleşen Dünya Ekonomi Forumu’nun hemen akabinde gerçekleşen ve sadece siparişle kişiye özel üretilen, minimum 100 bin Euro’ları bulan tasarımların sergilendiği hafta hayatın büyük kontrastlarından sadece biri elbette. Kırmızı halı ünlülerinin daha az olduğu defilelerde, koleksiyonlar da alışılmış klasik couture kodları olan fantezi ve hayal dünyasından nispeten uzaklaşmış, ayakları yere basan, güncel dünya ile paralel koleksiyonlar olarak kendini gösterdi.

Christian Dior: Tasarımcı Raf Simons, Dior Modaevi’nde yepyeni bir anlayış ve modernite yaratmaya devam ediyor. Miras aldığı moda devleri Christian Dior ve John Galliano’dan sonra kendi tasarım felsefesini özgürce, son derece çağdaş ve özgün olarak sergiliyor. Bu son couture koleksiyonu da haftanın en iyilerindendi. 50’lerin romantizmi, 60’ların deneyselliği ve 70’lerin özgür ruhu en modern şekilde yorumlanmıştı. Kullandığı teknik malzemelerin zenginliği, kural tanımazlığı, grafik siluetleri ve renk paletiyle müthiş bir şovdu. David Bowie’ye ithafen hem geçmişi hem geleceği kucaklayan aynı zamanda da klasik couture anlayışının çok ötesinde bir koleksiyonla alkışları topladı.

Chanel: Grand Palais’nin ortasındaki soğuk beyaz mekanik konstrüksiyon, defile başlayınca rengârenk çiçeklerin açtığı tropikal bir bahçeye dönüşüverdi. Sonrasında üç boyutlu çiçekler işlenmiş şifon gömlek-elbiseler, çoklu yüzeyli tüvitler, düşük belli eteklerle göbeği açıkta bırakan kısa ceketler, örgü işlemeli; tüllü bereler ve yine füturistik dokunuşlarla adeta ‘haute-tech’ bir couture koleksiyonu şöleni süregeldi. El işlemelerinin ağır bir hava katmaktan ziyade tazelik saçtığı koleksiyon Karl Lagerfeld’in en genç vizyonlu ve modern tasarımcılardan biri olduğunu tekrar gösterdi. Chanel’in tarihi kodlarını dijital dünya ve high-tech tasarımlarla birleştiren Lagerfeld, couture anlayışını değiştiren tasarımcıların başında geliyor.

Valentino: Couture dediğimiz zaman hâlâ bir rüya, bir kaçış, bir fantezi aklımıza geliyorsa eğer bunun büyük bir kısmını da Valentino’nun tasarımcıları Maria Grazia Chiuri ve Pierpaolo Piccioli’ye borçluyuz. Köklü modaevini, kurucusu Valentino Garavani’den devraldıklarından beri birbirinden etkileyici koleksiyonlara imza atıyorlar. Bu son couture koleksiyonlarında tasarımcıların çıkış noktaları aşk ve aşkın gücü idi. Koleksiyon; çağdaş şiir, pop müzik, sembolizm, klasik efsaneler, Dante’vari imajlar, Shakespeare ve sonradan Fransız vatandaşı olan Rus sanatçı Marc Chagall referanslarıyla kadınların adeta meleksi ruhlarını yansıtıyor, defiledeki mankenlerin de görünümlerini belirliyordu. Kadifeler, nakışlar ve bulut gibi hafif işlemeli şifonlar ile aşkın tanımı kendini adeta yeniden buldu.

Yazının Devamını Oku

Dönülmez seyahatin ufkundayım

18 Ocak 2015
Stil takipçileri için açtığımız hashtag ile Twitter’da en çok konuşulan konular arasına girmeyi başardık. Peki buna sebep olan, seyahatte neler yaşandı?

