Osmanlıca nostaljisi ve gerçekler

TAHA AKYOL’un dünkü Hürriyet’te yayımlanan Osmanlıca yazısını umarım okumuşsunuzdur. Çünkü hayal dünyasındaki projelerin gerçekle temasını sağlayan bir yazı.

Haberin Devamı

Ortada dolaşan konuşmalara, tavsiyelere bakarsanız Osmanlıca öğrenen herkes hattatların bütün yazılarını okuduğu gibi, mezar taşlarını da bir alfabe kitabı hızında okuyup anlayacak, anlatacaktır.
İş bu kadar kolay değil. Osmanlıcada yayımlanan birçok kitap, Latin alfabesine aktarılarak yayımlanmıştır. Bugün onları okuyup anlamak genç kuşak için mümkün müdür? Bunun cevabı koskoca bir ‘Hayır’dır.
Hayati Develi yıllar önce okuduğum yazısında, bu gerçeği dile getirmişti.
Yanılmıyorsam Haldun Taner’in 1974 yılında yayımlanan bir öyküsünü, genç öğrencilere okutmuş, birçok kelimesini anlamamışlar. Latin alfabesiyle yazılmış olmaları anlaşılmalarını sağlamıyor.
Yıllar önce gazete santralını arayıp musahhihlere bağlamalarını söylediğimde, ‘Kimlere’ sorusunu sormuşlar, ‘Düzeltmenlere’ diye düzeltmiştim.
Bir yayınevi birçok eski edebiyatçının eserlerini özgün dilde yayımladı, o kitapları alıp okuduğunuzda birçok kelimede takılacaksınız. Sorun dil meselesi değil, kelime dağarcığı meselesi. Onları ancak Osmanlıca kelimelerin dipnotlarda verilen Türkçe karşılıklarını okuyup öğrenerek anlayacaksınız.
Elbet bu tartışmaya değişik açılardan bakmalıyız.
Attilâ İlhan’ın ‘Dersaadet’te Sabah Ezanları’ kitabı yayımlandığında ve bir muhabir içinde Osmanlıca kelimelerin çokluğunu söylediğinde, yazar “Öğrensinler” cevabını vermişti.
Kimilerine fantezi gibi gelen bu söz, aslında gerçeği ifade ediyordu. Bazı metinleri anlamak için sözlüğe bakma zahmetine katlanmalıydık.
Bu işin ayrı yönü.
Diyelim ki Osmanlıcayı öğrendiler, nerede kullanacaklar, sadece mezar taşını mı okuyacaklar, o kadar Osmanlıcayla bunu başaramazlar.
O zaman bu öğrenmenin pratikteki yararı nedir? Bu sorunun karşılığı tartışılmalıdır.
Uzmanı, ilgilisi zaten Osmanlıcayı öğrenmek zorundadır.
Osmanlıcayı üstünkörü öğrenecek biri Divan şiirini anlayacak mı? Onun hakkında bilgisi olmadığı, söz sanatlarını bilmediği sürece bu konuyu özümseyemez.
Sadece eski kültüre, kaynaklara dönüş gibi bir gerekçeyle Osmanlıcayı öğrenmek kültürümüze ve bilgimize ne kadar yararlı olacaktır?
İskender Pala ile kelime zenginliğinden konuşurken bana bir çalışmasından söz etti. Shakespeare’in ‘Romeo ve Juliet’inde 21 bin kelime varmış, Fuzuli’nin ‘Leyla ile Mecnun’unda ise kelime sayısı 18 binmiş. Ne var ki ikisinin de okunurluğunu sağlamak için yapılanlar ortada. Shakespeare için neler yapıldığını görüyoruz ama Fuzuli için hiçbir şey yapılmadığını da biliyoruz.

***

BÜTÜN bu tartışmalarda, önerilerde, verilen kararlarda Dil Devrimi’nin geldiği yer ihmal ediliyor.
Dilin sadeleşme çalışmaları unutturulmak isteniyor. Latin alfabesi kabul edildiği günden beri, birçok eski kültürümüze ait kitap bugünkü dile aktarıldı. Dile aktarıldı diyorum, çünkü bugünün Latin alfabesine çevrilmesi ayrı bir konu.
Arı dilden bir edebiyat yaratıldı, dille kültür arasındaki ilişkiyi kabul ettiğinizde –ki kabul etmelisiniz– dilin arılaşmasının bugün geldiği yerden geri dönemezsiniz. Edebiyatçıların Osmanlıca ile Türkçe kelimeleri, kavramları bir arada kullanmasının dili zenginleştirdiğini kabul ediyorum. Ama genç kuşağa Osmanlıca öğreterek arılaşmayı gündemden kaldırmayı gerçeklere, ilerlemeye aykırı buluyorum.
Türk Dil Kurumu, yabancı kelimeler ve kavramlar için Türkçe karşılıklar bulmalıdır, önermelidir, yürürlüğe sokmalıdır, edebiyatçılara, medya mensuplarına, üniversite mensuplarına bu çalışmaları iletmelidir. Osmanlıcadan söz ederken bu çalışmaları yok saymak, bu çalışmaların değerini yok saymaktır.
Türkçeleştirmek bir ihtiyacın sonunda yapılmıştır. Arılaşan bir Türkçenin alternatifi elbet Osmanlıca değildir, ikisini bir arada değerlendirmek gerekir.
Agâh Sırrı Levent’in ‘Türk Dilinde Sadeleşme Evreleri’ kitabını herkes okumalıdır.
Bugün yeni kavramların, bilimsel buluşların karşılığını Osmanlıcadan karşılama gerçekdışı bir hayalden ibarettir. Özellikle bilimsel terimler yeni Türkçeyle karşılığını bulacaktır.
Türk dilinin tarihini okumanın tam zamanı. Cumhuriyet’ten sonraki çalışmalar hatta ondan önceki sadeleştirme çabaları bilinmeden Osmanlıcada yoğunlaşmak sorunun bir bölümünü kaale almak demektir.

***

BU konu üzerinde durmak gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları