Bekir Coşkun

Aydınların ihaneti...

23 Haziran 2009
İRAN halkı çağdaşlaşmak istiyor, çırpınıyor, yırtınıyor, sokaklara dökülmüş çığlık atıyor...<br><br>Türkiye yobazlaşıyor...

(........)

Seçim sonuçlarına bakılırsa elbet orada da çoğunluk ilkel-çağdışı yaşamdan mutlu... Sorgulamadan-düşünmeden, zihin yormadan, aklı ve medeniyeti ret ederek mollaların peşine takılmış gidiyor...

Ama İranlı aydınlar buna razı değil...

*

Türkiye ise kendi aydınlarının ihaneti ile İranlaşıyor, bir kez olsun dönüp bakın...

Televizyonlarda-gazetelerde yedi yıldır dincileşme sürecini toplumun gözünden gizleyen, örten... Tam tersine o sürece yol açıp destek verenler kimlerdi?...

Türk aydınları...

Dincileşme hareketinin lideri Tayyip Erdoğan’a şirin gözükmek için yarışanlar... Kimin Cumhurbaşkanı olduğu artık iyice anlaşılan Abdullah Gül’ün sofrasına koşanlar...

Yazının Devamını Oku

Hayrettin’in atı...

21 Haziran 2009
HAYRETTİN’in atı, kuyruğuyla sinekleri kova kova bizim evlerin arasındaki boş arsada dolanıp durur. Beyaz-kır, bir zamanlar önemli bir mevkide olduğu belli. Şimdi bizim mahallenin tek emekçisi Hayrettin’in arabasını arada bir çeker.

O sabah bir anda kıyamet koptu...

"At boğuluyor" sesleri-çığlıkları arasında, atın kendi ipine dolandığını, boğulma tehlikesi atlattığını öğrendik.

At arsanın ortasında bitkin yattı.

Mahallenin kadınları başına toplandı. Atın boynuna çeşitli pansumanlar yapıldı; kimi sıcak, kimi soğuk, kimi orta...

Evlerden ona birçok çeşit yiyecek getirdiler; yoğurt, süt, pekmez, kurabiye, pilav, kayısı, şurup...

Sonra havlu ve battaniyeler geldi...

Yastık...

*

Ona pembe güneş şemsiyesi getirdiklerinde at gözlerini açıp baktı...

Büyük bir sevinç koptu, kadınlar onu tek tek okşadılar.

Muhterem karım "Ona bir kulübe yap" dedi.

Ben daha önce köpek kulübesi yapmıştım. Ama at kulübesi nasıl olur, onu "Önce bir başarılı proje çizmeliyiz" kararına bağladım.

O sırada birisi "Atın adı ne?" diye sordu...

Herkes Hayrettin’in yüzüne baktı.

Atın adı yoktu...

Hayrettin tek atını kaybetmenin şokundan sonra, bu ikinci şok karşısında şaşkın ve mahcup "Akıl edemedik" dedi...

(Ata isim bulma girişimi şu anda sürüyor...)

Veteriner hekim bizim Furkan’ın tedavisi kadın okşamalarına eklenince, sonuçta at düzelmeye başladı.

İlk gece ortalık karardığında tarlanın ortasında yatmakta olan atın başından eksik olmadı mahallemizin kadınları.

Hayrettin yanından ayrılmak istemediği için, ona da atın yanında yatak yaptılar.

*

Ben ise tüm bunları izlerken hep aklımda şu vardı:

Kadınların koruma ve yaşatma güdüsü ne kadar güçlü... Avuçlarında şefkat ve sevginin inanılmaz tılsımı var...

(........)

Bir gün yaşamın ipi boynunuza dolandığında, kurtulmak için çırpındığınızda ama kurtulamadığınızda...

Var mı sizin için bir kadın eli?..
Yazının Devamını Oku

Ben de soyunmalıyım...

20 Haziran 2009
AYŞE Arman’ın Hello! Dergisi için çektirdiği soyunuk fotoğraflarına uzun uzun baktım, çok başarılı... Mehmet Yılmaz’ın yazdığına göre internette "tık’lama" rekoru kırmış.

Karıma "Ben de soyunmalıyım" dedim.

O itiraz etti:

"Bir defa Ayşe güzel bir kadın, senin nerene bakacaklar..."

Zaten benim de merak ettiğim oydu; bakalım nereme bakacaklar?..

16 yıldır bu gazetede yazı yazıyorum; Başbakan’ın bana sataştığı, ya da benim Başbakan’a yalakalık yaptığım bir gün dışında, bir tek yazım birinci sayfaya girmedi. Doğrusunu isterseniz Ayşe’nin de birçok iyi yazısını gören olmadı...