Kolombiya Cartagena’da yılbaşını geçirmek üzere bir grup arkadaşımızla çıktığımız ve instagramda #OneWayTicketJourney hashtag’li yolculuğumuzun ilk durağı Panama City oldu. Neden Panama’ya gittik henüz biz de tam bilmesek de Cartagena’ya yakınlığı ve öncesinde başka yerler de görelim mantığının bizi yollara düşürdügünü biliyorum.
Panama City, Panama kanalı sayesinde Güney Amerika’nın zenginleşmiş ülkelerinden biri. Kanalı, 1904’te Amerikalılar yaptırılmış ve 2004’e kadar yine onlar tarafından işletilmiş. 2004’de Panama’ya kanalın hakları devredilmiş ancak karşılığında askeri bir güç kurmamaları şartıyla. Zamanında da birçok yerden gelen göçlerle iş gücü sağlandığı için, ortada pek bir kültür yok. Zaten şehirde dikkat çeken ilk durum bu oluyor, diğer Güney Amerika ülkelerinin ortak karakteristiklerinden epey uzak bir kültür ve insan tipi var burda. Bir kere pek insan sevmiyorlar ve servis sektörü çok kötü. Tek güzel yeri olan ‘Old City’ bölümü son birkaç yıldır temizlenmiş, tarihi binalar çok başarılı bir şekilde restore edilerek şehrin hip bölgesi haline getirilmiş. Başbakanın da bu bölgede evinin olmasıyla çok fazla polis ve güvenlik bu bölgede görülüyor. Burada yeni açılan ‘American Trade’ Oteli, şehrin en iyi şeyi diyebiliriz. Amerika’nın ünlü hipster oteli Ace Hotel grubu tarafından açılan otelin mimarisi, dekorasyonu ve nispeten servisi çok iyi. Zaten gözlemlediğim kadarıyla çoğu insan Panama Havaalanı’nın çok büyük olması sebebiyle diğer Güney Amerika ülkelerine veya Panama’nın sahillerine transfer yaparken birkaç gün uğramak şeklinde geliyorlar.


Hippi adasında bir gece


Günübirlik turlarla gidilebilen San Blas adası, telefonun bile çekmediği, hiçbir işletmenin olmadığı bakir bir Karayip sahili.

Yazının Devamını Oku

Tüm dünya burada biz neredeyiz?

7 Aralık 2014
Dünyanın en önemli uluslararası sanat etkinliği Miami Art Basel’da ülkemizden hiç iz yok. Peki moda ve sanatın kalbinin attığı fuarda hangi eser kaça gidiyor, partilerde neler oluyor, kimler konuşuluyor?

Yılın en hızlı haftasına hoşgeldiniz: Bu yıl on üçüncüsü gerçekleşen Art Basel Miami Beach fuarı ve yan etkinlikleri her yıl olduğu gibi sanat, tasarım, moda, müzik ve popüler kültür figürleriyle dolu geceleriyle yine bir hayli hareketli geçti. Dile kolay, 75 bin uluslararası ziyaretçinin katıldığı bu hafta, koleksiyonerler, galeriler, küratörler, sanatçılar, sanatseverler, markalar ve particilerle yine dolup taştı. Peki bu etkinliklerin en öne çıkanları neler bir bakalım.

En merak edilen ne?
Art Basel Miami Beach 2014, ana fuar ve NADA, Untitled, Scope, Pulse, Design Miami gibi 20 farklı uydu fuarın da katılımıyla Miami’nin ve yılın en popüler sanat haftası olarak da adlandırılıyor. Kuzey Amerika, Latin Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika’dan katılan yüzlerce galerinin arasında maalesef ki tek bir Türk galerinin olmaması da oldukça düşündürücü.

En çok konuşulan kim?Bu haftanın en çok konuşulan konularından biri, Art Basel Miami’nin konuşma bölümlerinden biri olarak da gerçekleşen ve konusu aslında birçok endüstrinin de ortak konusu olan Instagram’ın sanat ve sanatçı üzerindeki etkisi ve dinamikleri nasıl değiştirdiği üzerineydi. MoMA PS1 müzesinin yöneticisi Klaus Biesenbach, Simon de Pury, Hans Ulrich Obrist ve Instagram’ın ortaklarından Kevin Systorm’un katıldığı panel haftanın en iyi paneliydi.

