Cüneyt Ülsever

Bölünelim daha iyi!

23 Aralık 2010
DEMOKRATİK Toplum Kongresi’nin düzenlediği “Demokratik Özerklik Çalıştayı”nda bir taslak tartışmaya açıldı. Taslak yer yer şöyle:
“Demokratik Özerklik’te siyasi yönetim, tabandan başlayarak... demokratik konfederal temelde örgütlenmesini yaparak üstte toplum kongresinde temsiliyetini bulur. Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi, demokratik Türkiye Cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikalarına dahil olur. Demokratik Özerk Kürdistan kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir... Bu anlamda demokratik özerklik, Kürt halkının Demokratik Türkiye içinde yaşama iradesidir. Yani Kürt halkının siyasi statüsünü ifade eder... Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımı önündeki engeller kaldırılarak, ana okuldan üniversiteye kadar eğitim dili haline getirilmesi sağlanmalıdır. Demokratik Özerk Kürdistan’da resmi dil Türkçe ve Kürtçe olmalıdır. Hizmet dili Kürtçe olmalıdır...”
Ben hemen görüşümü ifade edeyim.
Neresinden tutacağımı bilmediğim bu taslağı tartışmaktansa bölünmeyi bin kere tercih ederim!
¡ ¡ ¡
Bu barut fıçısı taslak hakkında dört görüşümü belirtmek istiyorum:
1) Herkes istediği gibi hayal kurma hakkına elbette sahiptir. Ancak, ben “taslağın tartışılmasından yanayım” deyip, sözüm ona aydın tavrı koyan ama taslakta yer alan maddeler hakkında tek kelime olumlu/olumsuz görüş ifade etmeyen/edemeyen entellere çok kızdım. Aydın herkesin söz hakkına sahip çıkar, ama kendi görüşünü de ifade etmek zorundadır. Ülkenin en temel sorunu ile ilgili bir tartışmada ortaya “mutlaka tartışılmalıdır” veya “şu taraf da görüş oluşturmalıdır” gibi yuvarlak laflar atıp, “ne şiş yansın ne kebap” edası içinde araziye uymaya çalışan enteller bana göre sade suya tirit aydınlardır.
Çıkar görüşünü belirtir, o görüşü taşımanın riskini de yüklenirsin!
¡ ¡ ¡
2) İktidarın “Kürt meselesi”ndeki iktidarsızlığı da beni çileden çıkarıyor. Çıkıyorsun ortaya “Kürt Açılımı yapacağım” diyorsun ama iki yıla yakın süredir herkes “Açılımın içinde acep ne var!” diye meraklanıp duruyor. İktidar “Kürt açılımı” diye ortaya çıktığında ben “Bu açılım esasında ‘Kuzey Irak Açılımı’dır, iktidar Kuzey Irak’ta ABD’ye yardımcı olmak karşılığında ABD’den PKK’yı bölgeden atmasını bekliyor, bunu da bize ‘Kürt Açılımı’ diye yutturmaya çalışıyor” diyerek tepinip durdum. Hükümet “Kürt açılımı”nı Fırat’taki sağır çobana bile sordu ama ağzından somut tek öneri çıkmadı. Zira o da bu konuda tıpkı bazı entellerin yaptığı gibi “Ne şiş yansın ne kebap!” hesabı içinde.
¡ ¡ ¡
3) TBMM Başkanı “kanunsuzluktan” dem vuruyor. “TBMM’de düzenleme yapılmasından” bahsediyor. Haklı ama iktidar da türban meselesini hiçbir hukuki düzenleme yapmadan çözdü! Habur’a gelen PKK’lılar “kanuna” rağmen ellerini kollarını sallayarak sınırdan içeri girdiler. Şimdi, PKK “AKP’ye var da, bana yok mu!” deyince neden Başkan kızıyor.
¡ ¡ ¡
4) Demokratik Özerklik Çalıştayı’nı tertip edenler de biliyorlar ki taslaktaki teklifler hayali. Amaçları, seçime giderken AKP’yi Güneydoğu’da köşeye sıkıştırmak. İktidar partisini iki arada bir derede bırakmak. Allah var, “Özerklik Çalıştayı” Başbakan’ı suspus etti. Ne diyeceğini o da bilmiyor. Ancak, siyasi manevra uğruna Kürt’ü ile Türk’ü ile koca ülkeyi ateş hattına atmaya kalkışmaları ucuz politika.
¡ ¡ ¡
Ben diyeceğimi baştan dedim. Eğer bazı Kürtler yukarıda özetleyerek yayınladığım taslakta ısrarlı olurlarsa, daha önce de yazdığım gibi ben de:
“Herkesin sepeti kendi koluna, herkes kendi yoluna!” derim.
Yazının Devamını Oku