Ama soyununca...

*

İçimden bir ses "soyun" diyor...

Hayal kuruyorum; yazı işleri masasında Fikret Ercan "Bekir’in çıplak resimleri geldi" diyor... Arif Dizdaroğlu resimlerimle koşarak odaya giriyor...

Oktay Ekşi, elini koyduğu yanağındaki bıyıklar biraz daha yukarı kaymış, öyle bakıyor şaşkın "donma" pozisyonunda...

Ertuğrul Özkök, ayakta, iskambil dağıtır gibi çıplak resimlerime bakıp bakıp masanın üzerine "İşte bu... İşte bu..." diye dağıtıyor...

Tufan Türenç, içinden iki gün yanık ten için denize, peşinden benim fotoğrafçıya gitmenin planlarını yapıyor...

Ve ikinci gün birinci sayfadayım...

Urfalı hemşerilerim telefonlara sarılmış arıyorlar, ama telefonlara çıkmıyorum.

*

(Farkındaysanız Ertuğrul Özkök ile Mehmet Yılmaz, daha eleştiri olmadan "Şimdi eleştirecekler..." diye, Ayşe’nin çıplak poz vermesini savunan yazılar yazdılar.

Ben size söyleyeyim:

Bu ikisi kadın olsalardı çoktan soyunmuşlardı...)

*

Soyunsam...

O zaman bize de tık’latan tık’latana...

Ben Ayşe Arman’ın çıplak pozlarına bakınca elbette çok beğendim.

Ama asıl önemlisi, hepimize çok şey anlatıyor.

İlk başta toplumun yeni değerlerini...

Tek sorun; benim bacaklarım güzel değil...

Yine de içimdeki ses "Soyun" diyor...
Yazının Devamını Oku

Sen göbeğini kaşı...

19 Haziran 2009
TÜM bunlar seni ilgilendirmez... Nedir bu didişme?..

Neler oluyor?..

Hukuk yok, demokrasi işlemiyor, devletin kurumları birbirine düşman, toplumumuz parçalara bölündü...

Bu olanlar sana göre değil...

Sen göbeğini kaşı...

Aptal aptal dizilere bak...

Ve yarısında uyu..

*

Nasıl olsa senin yerine düşünen var...

Senin yerine olanları dert edinen, senin yerine konuşan, senin yerine didinen, senin yerine canı yanan...

Ve senin için canını veren...

Farkında bile değilsin, kimisinin "Unutma ey halkım... Unutma bizi..." diye küçük bir ricası vardı. Şimdi sorsam sana adını bilir misin, bilmez misin?..

Sen gazete okuma...

Kitaba elin değmemiştir, bilirim...

Dünya ile ilgilenme...

Bakma...

Görme...

Düşünme...

Neden zengin ülkenin yoksulusun, sorgulama...

Sana nohut ve kömür verirler...

Belki bir de üçlü kanepe...

Sen de oy verirsin...

Sonra...

Sonra senin yerine düşünenler, senin yerine dizine vuranlar, senin yerine kahırlananlar, senin yerine sorgulayanlar... Senin ahmaklığını temizlemek için hapishanelere doldurulurlar, yanarlar, olmadı ölürler...

Sen aldırma...

*

Bu olanlar, bu devlet içindeki soğuk savaş, bu huzursuzluk, bu didişme, bu bölünme, bu mücadele işte bundandır...

Kimileri senin akılsızlığının faturasını ödüyor...

Didiniyorlar, çırpınıyorlar, canları yanıyor, başları dertte...

Bunlar seni ilgilendirmez...

Dönüp bakma bile olana bitene...

Sen göbeğini kaşı...
Yazının Devamını Oku

Soru!...

18 Haziran 2009
ŞİMDİ size soru:<br><br>Askerlerin; irticai faaliyetleri, dincilerin devletteki örgütlenmelerini izlemediğine aklınız erer mi?.. Ya da:

TSK’nın bu "dincileşme" hareketlerini izleyip raporlara yazmadığına inanan bir tek kişi var mıdır?..

Ben bunca yılın deneyimiyle, belki yüzlerce araştırma-inceleme ve çalışma olduğuna inanırım...

Bu belgelerden sadece birisi gerçek değildi...

Onu da Taraf Gazetesi ele geçirdi...

*

İşte Türkiye bu belgeyi tartışıyor.

AKP’liler acele koşup savcılığa suç duyurusu yaptılar... Daha da koşacaklardı, akıllarına başka koşacak bir yer gelmedi...