En başarılı küratör kim?
Bu sene Bass Müzesindeki , ikonik mimar Peter Marino’nun, Jerome Sans küratörlüğündeki ‘One Way: Peter Marino’ özel koleksiyonu sergisi ve Ryan Mc Namara’nın ‘A Story Ballet About the Internet’ performansı çok başarılıydı.

En önemli eser kimin?

Yazının Devamını Oku

Moda endüstrisini değiştirebilir mi?

30 Kasım 2014
İster akıl tutulması diyelim ister ‘Zeitgeist’, son dönemde Kim Kardashian için yaratılan algı operasyonu kampanyası bu sene kız kardeşi Kendall Jenner için dört bir elden yapılmakta. Peki sebebi ne?

Belli oldu. Bundan 20 yıl sonra 2010’lu yılların sosyal-kültürel haritası incelendiğinde döneme Kardashian’ların damga vurduğu gerçeği yazacak her yerde. Belki de zamanında Leigh Bowery gibi performans sanatçıları kategorisinde yer alacaklar. Belki de 2010’lu dijital yılların pin-up kızları olarak tanımlanacaklar.
Geçen hafta kozmetik devlerinden Estêe Lauder’in marka yüzü olarak Kim Kardashian’ın son dönemde yıldızı parlayan 19 yaşındaki kardeşi Kendall Jenner olarak açıklanınca tartışmalar alevlendi. Vogue’un Amerikan edisyonundan sonra New York Times’da Kendall’ı ‘moda endüstrisini değiştiren model’ olarak ilan etti. Moda dünyasının duayeni Suzy Menkes, Beyonce ve Miley Cyrus’un açık seçik konser kıyafetlerini eleştirirken, Kim Kardashian’ın çıplak poposunu sergilediği dergi kapağını övmesi, takipçilerini bir hayli kızdırdı. Yazı daha tamamlanmamışken ‘Dazed&Confused’ gibi İngiliz, alternatif hatta punk moda ve sanat dergisinin de Kendall’ı üç ayrı kapakla ‘modanın çehresini değiştiren model’ olarak lanse edeceklerini açıklandı. Beraberinde gelen yüzlerce “Ne yapmış da değiştirmiş?” yorumlarıyla...
Estêe Lauder da Kendall Jenner’la olan işbirliğini klasik basın bültenleri ve mail’lerle değil, modelin Instagram hesabından duyurmasını uygun görmüştü. Ve bu post yaklaşık bir milyon ‘like’ ve 50.000 civarında kalpli emojiyle süslenmişti bile.
Ve böylece ‘Keeping Up with Kardashians’ reality şovunda büyüyen Kendall, New York Times’a göre de uzun boylu, ince, güzelce yüzlü binlerce model rakibinden sıyrılarak ‘yüksek profil modelliğin tanımını’ yeniden yapıyordu. Binlerce yetenekli, güzel, süpermodel adayında olmayan şey 16 milyon Instagram takipçisi, 9 milyon Twitter takipçisi ve Kardashian ailesi idi.
Geçen sezonlarda soyadının getirdiği avantajla, birçok defilede yer alan Kendall, Riccardo Tisci, Katie Grand, Marc Jacobs, Karl Lagerfeld gibi ‘popüler figürleri kullanan’ birçok tasarımcının sayesinde yıldızlaştı. Bu ani yükseliş uzun yıllardır podyumlarda kilometre yapan model meslektaşlarının da tepkisini elbet çekti. En son kulislerde meslektaşlarının içeceğine sigara attıkları dedikodusu dolaşırken,“Bizimle oturamazsın!” diyen model meslektaşlarını Twitter’dan duyurarak, bu cümleyi tişörtlerin üzerine yazdırtacak kadar kültleştirmeyi de bildi Kendall.

Oyunun kuralları ne?