Yeni CHP: Genel başkan lider olacak mı? (II)

22 Aralık 2010
DÜN yazdım. Demokrasinin önlenemeyen eksikliklerinden birisi tek adam (lider) ağırlığıdır. Buna engel olmayı dünyanın hiçbir demokratik ülkesi başaramamıştır. Demokrasi her ne kadar halkın yönetimi ise de kitleler liderin (otoritenin) peşinden gitmeye çok heveslidirler. Galiba kitlelerde büyük çapta; kendi sorumluğunu başkasına emanet etme merakı/rahatlığı vardır.
Kitle:
1) lideri kendinden biri sayacak,
2) ancak kendinden üstün görecek.
Kitle liderin hem kendi değerlerine saygılı (muhafazakar) olduğuna, hem de onu ileriye taşıyacağına (ilerici olduğuna) inanmak ister.
Bu açıdan bakılınca benim için “yeni CHP” meselesi esasında “Kılıçdaroğlu’nun CHP’si” meselesidir.
* * *
CHP’nin son kurultayının ardından yapılan “Kemal Kılıçdaroğlu şimdi lider oldu mu, olmadı mı” tartışmalarını yersiz buluyorum.
Zira kimse, hatta hiç bir yetkili kurul kişiyi “lider” yapamaz, kişi kendisi “lider” olur!
Son CHP Kurultayı Kılıçdaroğlu’na “lider” olması için önündeki son engel olan “Parti Meclisi”ni istediği gibi değiştirme fırsatı tanımıştır.
Ama Kılıçdaroğlu bu yolu açınca kendiliğinden lider olmaz.
* * *
Şimdi Kılıçdaroğlu’nun lider olmak için önündeki merhaleler şunlardır:
1) Kitlelere, özellikle muhafazakâr kitlelere/ oy deposu varoşlara / Batı’yı tamamen kaybetmeden Güneydoğu’ya kendisini onların dilini anlayan, onların değer ve özlemlerine sahip çıkan bir kişi olarak göstermek;
2) Her liderin ortak özelliği olan “zamanı okumayı” becermek ve zamanın ihtiyaçlarına göre reçeteler üretmek (Kürt meselesi, türban, gelir dağılımı vb.) ve bu reçetelerin (programların) rakiplerden (AKP) hem daha da üstün olduğunu, hem de uygulanabilir olduğunu göstermek;
3) Yakın danışmanları ile ürettiği reçeteleri CHP’lilere kabul ettirmek.
4) Bu reçeteler ile iktidarı sarsmak;
5) Nihayetinde de reçeteleri kitlelere benimsetmektir.
İşin özü:
“Benim malım daha iyi!” diyebilmek ve buna kitleleri inandırmaktır.
Maalesef, mesele liderdedir!
* * *
Kemal Kılıçdaroğlu bir senfoni orkestrası şefi edası içinde orkestrasına kitleleri mest eden sesler çıkarttırabilirse lider olur.
Eski Parti Meclisi’nde şefin istediği notaları çalmak istemeyenler vardı, şimdi elimine edildiler. Artık orkestra “uyumlu”!
Ama şef ne kalitede bir şef, şimdi göreceğiz!
Şefin selam verirken kitlelere döndüğünde başarılı olduğunu son yerel seçimlerde İstanbul’da gözledik.
Ancak henüz orkestrayı nasıl yöneteceğine dair belirtiler yok.
Referandum öncesi çok çalıştı ama iyi bir orkestra şefi algılaması veremedi. Hadi diyelim ki, Parti Meclisi engel oldu. Şimdi bu bahane yok!
* * *
Ben AKP’nin sivil vesayete adım adım gittiğini gören bir kişi olarak muhalefetin dizginleme görevine çok bel bağlıyorum.
Bu açıdan CHP’de olan bitenlerden heyecan duymak istiyorum.
Ama bir meselenin gönüle hitap edebilmesi için önce akla hitap etmesi lazım.
CHP’yi önümüzdeki 6 ay bu gözle izleyeceğim!
Yazının Devamını Oku

