ABD'de sistem tartışması

Donald Trump ve Hillary Clinton’ın daha çok yeni geçirmiş oldukları seçimler sonrası ABD’de potansiyel bir seçim sistemi tartışması tekrar gündeme gelmeye başladı.

Haberin Devamı

Bu tartışma konusu ABD’de bir adayın ülke çapında daha fazla oy almasına rağmen elektoral sistemden dolayı seçimin kaybedeni olması, ne kadar adaletli veya ne kadar doğru bir sistem sorusunu yine karşımıza çıkardı.


Bu sorunun cevabını irdelemeden önce ABD tarihinde ilk olmayan bu tartışmayı daha önceki örnekleriyle değerlendirmekte fayda görüyorum. ABD başkanlık seçimleri, 2000 yılında Teksas Valisi George W. Bush ile başkan Bill Clinton’ın yardımcısı Tennessee’li Al Gore’un yarışına sahne oldu. 538 elektoral oyun 270’ini alanın başkan olduğunu düşündüğümüzde, seçim neticeleri çok enteresan ve kritik bir şekilde sonuçlanmaya doğru gitmekteydi. Başkan yardımcısı Al Gore ülke çapında oyların yüzde 48.4’ünü almış, rakamsal olarak ise 50,999,897 oy almıştı. Bununla beraber Al Gore’un toplam elektoral delege sayısı 266 yapıyordu.

Haberin Devamı


Diğer tarafta Teksas Valisi George W. Bush ülke çapında aldığı oy yüzdesinde Al Gore’un arkasında kalıp yüzde 47.9, rakamsal olarak da yaklaşık yarım milyon daha az 50,456,002 seçmenin oyunu almıştı. Elektoral olarak ise 246 oy toplamıştı. Bütün her şey Florida’daki 900 seçmene dayalıydı çünkü neredeyse 900 kişinin oyuyla Florida eyaletinin 25 delegesi, diğer bir deyişle ABD’nin yeni başkanı belli olacaktı. Defalarca kez yapılan sayımlarla bu oy farkı 537 sayısına kadar indi ve ABD’de Al Gore’un ülke çapında yarım milyon fazla oy almasına rağmen Florida Eyaleti’nin 25 delegesini kaybettiği için,  Teksas Valisi George Bush 271 elektoral oy ile ABD başkanı seçildi. Eğer Florida Eyaleti’nde 500 seçmen  Bush’a değil de Gore’a oy verseydi ABD Başkanı Al Gore idi.


2000 Yılında çok ucu ucuna biten bu seçim sonrası daha önce de gündeme gelen “electoral college” sistemi masaya yatırıldı. Bu demokratik miydi, doğru muydu? Tarihsel örneklere baktığımızda buna benzer hadiseler bir kaç seçimde daha yaşandı. 1824 yılında ABD’nin ikinci başkanı ve ilk başkan yardımcısı olan John Adams’ın oğlu, James Monroe’nun Dış İşleri Bakanı John Quincy Adams, dört adayın katıldığı seçimlerde Andrew Jackson 99, John Q. Adams 84, W. H. Crawford 41, Henry Clay 37 elektoral oy almışlardı. En fazla oyu hem sayısal hem de elektoral olarak Andrew Jackson almış olmasına rağmen gerekli elektoral sayıya ulaşamadığı için kanunlar gereği ABD başkanını Amerikan Temsilciler Meclisi seçti. Ve kongre en çok oyu alan Andrew Jackson’u değil John Quincy Adams’ı başkan olarak belirledi.

Haberin Devamı


Buna benzer bir hadise yaklaşık elli yıl sonra 1876 Rutherford B. Hayes ile yaşandı. 1876 seçimlerinde Samuel J. Tilden’e karşı yarışan ve başkan seçilen Rutherford B. Hayes popüler oyla Samuel Tilden’a karşı 254.694 oy fark ile yenilmesine rağmen 185’e 184 oy ile yani bir elektoral oy farkla ABD başkanı seçildi. O seçimde Tilden oyların neredeyse yüzde 51’ini alırken başkan seçilen Hayes ülke çapında oyların sadece yüzde 48’ini almış. Tilden 4.288.191 oy alırken Rutherford 4.033.497 oy  almıştı.