Bine yakın TSK’ya eleştiri yazısı yazıldı...

Başbakan kızdı...

Cumhurbaşkanı da kızdı...

Oysa TSK İç Hizmet Yasası’nı açıp baksalardı, orada "koruma ve kollama görevi" yazılıydı...

(Bakınız; Madde 35...)

*

Askerler dinci yapılaşmayı izlerler...

Raporlara yazarlar...

Araştırma yaparlar...

Oturup konuşurlar...

Türk halkı cumhuriyetin-demokrasinin adını dahi duymamışken, hepimiz biliyoruz ki bu cumhuriyeti askerler kurdu. Üstelik şeriatçı güçlerin, saltanatçıların direnmesine, tepkisine ve isyanına; subayların kafasını kesip sırıkların ucuna takmalarına rağmen...

Ve askerler laik cumhuriyeti savunmak için arada bir yemin ederler...

Onlar cumhuriyet devrimlerinin bekçisi olduklarına inanırlar...

Sadece böyle saçma bir plan yazmak, diyelim ki tarikatçıların evine silah bırakmayı káğıda döküp altına imza atmak akıllarından geçmemiştir...

Ki bu belgeyi de arkadaşlar ele geçirdiler...

*

Bu yazı demokrasi adına zor, ama doğru bir yazıdır...

Size yine bir soru:

Dinci kadrolar, tarikatçılar Türkiye’yi ele geçirirken... Askerlerin seyirci kalacaklarına inanan bir tek kişi var mı?..
Yazının Devamını Oku

Sırası gelenler...

17 Haziran 2009
DEMEK ki Genelkurmay’daki subay, yazıcıya "Darbe planı yapalım" dedi. Yazıcı "Kaç kopya olsun komutanım?" diye sordu. Komutan "Üç..." dedi: 

"Biri avukat arkadaşa gidecek, birisi Taraf Gazetesi’ne, biri de zaten gizli..."

Yazıcı selam çaktı, oturup yazdılar.

Bitince subay komutana koştu:

"Komutanım adı ne olsun?.."

"Neyin?.."

"Darbenin... Yapmıyacak mıyız?.."

"Yapacaz..."

"Darbenin adı olsun ki, ne yaptığımızı bilelim..."

Sonunda gizli şifreli, kimsenin anlayamayacağı bir isim buldular:

"AKP ve Fethullah Gülen’i bitirme planı..."

Komutan sordu:

"Ne olduğu anlaşılıyor mu?.."

Öbürü yanıtladı:

"Hayır komutanım, hiç anlaşılmıyor... Sanki başka bir şeyin şeyiymiş gibi belli bile değil..."

Komutan sevindi:

"Şifreli ya..."

*

İki gündür onu düşünüyorum; Genelkurmay’ın darbe planı herhangi bir avukatın bürosunda ne arıyor?..

Doğrusu belgenin başlığı da ilgimi çekiyor:

"AKP ve Fethullah Gülen’i bitirme planı..."

Levazıma bulgur alımı emrini gördüğümüzde, iki gün "LK-BAT"ın bizim akşam yiyeceğimiz bulgur pilavı ile ne ilgisi olduğunu düşünmüştük.

Sonra anlamıştık ki "Levazım Komutanlığına-Bulgur Alma Talimatı" yani; LK-BAT...

Ama darbe planı bu kadar açık ve net:

"AKP ve Fethullah Gülen’i bitirme planı..."

*

Neler oluyor sizce?..

Ergenekon davası, emekli paşalara ve sıradan insanlara gerekeni yaptı. Ama TSK içindeki rütbelilere uzanamadı...

Bunun ön hazırlığı mıdır bu?..

Dilini tutamayan Bülent Arınç’ın halkın önünde daha geçen gün "Sıra büyüklerinde..." demesinden tam on gün sonraya denk geliyor bu olanlar...

Sıra büyüklerde mi?..
Yazının Devamını Oku

Boşuna çırpınışlar

16 Haziran 2009
İRANLILAR çok sevindiler...<br><br>Uygarlığa biraz daha yaklaşacaklardı. Reformlar başlayacak, medeni dünyaya el uzatılacak, yeni bir modern yaşamın kapıları yavaş yavaş aralanacaktı.

Özgürlük, çağdaşlık, demokrasi...

Gençler öbür dünya gençleri gibi korkusuzca kendilerini ifade edebilecekler, kadınlar eşitliğin gücünü hissedebilecekler, erkekler şeriatın kılıcının korkusunu yaşamayacaklar, bebekler gözlerini daha güzel bir dünyaya açabileceklerdi.