Genel başkan lider olacak mı? (I)

21 Aralık 2010
“KİMSE mükemmel değildir” ilkesi ışığında eksiklikleri en az seviyede olduğu kabul edildiği için demokrasi insanlık tarihinin keşfettiği en iyi yönetim biçimi olarak kabul edilir. Bir sürü eksiği gediği içinde:
i) Demokrasinin finansmanına (partilerin/adayların/seçimlerin finansmanına) ve
ii) tek adam (lider) ağırlığına engel olmaya dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde anlamlı bir çözüm bulunamamıştır.
Buna göre:
a) Seçimler sırasında yaşanan mali engel nedeni ile demokrasinin “Kanuni engel olmamak kaydı ile herkes istediği siyasi makama seçilebilir” prensibi koca bir yalandır.
b) Demokrasi her ne kadar halkın yönetimi ise de kitleler liderin (otoritenin) peşinden gitmeye çok heveslidirler. Galiba kitlelerde büyük çapta, kendi sorumluluğunu başkasına emanet etme merakı/rahatlığı vardır.
* * *
Bu saptamalar ışığında bu hafta “yeni CHP”yi irdelemeye çalışacağım ama benim irdelemem daha çok “Kılıçdaroğlu’nun CHP’si” olacak.
Zira, demokrasinin yukarıdaki sıraladığım zaafları maalesef, siyasi arenada atılan her yeni adımda bizi lider/önder/genel başkana bakmaya zorluyor.
Parti Meclisi/MKYK gibi kurultaydan sonraki en güçlü heyetler ve parti programları siyasi partilerin algılanmasında, hatta parti başkanının kendi meramını anlatmasında büyük kolaylıklar sağlıyor veya zorluklar ortaya çıkarıyor ama şahsi görüşüme göre, maalesef kinetik enerji (atılım gücü) lider tarafından belirleniyor.
Bu açıdan baktığımızda hemen kimse Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alpaslan Türkeş, Necmettin Erbakan’ın liderliğini inkâr etmez ama yıllarca genel başkanlık yaptıkları halde hemen kimse Mesut Yılmaz’a, Tansu Çiller’e, Erdal İnönü’ye, Deniz Baykal’a “lider” demez.
Turgut Özal’dan sonra ANAP’ın parti programı mı değişti, yönetim kadrosu altüst oldu da mı Mesut Yılmaz ANAP’ı yok etti?
Süleyman Demirel’in DYP’sinde ne oldu da Tansu Çiller DYP’nin mirasını çarçur etti?
Hayatımda tanıdığım en bilgin, en kıvrak zekâlı siyasetçilerden Hüsamettin Cindoruk neden lider olarak bir türlü kabul görmüyor?
Bu açıdan bakıldığında CHP’nin en önemli sorunu Recep Tayyip Erdoğan’dır.
CHP’nin karşısında doğal/gerçek bir lider vardır ve CHP’nin de bugüne dek en önemli eksiği muadil bir lidere sahip olmamasıdır.
* * *
Kimdir lider?
Bir sürü insan karakteri/yeteneği gibi lideri tarif etmek, özel ortamda yetiştirmek, önden tanıyabilmek hemen hemen imkânsızdır.
Lider de tıpkı aşk gibi tanımlanamaz ancak görüldüğünde tanınır.
Zaten liderle kitle ilişkisi âşık ile maşuk ilişkisi gibidir.
Kitle liderini nedenini pek de bilmeden sever.
Hatta koşulsuz sever, hatalarını, günahlarını görmezden bile gelir.
Yeter ki ona güvensin!
* * *
Kitle-lider ilişkisinde bilinen iki kural var.
Kitle:
i) Lideri kendinden biri sayacak,
ii) ancak kendinden üstün görecek.
Kitle, liderin hem kendi değerlerine saygılı (muhafazakâr) olduğuna, hem de onu ileriye taşıyacağına (ilerici olduğuna) inanmak ister.
Lider onu takip eden kitlenin elindekini almadan fazlasını verecektir!
Kitlenin buna inanması gerekir.
Beni yeni CHP bu açıdan ilgilendiriyor!
(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