Öte yandan üzerinden çok da zaman geçmeden 1888 senesinde ABD üçüncü kez bu tarz bir olayla karşılaştı. Başkan Grover Cleveland, ikinci seçiminde ülkedeki oyların genelinin yüzde 48.6’sını ve 5.534.488 oy almasına rağmen rakibi Benjamin Harrison 47.8 ile ve 5.443.892 popüler oy ile Cleveland’ın gerisinde kalmasına rağmen 233’e 168 gibi farklı bir elektoral oy sayısıyla başkan oldu.

Haberin Devamı


Yıllar boyunca bir kez daha yaşanmayan bu hadise dördüncü kez daha evvel de bahsettiğim gibi 2000 yılında George W. Bush - Al Gore seçimlerinde, son olarak ise bir kaç gece önce 2016’da Donald Trump’ın başkan seçildiği seçimlerde, kendisinin 60,834,437, rakibi Hillary Clinton’ın ise 61,782,016 popüler oy almasına rağmen elektoral oylarda son bilgilerle Trump’ın 290’a 232 üstünlük sağlamasıyla yaşandı.


Bu rakamlardan sonra bu tartışmaya tekrar gelirsek, bu sistem adil ve doğru bir sistem mi? Eğer biz bu hadiseye Türkiye’den bakarsak değil, eğer biz bu hadiseye üniter bir devlet gözüyle bakarsak değil. Ancak Amerika Birleşik Devletleri gibi ilk etapta on üç, bugün itibariyle elli ayrı devletin oluşturduğu bir federal devletin tarihinde yaşanan olaylarıyla değerlendirdiğimizde, durum farklı. Üniter bir devlette devletin yegâne mesuliyeti halka karşıdır, tek sorumluluğu direkt olarak halktır. Oysaki ABD’de mevcut sistem bireysel olarak halkın temsiliyle, eyaletlerin temsilini dengelemek üstüne kurulmuş bir sistemdir. Bunun da en güzel örnek, Kaliforniya gibi otuz beş milyon nüfusa sahip bir eyaletin de yarım milyon nüfusa sahip Wyoming’in de ABD’de iki senatör ile temsil edilmesidir. Bu bizlere şunu gösterir; ABD kongresinin bir ayağı olan Senato’da her zaman için eyaletlerin nüfusuna bakılmaksızın eşit temsiline önem verilir. Öte yandan ABD kongresinin diğer ayağını oluşturan Temsilciler Meclisi’nde bu sefer en kalabalık eyalet olan Kaliforniya 53 üye ile temsil edilirken diğer tarafta senatoda eşit temsil edilmesine rağmen en az nüfusa sahip eyalet olan Wyoming ise bir temsilciler meclisi üyesi barındırmaktadır. Bu da ABD kongresinde nüfusa göre temsilin önemini göstermektedir.

Haberin Devamı


Kongredeki bu temsil bir çok noktada, ki ABD başkanlık seçimleri de dahil olmak üzere eyalet ve halkın arasındaki temsili dengelemeye dayalı bir hal almıştır. Dolayısıyla bir kaç eyaletin nüfus olarak çok fazla olması ve bu eyaletlerdeki nüfusun diğer eyaletleri domine etmemesi açısından elektoral sistem ABD tarihinde en önemli yapı taşı olarak devam etmektedir. Bu gün bu sistemin değişme ihtimali imkânsız denecek kadar azdır. Çünkü bu sistemin değişmesine yönelik yapılacak ve nüfus çoğunluğunun oyu ile başkanın seçilmesi gibi bir yöntem ABD’nin kuruluş felsefesindeki eyalet temsili noktası ile tamamen tezat bir hal alacaktır.


Tüm sebeplerden dolayı muhtemelen bu hadise yine çok tartışılacak ama herhangi bir değişiklik noktasında bir anayasa değişikliği hayata geçmeyecektir.

 

Yazarın Tüm Yazıları