Evrim ya da devrim teorisi

Şurada beş, on yıl öncesine kadar ‘gizemli insanın çekiciliği’ diye bir şey varken; kendimizi açık saçık ortaya döktüğümüz, gittiğimiz her yeri, gördüğümüz her şeyi, yediklerimiz kadar sevdiklerimizi de başkalarıyla hunharca ve memnuniyetle paylaşan insanlara dönüştük.

Haberin Devamı

Eskiden sahilde tek başına oturan yakışıklı çocuk, diskoda bir masaya ilişmiş yalnız kız, karikatürlerde denize bakarken pardösüsü uçuşan gizemli adam tuhaf görüntüler değildi.

Disko zaten kalmadı, son karikatür dergisi neredeyse kapandı, sahilde tek başına oturan biri varsa da jandarmayı aramak gerekiyor artık.

*

Bir ara ‘cep telefonu kullanmıyorum insanları’ vardı, hatırlamazsınız bile belki. Önceleri, sağlam hobileri olan, kendilerine zaman ayırmayı seven bu insanların her yere telefon götürmek istememelerini anlamıyorduk. İnsan neden bu kadar yalnız olmak isterdi ki?

Sonra telefon kullanmayan insan kavramı bitti. Sosyal medya icat oldu, mertlik iyice bozuldu. Biz anında Facebook kullanmayan insanları anlayamamaya başladık. Nasıl olur da bir insanın Facebook hesabı olmazdı? ‘Herkes orada, sen nasıl olmazsın? Nasıl? Atma!’

Haberin Devamı

Akabinde, bir gün herkesin Facebook’u oldu. Sanki zorunlu hale gelmişti. O zaman da, Facebook hesabı olup da az kullanan, girip sadece başkalarına bakan, bir şey paylaşmayan insanlar türedi. Bunlar kendilerine ‘teknoloji özürlü’ diyorlardı. Anne ve babalarımızdan falan bahsetmiyorum ha, yanlış anlamayın. Bir çok orta yaş üstü, zorla da olsa Facebook işini çözdü, hatta profesyonel lige geçti.

Teknoloji özürlü olanlar bunu bir havayla söyleyenlerdi. ‘Twitter kullanmıyorum, Facebook da var ama girip çıkıyorum sadece’ cümlesi, eskinin ‘cep telefonu kullanmıyorum’ havalı kavramının evrim geçirmiş haliydi artık. Biz de, hiç paylaşım yapmayan insanları anlamamaya başladık.

Gün geldi, ‘Whatsapp’ın var mı?’ sorusu birisine soracağın en aşağılayıcı sorulardan biri oldu. ‘Herhalde var!’ bile denmeyecek hallere gelindi. Bu soruyu soran anca art niyetliydi, acaba ne demek istiyordu? Kimin Whatsapp’ı olmazdı ki? Hemen Whatsapp kullanmayanları anlayamaz hale geldik.

*

Hamilelik üç ayı bulmadan kimseye söylemeyenler, hamileliklerinin tamamını fotoğraflamaya, gün gün paylaşmaya başladılar. Bir baktık ki, paylaşma dürtüsü nazarı yenmişti.

Kızın sert mizaçlı babası görecek diye sakım sakım saklanan sevgililer; yanak yanağa fotoğraflarını, diz dize videolarını reklam yapar gibi yaymaya çalıştılar. Anladık ki, paylaşma heyecanı korkuyu bastırmıştı.

Haberin Devamı

Çaldığı paralarla, kaldığı otelin yatağında poz verip, Instagram’dan canlı yayın yapan hırsız, on iki dakika sonra kapıdan giren polise şaşırıp kaldı. Fark ettik ki, ‘herkes beni görsün’ duygusu, hırsızlık kavramını temelden sarsmıştı.

*

Takipçi sayısı sosyal bir prestij seviyesi haline dönüşünce, önceleri öğle yemeklerini paylaşmayı ihmal etmeyenler; evdeki köpek ve kediciklerden başlayarak, gece hayatlarını, havuz kenarında ayaklarını, mayoyla güneşlenme detaylarını derken, yatak odası ve banyo aynası paylaşımlarıyla, yeni takipçi adaylarına daha cazip hesaplar gösterme yarışına giriştiler.

Her şeyi gördük, herkesin her şeyini gördük. Bunu doğal hakkımızmış gibi talep ettik, takipçi olduk. Söke söke falan değil, kolayca aldık. Hatta, her şeyini paylaşmayanı anlayamaz olduk.

Haberin Devamı

Bu yarışta geride kalanlar, sanki mümkün olsa iki yüz kişi yerine iki milyon kişi takipçi istemiyormuş gibi, hesaplarını kilitleyip, izleyici konumuna geçtiler. Böyle tercih ediyoruz kafalarına girdiler. E, tabi ki biz de daha fazla takipçi istemeyenleri anlayamamaya başladık.

*

‘Düşünüyorum, o halde varım’ yerini ‘paylaşıyorum, beni görün!’ şekline evrildi. Çünkü eğer görünmüyorsan, yoksundu.

‘Beni görün!’ dürtüsü insanın aklını, mantığını alıp götürdü. Herkes görünebilmek için türlü hale büründü.

Masasının başında, evden hiç çıkmadan, sadece bilgisayarında oyun oynayan ve bunu Youtube’da paylaşan ergeni milyonlarca insan takip etmeye başlayınca; önce reklam ajansları bocaladılar. Sonra yıllarını sanata, sahneye ya da televizyona vermiş ve reklam dünyasından para kazanmayı bekleyen ünlüler şaşırdılar. Daha sonra da reklam vererek, ürünlerini satmaya çalışan şirketler afalladılar. Biz hemen yeni nesil internet ünlülerini hiç tanımayanları anlayamamaya başladık.

*

Haberin Devamı

Peki şimdi ne olacaktı? Televizyon işleri nereye gidecekti? Yeni ünlülerle işler neye evrilecekti? On ikiden otuz beş yaşına kadar herkese ulaşmak için sadece internet videoları yeterli mi olacaktı? Televizyondaki tek bir bölüm program için on binlerce lira para isteyen bir çok ünlü, yaşına başına bakmadan beleşe Youtube hesapları açtılar. Saniyesinde Youtube hesabı olmayan insanları anlayamaz duruma geldik.

*

Her şey, en yakından takip edenin tahmin ettiğinden hızlı gelişmekteydi. Gözümüzün önünde insan evriliyordu, ya da bir devrim gerçekleşiyordu.

Mesela, gelecekteki reklam pastası hala krokanlı mı, yoksa daha ergen işi muzlu, çilekli miydi?

Bence artık o gün gelmişti, hatta süratle geçmekteydi. Biz anındatelevizyon asla bitmez hocam’ diyenleri anlayamaz olduk.

*

Haberin Devamı

Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam

Yazarın Tüm Yazıları