Bir yeri terk etmek

19 Aralık 2010
ÖMRÜM hep bir yerleri terk ederek geçti. Bir mahalleyi, bir şehri, bir ülkeyi hep terk ettim. Yanlış saymadıysam doğduğumdan beri 20 ayrı evde, ağırlığı İstanbul olmak üzere 7 ayrı şehirde ve İtalya’da 2 ayrı zamanda 2 ayrı şehirde olmak üzere 4 ayrı ülkede uzun süreli yaşadım.

Çok gezenin kazandıklarını muhakkak ben de kazandım.
Ancak, ayrı yerlerde yaşamanın, sık sık bir yerlerden ayrılmanın bir maliyeti de var.
Bir yerleri terk etmek zor iş!
Bir eve, mahalleye, şehre, ülkeye tam alışıyorsun; orayı terk etmenin zamanı çoktan gelmiş geçiyor oluyor.
Hadi bakalım, al baştan!
Tam bir yere aitmiş gibi hissediyorsun, yeniden başka bir ev, kent, ülke!
Gerçek bir göçmenim ben!

Yazının Devamını Oku

Komplolardan komplo beğenmek

16 Aralık 2010
APO’nun avukatları çeşitli zamanlarda çeşitli gazeteciler ile görüşürler.

Bu arada Zaman yazarı Hüseyin Gülerce ile de görüştüler. Gülerce aynı zamanda Gülen Cemaati’ne (Hareketi) bağlı bir insandır. Medyada Gülen Cemaati ile ilgili herhangi bir konu geçtiğinde akla gelen ilk insan da odur. O da davet aldığında icabet eder ve şahsi görüşlerini veya aktarmalarını büyük bir tevazu içinde beyan eder. Ancak, Hüseyin Gülerce Cemaat’in sözcüsü olmadığını, Cemaat adına konuşması mümkün olmadığını defalarca belirtmiştir.
Ben avukatlarla görüşmeyi şu şekilde irdeledim:
“PKK Gülen Cemaati’ne (hareketine) yakınlaşmak istiyor!
Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce ile PKK avukatları Yalova’da görüştü!
Hüseyin Gülerce benim dostumdur. Bu ülkede yaşayan vicdanı ve doğrucu davutluğu en fazla gelişmiş insanlar arasında gelir. Bunun için 9 Aralık 2010 günü Zaman’da yaptığı açıklamaya harfiyen inanıyorum. Belli ki talep avukatlardan gelmiş, Gülerce de onlara, sade bir gazeteci sıfatı ile akıl ve vicdanının söylediklerini nakletmiş.” (Hürriyet-12 Aralık 2010)
Yazımı da şu sözlerle bitirmiştim:
“Apo her gün yeni fikirler ile ortaya çıkmaya bayılıyor. Avukatların Gülerce ile görüşmesi yine öyle bir spontan hareket mi, yoksa, Apo ile sık sık görüşen ‘Türk istihbarat örgütlerinin’ Apo’ya dayattığı yeni bir koşul mu?” (ibid)

Yazının Devamını Oku

Müesses nizam değişince ne değişir?