Yazının Devamını Oku

Hollywood’un Oscar’ı Oscar De La Renta’ya

27 Ekim 2014
Moda tarihinde adını amerikan cemiyet hayatı, politika dünyası ve Hollywood”un kırmızı halısına yazdırmış moda tasarımcısı Oscar De la Renta, geçen hafta 82 yaşında hayata veda etti.

Geriye feminen etek-takımları, ihtişamlı gelinlikleri, kırmızı halıda ışıldayan gece elbiselerini ve son on yılda daha da büyüyen bir modaevini bıraktı

Elegan, zarif ve feminen tasarımlarıyla Jackie Onassis, Audrey Hepburn, Hillary Clinton, Taylor Swift ve Sarah Jessica Parker gibi geniş bir yelpazeyi giydirmeyi basarmış bir tasarımcıydı. Son olarak, tüm tasarımcıların ihaleyi kapmak için dört gözle beklediği George Clooney ile evlenen insan hakları avukatı Amal Alamuddin’in gelinliği de ona aitti.Bir moda devrimcisi, sansasyonların adamı veya tasarım dahisi olarak tanımlanmasa da yıllardır istikrarlı, her daim ölçülü ve New York Park Avenue kadınlarının gözdesi tasarımlarıyla, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek Amerikan şıklığının tanımı haline geldi.
1932 yılında Santa Domingo’da doğan De la Renta, ABD’ye göç etmeden önce Avrupa’da en önemli couture tasarımcıları Cristobal Balenciaga, Lanvin ve Balmain ile çalıştı. ABD’ye geldikten sonra da ‘şöhret’ kavramının gücünü ve etkisini en güncel haliyle yakalamayı başaran tasarımcı bu şekilde dünya çapında bir isme sahip oldu. Beyaz Saray ile yakın ilişkiler içerisinde olmasıyla da Avrupa’dan göç edip ABD rüyasını gerçekleştirmiş bir tasarımcı olarak belleklerde yerini aldı. 60’larda Jacqueline Kennedy, 80’lerde Nancy Reagen, 90’lardaysa Hillary Clinton ile güç koridorlarına adını yazdıran tasarımcı, Michelle Obama’nın 7 sene süren Oscar de La Renta giymeme inadını da geçtiğimiz haftalarda kırmıştı. Tasarımcı Michelle Obama’yı zincir mağazalardan giyindiği için zamanında epey eleştirmişti.

TUTARLI, RİSKSİZ, ZARİF

Skandallardan uzak moda kariyeri birkaç sene önce, dönemin New York Times moda yazarı Cathy Horn ile manşetlere taşınan bir atışmayla son bulmuştu. Horn, De la Renta’nın 2012 koleksiyonunu ağır bir dille eleştirmiş ve “Tasarımcı ABD modasının olsa olsa ‘hot-dog’u olur” demişti. Bunun üzerine savaş boyalarına boyanan tasarımcı, WWD dergisine ilan girerek Cathy Horn’a esprili cevabını vermişti; Horn’u üç günlük, bozulmuş bir hamburgere benzeterek!

Yazının Devamını Oku

Organizasyon dünyadan kopuk

19 Ekim 2014
Bir moda haftasını daha geride bırakırken günah-sevap defterini açalım. Aşılması gereken birçok sorunumuz var

