Tarım Bakanlığı bunu hep yapıyor, GDO’lardan kaçıyor

GEÇEN hafta Sabancı Üniversitesi’nde üzülerek kaçırdığım ilginç bir sempozyum düzenledi.

"3.Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu"

Sempozyumun ana konusu zaman zaman bu sütunda yer verdiğim GDO’lar (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ve bunlar kontrol için oluşturulan "biyogüvenlik" mekanizması.

Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, Türkiye’de resmi düzeyde bu GDO konusunda tuhaf bir tutum var.

Tarım Bakanlığı "Türkiye’de GDO içeren ürün yok" diye kestirip atıyor.

Oysa bilim adamları, tarımla uğraşanlar tam aksini söylüyor. Türkiye’nin ithal ettiği dört üründe -soya, mısır, kolza ve pamukta ? GDO olduğunu neredeyse herkes biliyor ama Tarım Bakanlığı bilmemezlikten geliyor.

Sabancı Üniversitesi’ndeki sempozyumun önemi şundan: Sempozyumu üç yıldan beri düzenleyen Profesör Selim Çetiner, bu yıl Avrupa Birliği’den konuyla ilgili önemli bilim adamlarını ve Türkiye’den bazı çevreci örgütleri de davet etmiş.

Örneğin "GDO’lara Hayır Platformu" bunlardan biri.

Fazla tartışılmadığı için GDO meselesi bilinmiyor Türkiye’de.

Daha önce de yazmıştım.

Kişisel olarak ürünlerde gen değişimi anlamında olan GDO’lara karşıyım. Dahası organik ürün takıntılıyım.

SESSİZLİĞİN ALTINDAKİ NEDEN

Ancak dünyanın karşı karşıya olduğu açlık tehlikesini göz önüne aldığımda "tarımsal biyoteknolojinin" dolayısıyla "biyotek ürünlerin" önemli olduğunu da kabul ediyorum.

Her neyse sempozyuma dönersek, "tarımsal biyoteknoloji" her yönüyle ele alınıyor.

"Hangi ürünler GDO’lu" meselesinden "yoksul çiftçinin bu teknolojiye nasıl ayak uyduracağına" kadar sayısız konu masaya yatırılıyor.

Konunun uzmanı olan Türk ve Avrupalı yabancı bilim adamları tartışıyor.

Peki bu önemli sempozyum Tarım Bakanlığı tarafından izlenmiş mi?

Sorum Profesör Çetiner’e.

"Tarım Bakanlığı yetkililerini davet ettik ama kimse gelmedi. Daha önceki iki sempozyuma da davet etmiştik yine katılmamışlardı"
diyor.

Tarım Bakanlığı GDO’lardan kaçıyor mu?

Biz tüketici olarak ne zaman bu konuda resmi ağızlardan doyurucu bir bilgi alacağız acaba?

Anladığım kadarıyla, Tarım Bakanlığı’nın bu konudaki sessizliğinin altında yatan neden "Biyogüvenlik Mevzuatı".

AB UYUMU NEREDE KALDI


Türkiye yaklaşık 10 yıl önce kendi ulusal "Biyogüvenlik Mevzuatı"nı çıkartmayı taahhüt ettiği halde çıkartamıyor.

Profesör Çetiner’in verdiği bilgiye göre, Türkiye yaklaşık üç yıl önce 440 bin dolara bir "biyogüvenlik kanun taslağı" oluşturmuş.

Bu güzel haber.

Kötü haber ise şu: Bu taslak ne dünya normlarına ne de AB normlarına uyuyor. Yani eldeki taslak kanuna dönüşemiyor çünkü elle tutulur yanı yok.

Peki ne olacak?

Dünya, Avrupa Birliği "tarımsal biyoteknolojiyi" tartışırken biz mevzuat yok diye bunları es mi geçeceğiz?

Böylesine önemli bir mevzuat yokluğunda tarımda AB ile uyumu nasıl sağlayacağız.?

Medeniyetler Çatışması ya içimizdeyse?

GEÇEN akşam, AKP İstanbul İl Teşkilatı’nın iftar yemeğinde Başbakan Erdoğan ile İspanya Başbakanı Zapatero’yu dinledik.

Konu iki başbakanın üç yıl önce başlattıkları "Medeniyetler İttifakı".

Türkiye önümüzdeki nisan ayında "Medeniyetler İttifakı"nın uluslararası 2. Forumu’nu ağırlamaya hazırlanıyor.

Başbakan Erdoğan’ın da vurguladığı gibi ittifak giderek uluslararası bir boyut kazanıyor.

Notlarıma bakıyorum.

Başbakan Erdoğan "Evrensel barış adına, ebedi adalet adına buradayız" diyor.

"Kimse karşısındakini öteki diye dışlayamaz" diyor.

Güzel sözler.

Kimilerinin iddia ettiği "medeniyetler çatışması" tezini yalancı çıkartacak sözler.

Sözler güzel ama gerçek başka.

Bugün bu ülkede bile biz değişik dünya görüşlerinin çatışmasına tanık olmuyor muyuz?

Erdoğan’ı dinlerken tam bir gün önce tanık olduğum bir olayı düşünüyorum.

SAHİLDEKİ OLAY

Sabahın erken saatlerinde Caddebostan sahilinde yürüyüş yapıyorum. Plaj civarında bir kalabalık gözüme çarpıyor. İnsanlar aşağıya, kumsala doğru bakıyor.

Kumsal iki genç insanla bir süreden beri sahilde devriye gezen "motosikletli polis" ekibinden dört, beş polis var.

Mesele ne?

Bir kız, diğeri erkek iki genç battaniyeleriyle kumsalda sabahlamış.

Dolunay var, hava güzel.

Yanlarına şaraplarını, gitarlarını alıp yıldızların altında uyumak istemişler.

Evleri iki sokak ötede.

Sabah gözlerini açtıklarında "motosikletli ekip" tepelerinde.

NEDEN İLLA KARAKOL

Mesele güvenliğimiz ise olabilir.

Kimlik kontrolü yapılıyor, ev adresleri alınıyor.

Genç kızın çantası didik ediliyor.

(Bir hukukçudan erkek polisin bir genç kızın çantasını karıştıramayacağını öğrenmiş bulunuyorum.)

Gençlerden itiraz sesleri yükselince de "haydi karakola".

Kalabalık gençlerden yana.

Karakola götürülecek bir şey yapmadılar. Plajda sabahlamak yasak mı bu ülkede?

Kalabalık ile genç polisler arasındaki çatışma esasında yukarıda sözünü ettiğim farklı dünya görüşlerinin çatışması.

Bizim mahalledekiler gençlere arka çıkarken, genç polislerin "karakol" diye diretmeleri başka bir şeye işaret ediyor.

Muhafazakar "background"’ları, "plajda sabahlamayı" ve belki Ramazan’da içki içmeyi tasvip etmiyor.

Oysa onlar da genç, illa karakola götürmek istedikleri de.

Söylemek istediğim şu: Bu tür olaylara giderek daha fazla rastlıyoruz.

Değişik yaşam tarzlarına, dünya görüşlerine sahip insanların bu ülkede yan yana yaşamaları giderek zorlaşıyor.

Bu durumda Başbakan Erdoğan’ın başını çektiği "Medeniyetler İttifakı" anlamsızlaşmıyor mu sizce?
Yazarın Tüm Yazıları