15 Aralık 2010
BİR dostumun söylediği çok doğru: “Düzen değişmiyor. Düzenin tarafları değişiyor.” Ben de referandum öncesi “Askeri vesayet gidiyor ama yerine sivil vesayet geliyor” deyip duruyordum. “Yetmez ama evetçiler” de “İleri demokrasi gelecek” diye tutturmuşlardı.
Meğerse, demokrasinin ileri gitmesi eskiden dayak yiyenlerin, şimdi dayak atmaya başlamalarıymış! Bizzat dayak atamayanlar ise ispiyonculuğa soyunuyorlar.   
Galiba referandum sırasında “Bu kadar dayak yetmez ama şimdilik bu kadarına evet demek gerekiyor” diye düşünüyorlarmış!
Eskiden dayak yiyenlerin tek derdi varmış; intikam almak!
Bir de yanına cukka eklenince yeni müesses nizam kaymaklı ekmek kadayıfı oldu.
* * *
60’a merdiven dayadım. Artık iman ettim ki:
Müesses nizam; gücü eline geçirenin o gücü kaybetmemek için her türlü zorbalığı mubah görmesidir!
Düzenin değişmesi, mağdur ile mağrurun yer değiştirmesidir.
Okurlar yazıp duruyorlar:
1) Burhan Kuzu Hoca bir gün üniversiteye geri döndüğünde cezalandırılmalarını istediği “beyinsiz” öğrencilerin yüzüne nasıl bakacak?
2) Rektörler toplantısı sırasında dayak yiyen öğrencilerin yediği dayağı Recep Tayyip Erdoğan “davetsiz” olmalarına bağladı. Mavi Marmara da İsrail’e “davetsiz” gitmişti!
* * *
Gençlere gösterilen tepkiler arasında benim en çok taktığım suçlama yeni müesses nizamın bu gençler hakkında “İllegal örgüt bağlantıları tespit edildi” iddiası! Bunlar “hain”. Bir ülkenin başbakanı “Elimizde belgeler var” diyorsa, bunu 10 gündür çoktan açıklamalıydı. Ancak oyunun kuralını biliyorum:
Müesses nizam gizemi sever!    
Belgeleri ortaya çıkarmayacaksın ki, hem yandaşların istedikleri gibi üfürsünler, hem de torbaya istediğin ismi koyabil!
* * *
Eski müesses nizam da aynı oyunu oynardı.
Bakın zamanında tıpkısının aynısı yaftalar kimlerin boynuna asıldı:
Recep Tayyip Erdoğan illegal menfaat örgütü kurmakla suçlandı, hain olarak adlandırıldı, hapis yattı.
Fethullah Gülen tek başına terör örgütü suçlaması ile yargılandı, beraat etti.
Bazı gazeteciler de zamanında şu veya bu şekilde illegal örgüt kurmak/hain olmak/müesses nizama karşı gelmekle suçlanmıştı!
Benim aklıma gelenler:
Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, Hasan Cemal, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Mehmet Barlas, Nazlı Ilıcak, Engin Ardıç, Hadi Uluengin, Abdurrahman Dilipak, Kadri Gürsel, Cüneyt Ülsever, Şahin Alpay, Hüseyin Gülerce, Ali Bulaç, Avni Özgürel, Ayşenur Aslan, Ferai Tınç, Gülay Göktürk, İdris Akyüz, Nurcan Akad, Taha Akyol, Yalçın Doğan vb.
Zamanında yedikleri dayağı unutup, haklarını yediklerimden ise bin kere özür dilerim.
* * *
Gençlik dönemleri itibariyle müesses nizamla kavgalı/yaftalı bu kişiler şimdi Türk medyasında kalem sallıyorlar.
Kimi bugünkü müesses nizamla da kavgalı, kimi içli dışlı!
Ama hepsi ortadalar ve “legaller!”
Gelin bu isimler üzerinden bir oyun oynayalım:
“Eski haytalar yeni haytalar hakkında neler yazıyorlar?”
İnanın, böyle bir oyunu oynarsanız elinize muhteşem bir yol haritası geçecek!           
Yazının Devamını Oku