-Haklarını yemeyelim. İHKİB VE İMA (İstanbul Moda Akademisi) gözle görülür biçimde etkili. Organizasyon ve verilen emekler hiç kuşkusuz iyi. Ancak koleksiyonlara gelince işin rengi değişiyor.
-Genel olarak siluet oluşturma ve modern kalıplar, formlarla çalışma konusunda büyük eksiklikler görülüyor. Dünyanın en önemli dört moda haftasını izledikten sonra İstanbul kolektif tasarım bilincinden oldukça kopuk kalıyor. Zaten hazırgiyim koleksiyonlarıyla maalesef çarkı döndüremeyen tasarımcıların couture giyime geçiş yapmasıyla da artan bir abiye zevk, çoğu koleksiyona hâkim.
-Özgür Masur, Zeynep Tosun abiye/ couture giyim pazarı için güzel işler çıkarıyorlar. Gönül ister ki prêt-à-porter koleksiyonlarına da aynı şekilde devam etsinler.
-Başarılı isimlere örnekler verelim: Londra ve Uzakdoğu pazarı i için oldukça heyecanlı işler yapan Maid in Love ve Deniz Berdan iyiydi. Giray Sepin de erkek koleksiyonları arasında en satışa dönük ve özgün tasarımları sundu.
-Türk modasının tüm önemli isimlerini bir çatı altında toplayan yeni bir oluşumumuz var: The Core. Bu, halihazırda yapılması gereken bir uygulamaydı. İyi bir showroom mantığı olmuş ama geciken saadet. Paris’te alımlarını ve bütçelerini kapatan satın almacılar için çok geç bir zamanlama.. Ancak Ortadoğu ve iç pazar alımlarına hizmet ederek, önümüzdeki sezon bir hareket getirebilir.
-Devamlılık konusunda problemlerimiz var. Birinci sezon gösterip bir sonraki sezon göstermeyen çok tasarımcı olmakta. Aynı anda hem defileye, hem koleksiyon üretimine hem de fuarlara yetişemiyorlar. Bunda finansal problemler de çok büyük rol oynuyor. Bu sezon Gül Ağış, Gamze Saracoğlu, Özlem Ahıakın, Elif Cığızoğlu gibi birçok isim moda haftasına bu yüzden katılamadı.

Yazının Devamını Oku

Yüzleşmek hiç bu kadar moda olmamıştı

13 Ekim 2014
Dünyanın dört bir yanından yükselen muhafazakar ve ırkçı söylemler, özgürlükçü ve feminist hareketler artık modanın da en sıcak başlıkları arasında.

Chanel’in sokak protestoları temalı defilesi, John Galliano’nun dönüşü derken şimdi tartışılan şu: Modanın, sosyal konuları ele almak için yeterli kredisini var mı?

En son Chanel modaevinin podyumda canlandırdığı sokak protestosu, modellerin ‘feminist hareket’ adı altında taşıdığı sahte dövizler ve bunları taşıyan modellerin nerdeyse tek tip, tek ırk olması epey eleştirildi. Bir yandan Hong Kong’daki protestolar devam ederken, feminizmin ve sokak hareketlerinin bu denli basite indirgenmesi birçok moda kritiğini rahatsız etti. Kimisi Chanel gibi bir markanın daha sorumlu davranıp farkındalık yaratacak bir içerik sunabileceğini iddiasında. Asıl soru şu: Podyum, herhangi bir protesto için doğru bir platform mu? Endüstrinin davranışlarının (fabrika çalışanların koşullarından kadınların kendi bedenleriyle ilgili düşüncelerine) kadınlar üzerinde inkar edilemez etkileri var. Moda dünyası da bu tarz örneklerle dolu zaten: Vivienne Westwood, Jean Paul Gaultier, Rei Kawabuko gibi tasarımcılar, zamanında ırkçılık, etnik kültürler, cinsiyet ayrımları, küresel ısınma, çevre gibi birçok konuda ses getiren işlere imza attılar.

Galliano’nun dönüşü

Son günlerin bir diğer yüzleşmesindeyse başrolde John Galliano var. Hatırlayın: Üç yıl önce Paris’te bir barda ağır alkol ve ilaç etkisi altında söylediği ırkçı ve anti-semitik söylemlerinin internete sızmasının ardından Dior modaevinden kovulmuş, kendi ismini taşıyan John Galliano modaevini kaybetmişti.
Geçtiğimiz salı günü Maison Margiela modaevinin PR şirketinden gelen bir mail, tasarımcı John Galliano’nun Margiela modaevinin kreatif direktörlüğüne getirildiğini açıklıyordu. Bir anda endüstrinin önemli figürleri, üç senelik zorunlu bir geriçekilişten sonra, moda tarihinde dahi tasarımcı olarak yerini almış olan tasarımcının sahalara dönüşünü büyük coşkuyla karşıladı.
Hemen hemen tüm yorumlar, Galliano’nun barok, maksimal ve tarihi referanslı tasarım stiliyle oldukça kontrast olan minimalizm sembolü Margiela modaevinin kodlarının nasıl kesişeceği ve ortaya nasıl bir koleksiyon çıkacağı üzerineydi. Yani moda endüstrisi aralarında anlaşmışcasına tüm bu yaşananların üzerini çoktan örtmüş, konusunu bile açmıyordu.

