İçimdeki gizli sorular…

Yepyeni bir günden daha sıcak bir merhaba yolluyorum ve ay akrep burcundaki içinizde konuşan şeyleri aşağıya seslendiriyorum.

Haberin Devamı

Gün geçtikçe, özlü düşünmeye kendimi zorlarken,

Bir adım daha ileri attığımı sanırken,

Bilinmeyen bir noktayı geçmek üzere olduğumu görüp,

Birdenbire kendimi boşlukta,

Özden çok uzaklarda,

Birçok dayanaktan yoksun hissediyorum. 

Aramızdaki farklılıkları veya aynılıkları da düşünüyorum. Aslında hepimiz aynıyız. Hiçbirimiz birbirimizden farklı değiliz.
Peki, Her varlık hemen hemen aynı nesnelerin bir başka türevi, bir kök beraberliği içindeyken, bu denli ayrılık, bu denli farklılık ve bu denli farklı olma hırçınlığı neden?

Bu çıkmazı bir kenara koyup şunu soruyorum:

İnsanları, düşünebildikleri için öncelikle ele alıyorum.

“Evet, düşünüyorlar” ama hepsi de kendi doğrularının izinde olmayı tercih ediyorlar. Bu doğrular neden bu kadar çok?

Doğrular bu denli sonsuz olunca genel anlaşma, toplum olma, beraber yaşama, kaderde, kıvançta birlik nasıl sağlanacak?

Haberin Devamı

Canlılar zaten kendiliğinden kendi içlerinde ve kendi dışlarında bir çıkar çatışmasını sürdürmüyorlar mı?

Bu çıkar çatışması nasıl oluyor da tüm özü yok edemiyor? Etoburlar sürekli et, ot oburlar sürekli ot buluyorlar, yaratılıştan beri böyle gelmişler! Kurt, kuzu, keklik, tilki, yılan, aslan, kaplan hep varlar. Hem de kendi geleceklerini koruyarak gidiyorlar. Kuşku duyuyorum, acaba bütün bu gerçekler neyi ifade ediyordu?


Düşüncenin henüz var olmadığı günlerde, kendi iç kuramları içinde akıl günlerine ulaştık. Akıl neyi değiştirmiş oluyor ki?

Belki kendi iç düzeni, iç ritmi içinde oluşup geçen sıradanlıklar bizce bir olay kaynağı olarak var sayıldı. Medeniyet tarihi öyle de olduğunu da düşündürüyor.

İnsan ruhundaki bitmez çelişkiyi, belli bir çizgide tutmak için, yine insanlar eliyle ortaya konulmuş, birtakım tabular, varsayımlar aklı nasıl bağlamıştır? Hala akıl onun gölgesinde dinleniyor. Yanıtını bulamadığı nedenler zincirinde, isteseniz de istemeseniz de evrenin bir varoluş nedeni vardır.

Cırcır böceği vardır, siz ona yaklaşınca, sesinin yönünü, tonunu değiştirir, yerini bulmanızı imkânsız kılar. Evet bir böcek sesi duyuyorsunuz, tipi tonu belli, ama sesin kaynağı, sesi üreten şu anda nerede? 

Haberin Devamı

İnsanlık tarihi çok eski, ama insan gençtir.

Yaradılışın bir uzun gelişimle, ortaya koyduğu doğal yapı, onun içinde yaşam biçimleri vardır. Bunların her biri, bir ve binlerce diğerleriyle bağımlı kılınmışlardır. Bu tezi savunmamız için ortada binlerce neden var. Bulduklarımızla öz olan insana hangi mutluluğu getirdik?

Hızlı yaşıyoruz, neye göre hızlı?

Zaten insanın algılama hızı bellidir, bu hızı aşmak mümkün müdür?
Görme olayını örnek olarak alırsak, biyolojik olarak eşyaya çarpan ışık ışınlarının yönümüzde uyandırdığı duyumların her birine renk diyoruz. Bunların yoğunluğu bizde haz veya tepki uyandırıyor. Bu olay saniyenin belli bir süresinde ve belli oranda beynimize ulaşıyor, onları algılıyorum ve tepkimeye geçiyorum. Sonrası için, düşünmek istiyorum. Bunları yapamazsam ben görmüş olamam. Bu durum bütün canlılarda, belli sürelerde oluşur, hızlandırılamaz. Her değişkenin bu varsayım üzerine kurulması gerekmez mi mutluluk için.?

Haberin Devamı

Benim hazmetme süremi hesap etmeden bana en zengin çeşnide yiyecekleri verseniz neye yarar, neyi değiştirir? Mayalanma olayına bir süre tanıyor, bir virüsün çoğalma süresini kabul ediyor, ama insana gelince büyük yanılgıya düşüyoruz. Veya zaman kazanmak için ister istemez uyum sağlıyoruz bu çelişkiye.
Normal bir yapıda hiç de önemli bir görev üstlenmeyen duygular, günün birinde bütün yapıyı yıkacak güce ulaşıyorlar. Tek başlarına en büyük neden olabiliyorlar. Çağımız insanının sorunlarını ve de sorumsuzluklarını bu netlikte ortaya koyabiliyor…. Düşünmek güzel şey…

Mutlu günler dilerim…

 

Yazarın Tüm Yazıları