Yalakalıkta sınır tanımayan gazeteciler

14 Aralık 2010
İstanbul’da Başbakan’ın rektörlerle yaptığı toplantı sırasında çıkan öğrenci olayları ve polisin gösterdiği insafsız tepki, daha sonra Burhan Kuzu’ya Ankara SBF’de yapılan yumurtalı karşılama beni eski günlere götürdü. * * *
Baştan söyleyeyim, Burhan Kuzu’nun kendisine gösterilen terbiyesiz tepkiye verdiği kontra-tepki ne bir bilim adamına, ne de yetişkin bir insana yakışıyor.
Kuzu o kadar hoşgörüden uzak ve benmerkezli davrandı ki, sanki medyada şöhret olmak istedikleri için replik kapmak uğruna sansasyonun üzerine giden artizlere benzedi.
Belki Dekan’a, Rektör’e dişi geçmeyecek ama, birkaç yumurtacı öğrenciyi mahkûm ettirirse sanki “sıfırcı hocaların” hazzını yakalayacak.
Sonradan kendi okulunda bir konuşma yaptı ve Üniversite’de yapılan bu konuşmaya öğrenciler alınmadı.
Öğrencisiz üniversite!
Bu ayıp da Kuzu Hoca’ya tarih boyunca yeter.
* * *
Ben ise eski günlere gittim. Dünyada her şeyin değiştiğini ama gencin ruhunu kamçılayan delikanlılığın, adı üzerinde vücutta dolaşan kanın insanı delirttiği dönemin aynen orada durduğunu gördüm.
Durup geri bakınca, saçma sapan bir sürü gösteride rol aldığımı hatırlıyorum.
Bugün “can dostlarım” olan bazı arkadaşlarıma delikanlılık dönemimde “gerici” veya “faşist” yaftası takıp, nasıl haksızlık ettiğimi anımsıyorum.
Ama, bir noktada hâlâ gurur duyuyorum.
O dönemler hayatta en samimi, en temiz olduğum dönemlerdi. Ne bende, ne diğer komünistlerde, ne milliyetçi, ne de İslamcı arkadaşlarda art niyet, çıkar beklentisi yoktu.
İnandığımıza halisane inanırdık!
Ülkeyi kurtaracak gücün damarlarımızda akan adrenalinde olduğunu zannediyorduk ve kişisel hesap tutmaktan utanıyorduk.
Hepimiz sonradan bozulduk!
* * *
Benim gösterici gençlerle yakın düşünmem mümkün değil. Bana göre onlar, tıpkı 40 yıl önceki Cüneyt gibi, analiz yapamıyorlar, gerçeklerle yüzleşemiyorlar, basmakalıp düşünmeyi tercih ediyorlar.
Bazen beni çıldırtıyorlar.
Ama, insanlık katında benim bugünkü halimden katbekat temizler.
* * *
Bu öğrencileri de tıpkı 40 yıl önce bize yaptıkları gibi yaftaladılar, hain ilan ettiler, yerden yere vurdular. Referandum öncesi katledilen komünist öğrencilere ağlayan Başbakan atılan dayağı az buldu.
Beynine oksijen gitmeyen bazı gazeteciler, zaten gençlerden nefret eden medya mensupları, hâlâ ruhundan komünist nefretini atamamış Prof.’lar; Hükümet’e yaranmak uğruna ucuz tahlillerde bulundular, hayali senaryolar yazdılar.
Onları yine de anlıyorum, dünya görgüleri bu kadar!
Haklarını yemek istemem. Hükümet’e destek veren bazı “eski tüfekler” de öğrencileri savundular.
* * *
Ancak, bazı eski dava arkadaşlarım sadece ve sadece midemi bulandırdılar!
30 yıl önce, 40 yıl önce; kendileri de delikanlılığın şahikalarında uçarken mangalda kül bırakmıyorlardı.
Şimdi, 40 yıl önce kendi yaptıklarını yapan gençleri satıyorlar!
İster adına değişim deyin, ister metamorfoz, hepimiz zaman içinde farklılaşıyoruz.
Ama hamd olsun, henüz bunamadık! Bu yalakaların suratına bağırasım geliyor.
Çıkarı uğruna insan değişir ama aslını inkâr eder mi? Oğlu, kızı yaşında genci satar mı?
Hem de ne uğruna?
Üç kör kuruş uğruna!
Yuh olsun sizlere!
Yazının Devamını Oku