Ama olmadı...  

Reform yanlısı Mir Hüseyin Musevi kaybetti.    

Tutucu Ahmedinejad kazandı.

*

Çünkü şeriatçı, arkasına dinin baskı gücünü ve köreltilmiş zır cahil çoğunluğu aldı mı bir kere...

Kurtulmak olmaz.

İranlı aydınlar, aklı başında insanlar, reform yanlısı gençler kurtulacaklarını sandılar Ahmedinejad’dan.

Kurtulamıyorlar.

(.........)

İran 70 milyon...

Gelirinin yüzde 80’i zengin petrol yataklarından. Böyle olunca bu seçim öncesi durumu zayıf seçmene üçlü kanepe göndermek yerine, 250’şer dolar faizsiz devlet kredisi dağıttı Ahmedinejad...

Peki ilerde reform yanlıları kazanabilir mi?...

Hayır...

Çünkü geleceğin hesabını da yapar şeriatçı.

Yoksul, eğitilmemiş, zır cahil kitleler eksik olmasınlar diye, 80’lerde Humeyni’nin başlattığı "çok çocuk" politikasını şöyle diyerek sürdürüyor Ahmedinejad:

"İki çocuk yetmez..."


*

Dinci bir kez yerleşti mi tepenize...

Onun dilinde "din-iman" ve arkasında "cehalet" gibi iki güçlü silahı vardır. Demokrasi bu iki silah karşısında asla çalışmaz.

Çünkü demokrasi; aşağı yukarı eşit insanların rejimidir. Çoğunluğu zır cahiller ülkesinde demokrasi olmaz, olamaz...

Sizi bir kere ele geçirdi mi şeriat...

Boşuna çırpınırsınız...

İşe yaramaz...
Yazının Devamını Oku

Mösyö Hırpani...

14 Haziran 2009
BU çok değişik bir şey... Hani mahalleye farklı görüntü ya da statüde birisi gelir, herkes onunla ilgili bir şeyler söyler, gözler onun üzerindedir ya... Öbür kediler duvarın üzerinden, zakkumların altından uzun süre onu izlediler.

Uzun tüylü, yassı suratlı, inanılmaz kocaman bal renkli gözü... Ayakları kısa, göbeği yere yakın, kostak kostak yürüyüşlü...

Cunda’nın kedilerine hiç mi hiç benzemiyor, bu bir yabancı, getirip buralara atmışlar.

Zaten öbür kediler de bunun farkındalar. Onu görünce dağda Japon görmüş Yozgatlı çoban gibi öyle bakıyorlar.

O aldırış bile etmeden kostak kostak yürüyor.

Komşularımız Mehmet ile Gülhan’ın küçük sevimli köpekleri Kontes bile tüm kedileri sırayla kovalarken, bunu görünce zınk çakıldı. Ne olduğunu anlamak için önünden yıldırım geçişler ve çevresinde hızlı turlar attıysa da boşuna...

*

Bende; her şeyini yitirmiş, kimseye belli etmeden çöpleri eşeleyip karnını doyuran, ama yürürken havasından ödün vermek istemeyen bir eski şansölye izlenimi bıraktı.

Andree ona birçok isim buldu:

Pamuk, Şeker, Pamuklu Şeker...

Lokum...

Bence benim bulduğum isim en uygunuydu. Fazla taraftar bulmasa bile gururla açıkladım:

Mösyö Hırpani...

*

Cumhuriyet Gazetesi’nin bizimle yaptığı bir röportajda Postal ile birlikte Mösyö Hırpani de yer aldı. Fotoğrafı gören Ertuğrul Özkök aradı, bunun bir İran kedisi cinci çinçila olduğunu söyledi.

(Çok bilmezsiniz, Ertuğrul hepimizden çok daha hayvanseverdir. Üstelik hayvanlarla ilgili iyi bir ansiklopedik bilgiye sahiptir.)

Mösyö Hırpani eve yerleşti, bana çok yüz vermiyor... Bakışlarından benim bu evde gereksiz olduğumu düşündüğünü hissediyorum.

Andree’nin en mutlu olduğu şey; ilk günler çişini özen ve dikkatle banyoya yapmasıydı... Sadece benim odamı banyo sanıyordu...

(........)

Olsun...

Bir canlı ile dost olmak, onun sevgisini kazanmak, onu sevmek, onu yaşatmak, onunla küçük küçük mutlulukları paylaşmak...

Bu kadar mı güzeldir?..
Yazının Devamını Oku