Yazının Devamını Oku

Paris’te olaylı moda haftası

5 Ekim 2014
Dünya moda haftalarının en gösterişlisi Paris, sıradışı bir sezonu geride bıraktı.

Chanel’de feminist bir protesto yer alırken, Givenchy’de ön sırada dünyanın en ünlü bebeği oturdu!

Gelenek bozulmadı: Partileri, defileleri, davetli listeleriyle moda haftaları maratonunun en havalısı, gösterişlisi her zamanki gibi Paris oldu. ‘Gelecek’ fikrinin sorgulandığı, politik, sosyal, çevresel olayların etkilerinin de görüldüğü çoğu zaman feminist ve aktivist, yeni ‘modern’ kavramının tanımlanmaya çalışıldığı koleksiyonların çoğunlukta olduğu bir Paris Moda Haftası yaşandı. Geleceğe bakarken 70’ler siluetlerine büyük bir dönüş, oryantalist ve etnik ilhamlar, 18. yüzyıla kadar geçmişten alınan referanslarla yeni modern arayışının, kişisel hatıraların, anıların buluşturulduğu koleksiyonlar izledik.

Dior uzay filmi seti gibi: Tasarımcı Raf Simons, özellikle son iki sezondur en moderne ulaşabilmek için çok eski tarihlere bakmayı tercih ediyor. Bu dönemlerden edindiği detayları ve genel dili, çağdaş siluetlerle kontrast bir şekilde bir araya getiriyor. Geçmişi keşfederken, yakın gelecek fikirleriyle kombinliyor ve haute-couture geleneklerini demokratize ederek sokağa indiriyor. Ve daha fazla izleyiciye hitap ediyor. Louvre Müzesi’nin en eski avlusu olan Cour Carrée du Louvre’da gerçekleştirdiği defile, tam bir bilim kurgu filmi setini andırıyordu. Geçmiş ve gelecek iç içe geçmişti. Tazeliği, modernliği, şıklığı ve zorlanmamış tarihi motiflerin uygulamasıyla sezonun en kafa çalıştıran koleksiyonlarından biriydi.

Chanel’den protestolu defile: Karl Lagerfeld sürekli kendini yenileyen, bir şekilde en genç ve en modern vizyona sahip, muazzam hikâye anlatma yeteneğiyle yine sezonun en unutulmaz şovlarından birine imzayı attı. Geçen sezonki dev süpermarketten sonra bu sefer Grand Palais’nin içi, kaldırımları, su birikintileri, balkonları, çiçekleriyle tam bir ‘Boulevard Chanel’ olarak tasarlanmıştı. Ve sokakta, yani podyumda, 90 kadar model ellerinde pankartlar, megafonlarla slogan atarak protesto yürüyüşü gerçekleştirdiler. Gisele Bundchen’in elindeki megafonla bir grubun liderliğini yaptığı defilede pankartlar, feminist-aktivist kadınların sesi olmuştu. Farklı siluetlerin ve fikirlerin iç içe geçtiği, özgürlük kokan bir koleksiyon ortaya çıkmıştı. Ne 60’lar ne 70’ler, hiçbir dönem referansı olmadan, herkesin oynayabileceği parçalar yapmak istemiş Lagerfeld. Yasaklamanın yasak olduğu dönemlere bir özlem gibi...

Yazının Devamını Oku