Çözemediğim bir konu: Cemaat-PKK yakınlaşması

12 Aralık 2010
KÖŞE yazarı, daha doğrusu makale yazarı bir konu hakkında konuya bir analiz, bir yorum getirebiliyorsa yazı yazar. Ben çok dikkat ettiğim bu prensibin bugün dışına çıkacağım ve anlamlandıramadığım bir konuda yazacağım, daha doğrusu aklıma takılan soruları sizinle paylaşacağım:
PKK Gülen Cemaati’ne (hareketine) yakınlaşmak istiyor!
Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce ile PKK avukatları Yalova’da görüştü!
Hüseyin Gülerce benim dostumdur. Bu ülkede yaşayan vicdanı ve doğrucu davutluğu en fazla gelişmiş insanlar arasında gelir. Bunun için 9 Aralık 2010 günü Zaman’da yaptığı açıklamaya harfiyen inanıyorum. Belli ki talep avukatlardan gelmiş, Gülerce de onlara, sade bir gazeteci sıfatı ile akıl ve vicdanının söylediklerini nakletmiş.
* * *
Ancak, “Bayram değil, seyran değil...” deyimi aklıma takıldı bir kere.
Cemaat ile Örgüt’ün Güneydoğu’da yakın zamana dek çatıştıklarını hepimiz biliyoruz. Hatta, PKK’nın Cemaat’e şiddet uyguladığı da bir gerçektir.
Her şeyin üzerinde; PKK ve hatta BDP “KCK operasyonlarının” Emniyet Teşkilatı’na sızmış “Gülenciler” tarafından gerçekleştiğine inanırlar.
Nitekim, PKK’ya yakın Kürt Halk İnisiyatifi 18 Nisan 2009’da şu açıklamada bulunmuştu:
“Bilindiği gibi AKP ve onun akıl hocalığını yapan Fethullah Gülen tarafından halkımızın yasal ve demokratik temsilcileri olan DTP yöneticilerini ve Kürt Kurum temsilcilerini hedef alarak, gözaltı furyası başlatmış ve yalan yanlış iddialar ile birçok insanımızı tutuklatmışlardır... Kürdistan ve Türkiye metropollerinde Gülen Cemaati’ne ait kuruluşlar ve AKP yöneticileri açık hedefimizdir.” (Odatv’den naklen: Barış Terkoğlu-9 Aralık 2010)
Şu sözleri de Apo söyleyeli daha 1 yıl olmadı:
“El Kaide ile Araplar denetim altında tutulmaya çalışılıyor. Fethullah Gülen’le de Türkiye’deki İslami hareketi kontrol edilmeye çalışılıyor... Fethullah Gülen aslında ABD’de de rehin olarak tutuluyor.” (ibid)
Avukatların Gülerce ile görüşmesinden sonra Ahmet Türk Cemaat ile ilgili kaygılarının hâlâ geçerli olduğunu vurguluyor:
“Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genel Başkanı Ahmet Türk, Kürtlerin herkesten daha dindar olduğunu belirterek... Birileri geliyor bizim halkımıza dini öğretmeye çalışıyor ve... İslamiyet adına diyor ki; ‘Evet biz size yardımcı olalım dininizi inancınızı geliştirin ama kimliğinizi de unutun’...” (Milliyet.com.tr-11 Aralık 2010)
Ancak, Apo da aynı görüşme sonrası Cemaat ile ilgili şu “yeni” açıklamayı yaptı:
“Bana göre daha çok Türkiye ve Ortadoğu’da bir sivil toplum örgütüdür. Sivil toplum örgütleri gibi toplumun demokratikleşmesinde, aydınlatılmasında herhangi bir siyasi çıkar beklemeden rol alabilirler. Hatta Ortadoğu’nun bir siyasi partisi gibiler. Ben böyle görüyorum kendilerini. Oldukça dinamik güçleri var, biz de dinamik bir gücüz. Bu iki dinamik gücün karşılıklı anlayış göstermesi ve dayanışma halinde olması durumunda Türkiye’de birçok temel sorun çözülecektir.” (Odatv-ibid)
* * *
Apo her gün yeni fikirler ile ortaya çıkmaya bayılıyor. Avukatların Gülerce ile görüşmesi yine öyle bir spontan hareket mi, yoksa, Apo ile sık sık görüşen “Türk istihbarat örgütlerinin” Apo’ya dayattığı yeni bir koşul mu?
Benim aklım ermedi.
Yazının Devamını Oku