Neden bu kadar kötüsünüz?

Bana ait bir cümle değil bu. Gastronominin önemli isimlerinden, nezih insan, ünlü gurme Vedat Milor’un sosyal medyayla imtihanından bir alıntı.

Haberin Devamı

 

Adamcağız (Yanlış anlaşılma olmasın, hiç de zavallı bir durumu yok, sadece popülerliği sosyal medyada eskitiliyor) eşiyle çok da sempatik bir resim çektirmiş, mutlu bir aile fotoğrafı paylaşmış ve eklemiş ‘Çok sevgili eşimle, çok sevdiğimiz bir restoranda çekilen fotoğrafımız #aşk’.  

Beğenen var, beğenmeyen var. Çok normal.

Densizin biri Vedat Milor’un eşi üzerinden bir yorum yapmış ve altına buraya yakışmayacak bir şeyler yazmış.

Gizli ya da takma adlı bir hesap da değil, adıyla sanıyla terbiyesizleşmiş.

Yorum ve yorumu yazan önemli değil, önemli olan Vedat Milor’un, yorumun altına yazdığı cevap. İşte o cevap çok meşgul etti kafamı.

‘Neden bu kadar kötüsünüz?’ 

Neden bu kadar kötü bu yorumlar gerçekten?

Neden bu kadar özensiz?

Haberin Devamı

Bin türlü söyleme biçimi varken, neden en hoyrat olan seçiliyor?

Muhtemelen özünde kötü biri değil, sadece başkalarına komik olmaya çalışıyor o arkadaş Vedat Bey, siz hiç üzülmeyin. Yazdığı yorum size bile değil.

Yanınıza gelse, sizinle tanışsa, düt demeye dudağı olmayacak tipler dangır dungur konuşuyor. Yüz yüze denk gelseniz belki saygılarından önünü ilikleyecek olanlar; sosyal medyada acımasız, saygısız, yazdıklarının arkasında olmayan insanlara dönüşüyorlar.



Basit bir sebebi var aslında.

Kendince(!) komik olmaya çalışıyor. O popüler fotoğrafın altına ‘Mutluluklar!’ yazsa kimsenin dikkatini çekemeyecek. Öyle bir şey yazayım ki, beni de görsünler, beni de beğensinler, bana da takipçi olarak gelsinler istiyor. Fark edilmeye çalışıyor, ayrışmak istiyor, bunun için en uçlardan düşünceleri, en kötü kelimeleri seçiyor.

Yorum yazdığı insanın duygularını önemsemiyor, empatiden yoksun davranıyor, en bencil haliyle sadece beğenilmek istiyor. Bu kadar...

 

Takmayın, üzülmeyin, engelleyin gitsin. Bitmez ki, daha on binlercesi var...

 

Hayatının belki yirmi, otuz yılını sahnelere vermiş, televizyonun en çok izlenen programlarına imza atmış sanatçılar var. Beğenirsin, beğenmezsin. Kendi kültürüne, kendi kültürel altyapına uygun bulursun, bulmazsın.

Haberin Devamı

Mesela Seda Sayan’ın bir resminin altına yazıyor bir şeyler. Seda Sayan’ın bulunduğu yere nasıl geldiğini anlayamıyormuş.

Her şeyi söyleyebilirsin, sesini beğenmeyebilirsin, müzik tarzını kendine uygun bulmayabilirsin. Gündüz kuşağı kadın programlarını eleştirebilir, seviyelerini kendine göre düşük bir seviyede bulabilirsin. Ama nasıl geldiği belli olmamak? O kadın otuz yıldır televizyonda, otuz! Bir karşılığı olmasa memlekette, hiç ara vermeden bu işi yapabilir mi?

