Pazarlığa oturuyorum

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Gaziantep’te yaptığı konuşmayı dinliyorum.

Güya eğitim yılının açılışını yapıyor.

Ama bir ses tonu...

Sanırsınız, birileriyle kavga ediyor.

Aynı öfke, aynı nefret dolu belagat.

Eğitim yılının açılışında ülkenin çocuklarına harika bir "rol modeli".

Hepiniz onun gibi olun çocuğum.


Arkadaşınla sohbet ederken bile kavga eder gibi konuşacaksın.

Her cümle karşındakinin suratına tokat gibi yapışacak.

Ondan da karşılığında bir yumruk gelecek.

Ama dünkü konuşmanın başka ilginç bir yanı vardı.

Erdoğan, eğitim yılının açılışında bile, partisinin üyelerinin karıştığı yolsuzlukları savunma ihtiyacında.

Orada bile laf sokuşturuyor.

Yani iş artık o noktaya gelmiş.

Bir yeri yamayla kapatmak isterken, pantolon öteki taraftan patlıyor.

Paçalardan aşağı akıyor.

Ülkenin Başbakan’ı, eğitim yılı açılışında bile böyle bir konuşma yapma ihtiyacı duyuyorsa, durumu parlak değil demektir.

Başbakan’ı dinlerken önümüzde mahkemenin Cem Uzan’la ilgili kararı duruyor.

Mahkeme, Uzan’a "öfke yönetimi" cezası vermiş.

Böyle bir cezanın varlığını ilk defa Jack Nicholson ile Adam Sandler’ın filminde görmüştüm.

Zaten filmin adı da "Anger Management" yani "Öfke Yönetimi" idi.

Hákim, kavga eden gence böyle bir ceza veriyordu.

* * *

Talihin ve yargının şu cilvesine bakın ki, Uzan’a bu ceza, Başbakan Erdoğan hakkındaki sözlerinden dolayı verilmiş.

Başbakan’ın bizim gruba karşı yürüttüğü saldırı kampanyasındaki üslubuna bakınca, acaba Erdoğan’a da böyle bir ceza vermek gerekmez miydi diye düşündüm.

Tabii ki o Başbakan.

Dokunulmazlığı var.

Kurumlara saldırmak, kurumların ticari durumunu sarsmak, insanları tehdit etmek, hedef göstermek, partisine "Vur vur inlesin" diye yuhalatmak, onun en doğal hakkı.

Kimse ona dokunamaz.

Ona dokunanlar yanar, bitirilir.

Ama o ne yapsa yanına kalır.

Türk siyasetinin Kopenhag kriterlerine en yakışan kuralı budur.

Memlekette sadece "Ti" sesi çıkaran tek notalı borazan bir basın yaratmaya çalışmak da Kopenhag’ın en klas demokrasi kriterleri arasında yer alır.

* * *

Başbakan’ı dinlerken hep şunu düşünüyorum:

Acaba gerçekten öfkeli mi? Yoksa öfkeli adamı mı oynuyor?

Ne diyor:

"Siz susarsanız ben de susarım."

Pazarlığı açtı da, neyin pazarlığını yaptığımızı anlamadım.

Yani biz, AKP’liler yolsuzluk yaptı mı yazmayacak mıyız?

Biraderlere ait dernekler, milleti söğüşlediği zaman ağzımıza fermuar mı çekeceğiz?

O da bunun karşılığında ses çıkarmayacak öyle mi?

Vallahi ben hayatımda böyle bir anlaşma görmedim.

En iyisi mi herkes en iyi bildiği işe dönsün.

Biz gazeteciliğimize, Başbakan da öfke belagatine...

* * *

Ancak Başbakan’a hayatın bazı acı gerçeklerini hatırlatmak isterim.

O, bizleri susturmaya çalışırken, eğitim yılı açılışında bas bas bağırırken, artık her gün üç beş şehit geliyor.

Başbakanımızdan, partisinin yolsuzluğa karışmış mensuplarını, vicdan hırsızlarını savunmak için harcadığı gayretin hiç olmazsa yarısını da memleketin evlatlarını nasıl kurtarırıza harcamasını bekliyoruz.

Şimdi Başbakan’la pazarlık masasına oturuyorum.

Hiç sorun değil.

Her gün bize küfretsin, hedef göstersin, yandaş medyaya manşetler versin.

Yeter ki kendi partisindeki yolsuzluklara şöyle damardan bir girsin.

Bir de dağlarda teröre karşı mücadele eden çocuklarımıza biraz daha ilgi göstersin.

Bak, artık her akşam üç beş yuvada ağıtlar yakılmaya başlandı.

Başbakan bu iki meseleyi çözsün, söz veriyorum susacağız.
Yazarın Tüm Yazıları