Arkadaş, şöyle yapalım mı? Hazırlan, hayatının en iyi fikrini bir program haline getir. Git bir televizyonla anlaş. Anlaşamazsın da, diyelim ki başladın. Kaç kişi izleyecek seni? Kaç yıl ekranda kalabileceksin? Var mı böyle bir fikrin? Senin neyin eksik ondan acaba, hiç düşündün mü? Sadece başlamak için para ve biraz çevre diyorsan, çok büyük yanılıyorsun!

 

Haberin Devamı

Adam Türkiye’nin tartışmasız en büyük televizyoncusu. Cümleyi kurduğumda aklınıza Acun ismi gelmedi mi? Her yaptığı program reyting rekorları kırıyor. Sıfırdan başlamış, işin tozunun içinde doğmuş, medyanın her alanında bizzat çalışmış. Sadece programları değil, yüzlerce ilişkiyi başarılı bir şekilde yönetmiş, bir kanal sahibi olmuş. Yetmemiş, dünyaya açılmış, bir çok ülkenin televizyonlarının içeriğini üretir hale gelmiş. Yanında binlerce kişi çalıştırıyor ve yanındakiler de çok memnun bir şekilde çalışıyorlar. Üstelik duyduğumuza göre emeklerinin teri kurumadan, tıkır tıkır paralarını da alıyorlar.

Yazmış Acun’un bir resminin altına, eleştiriyor. Acun’un meğer insanlığa hiçbir katkısı yokmuş. Örnek de veriyor, bir midyeci bile insanlığa daha çok katkıda bulunuyormuş…

Haberin Devamı

Midyeci kardeşlerin bir çok katkısı vardır hayatımıza, özellikle de geceleri, fakat yorumu yapanın kendisi de kansere çare arayan bir doktor değil!

Çağırsın Acun bu arkadaşı, ‘Gel, Acun Medya’da çalışmaya başla yarın!’ desin; önce uğraştığı boş işleri bırakır, sonra havada on dört takla atar, bir daha kendi söylemediği gibi, kimsenin Acun’a laf söylemesine de müsaade etmez!

 

Ama yazıyor işte oturduğu yerden. Adını saklayan var, saklamadan gümbür gümbür yürüyen var.

‘Herkes beğeniyor, ben beğenmiyorum, gör bak ne kadar farklıyım’ mesajı vermeye çalışıyor aklı sıra.

Karşısındakinin insan olduğunu unutuyor insanlar, sosyal medyada.

Naçizane komik olduğunu düşündüğüm bir tek kişilik gösterim var. Gelenler pek bir memnun ayrılıyorlar. En büyük şikayetleri yanağımız ağrıdı, karnımız kasıldı falan oluyor inanın. Kısacık bir videosunu paylaştım geçen gün Instagram’da.

Haberin Devamı

Altına yazmış biri ‘Yirmi beş saniyemi geri verin!’

Normalde engelleyip geçerim, bu sefer ürperdim! Neler yapıyor acaba bu arkadaş, neleri beğeniyor, nasıl çaldık hayatından yirmi beş saniyeyi?

Elbette herkesin yirmi beş saniyesi kendine kıymetli ama benim için harcadığını geri istediği için bir sorumluluk hissettim.

Nasıl kalkarız bu vebalin altından? Soracağım, yirmi beş saniyesi kaç para acaba? Ya evrenin sırlarını çözmeye çalışan bir astrofizikçiyse, nasıl bulup buluşturup öderiz karşılığını?

Baktım sonra hesabına, boş işler müdürü biri. Beni izlemediği diğer zamanlarda da kedi beğenmiş, ateşle saç kesen berber beğenmiş, çok acı biber yiyip hastanelik olan bir grup insanı beğenmiş, aynı anda ketçap ve mayonezi ağzına sıkan kızı beğenmiş falan. Böyle gidiyor...

 

Artık elimde bir kediyle berbere gidip saçlarımı alevle harlatacağım. Belki izleyip memnun kalır da, bir şekilde borcumu öderim!

 

Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam

Yazarın Tüm Yazıları