Gece yarısı bildirileri olmayacak

HERKES soruyor:- Org. İlker Başbuğ nasıl bir strateji uygulayacak? Üslubu nasıl olacak?

Gece yarısı bildirileri olmayacak
Ve bir başka soru:

- O da sert açıklamalar yapacak mı? Hükümetle gerilim olacak mı?

İşte o soruların cevabı:

- Org. Başbuğ elbette ki TSK’nın varoloşundan gelen temel çizgilere dikkat edecektir. Ancak üslubu farklı olacaktır...

-
Ne gibi bir fark?

- Yani Özkök Paşa’nın üslubu sivil yaşama özen gösteren, daha yumuşak bir üsluptu... Birileri Org. Büyükanıt dönemine aşırı bir beklenti çıtası yerleştirdi. İşte (kodum mu oturtacak) türünden içi boş beklentiler. Org. Büyükanıt böyle yüksek bir çıtadan atlamaya çalıştı.

-
Peki atlayabildi mi?

- Sıkıntılı oldu...

-
Ne gibi?

POMPALA, KÜÇÜLT!

- İşte sürekli açıklamalar. Sonra internet üzerinden gece yarısı açıklamaları. Bu açıklamaların zaman içinde etkisi kalmadı...

-
Peki Org Başbuğ ne yapacak?

- Şimdi (buz adam), (gülmeyen adam) gibi yurtdışı kaynaklı balonlar uçuruluyor yine. Yani beklenti çıtası konuluyor. Oysa böyle bir şey yok. En azından öyle internet üzerinden gece yarısı açıklamaları olmaz...

-
Yani?

- Yani Org. Başbuğ öyle sık konuşan, açıklamalar yapan bir karargah görüntüsü vermeyecektir. Bazı şeyleri kamuoyunun önünde değil, gerekli anayasal kurumlar içinde yapacaktır... Tabii anayasal sorumlulukları gerektirdiği sürece...

-
Polemik görüntüsü olmayacak diyorsunuz.

- Evet...

-
Peki yurtdışından gelen, içeride yükseltilen bu "Buz adam", "anti İslamcı" gibi yorumlar nedir?

- İşte asıl stratejinin bu olduğu düşünülmeli. Yani birileri son dönemde TSK’nın başına gelen komutanlar için daha o göreve başlamadan (kovboyvari bir hava) yaratıyorlar. İşte masaya yumruğunu vuracak, şöyle yapacak böyle yapacak gibi. Beklentiyi öyle yükseltiyorlar ki; dengeler bozuluyor. Ondan sonra anayasal sınırlar içinde hareket edildiğinde hadi canım bu muymuş gibi bir yorum pompalanıyor. Komutanların değerini düşüren toplum nezdinde askeri küçülten bir hava körükleniyor. İşte yapılan budur. Yani yükselt beklentiyi, olmazı körükle. Hükümetle kavga edecek bir horoz psikolojisi pompala, ondan sonra anayasal sınırlar içinde hareket eden bir komutanı küçült. Budur işte kurulan tuzak. Kimse bu sahte beklenti oyunlarına, bu tür tuzaklara düşmesin...

O DÖNEM KAPANIYOR

Evet, Org. İlker Başbuğ 30 Ağustos itibarıyla göreve başlayacak. Daha ilk günden, çok sertmiş, masaya şöyle vuracak, böyle yapacak gibi söylentiler başladı. İnanmayın. Hepsi palavra... Benim gördüğüm kadarıyla başta gece yarısı açıklamaları olmak üzere, her konuya, her siyasi eleştiriye bir cevap dönemi kapanacak.

İKİNCİ YAZI

Diktatörlük kaçanın, demokrasi cesurun/images/100/0x0/55eb602ff018fbb8f8bd1417


TABİİ biz bilemiyoruz. Diktatörlükte yaşamak nasıl bir hayattır... Yani seçme hakkınız yok. Nasıl yaşayacağınıza karar veremiyorsunuz. Sürekli bir baskı, sürekli bir yalan, ispiyon, kumpas...

Geçen hafta oğlu gözaltına alındı diye İsviçre ile ilişkilerini donduran Kaddafi’yi yazmıştım.

Ne bir bakanlar kurulu, ne bir parlamento ne de bir diplomasi... "Kes" dedi ve bitti... Oysa İsviçre’yle büyük iş yapan Libyalı işadamları varmış ne fayda... "Kes", o kadar. Bitti... O yazı üzerine sevdiğim iki işadamı aradı ve şöyle dedi:

- Ama o Kaddafi bize çok yardım etti... Kıbrıs savaşında yanımızdaydı...

Belki ben yanlış anlattım. Benim kişilerle işim yok... Ben kurumsal bir yapıyı söylüyorum. O da diktatörlüktür... Bakın işte benzeri bir olay... Suriye Devlet Başkanı Başer Esad Türkiye’ye geldi. Bodrum’a geçti. Eşiyle birlikte atladı bir tekneye, açıldı mavi denizlere... Ne güzel.

Koskoca Suriye Devlet Başkanı Bodrum’da. Bu haberdir elbette. Sonra gazeteciler bir iki fotoğraf çekti. Ama yer yerinden oynadı.. Şam’dan gelen mesajlar. Telefonlar, acil aramalar. Aman Esad’ın bu tatil fotoğrafları basılmasın... O saatlerde Şam devlet televizyonu ciyak ciyak yayın yapıyor:

- Devlet Başkanımız Türkiye’de çalışma ziyareti yapmaktadır. Tatil değil.

Diktatörlük alışmış, "Bunu yazma şunu yaz" demeye.. O kadar... Ama burası Türkiye... Müthiş bir panik... Tabii fotoğraflar çıktı. Suriye halkı bunun ne kadarını gördü bilmem. Aslında görse ne yapacak o da belli değil. Ben işte bunu söylüyorum... Seçimle gelmeyen Esad, Bodrum’da tatil yaparken fotoğrafı çekildi diye apar topar kaçıyor... Seçim nedir bilmeyen Suud prensesi sürat motorunda çarşafını atıyor. Ama fotoğraf makinesini görünce yok oluyor. O sırada Bodrum’da denize giren Makedonya Başbakan’ı ise çok rahat... O gazetecilere gülerek poz veriyor...

Neden? Çünkü Makedonya Başbakan’ı seçimle gelmiş. Çünkü onu halk seçmiş. Saklayacak bir şeyi yok. Kandırmaca yok. Aldatma yok. Olduğundan başka gözükme yok. Halkına yasakladığını kendisi yapma, yok. Bu yüzden diyorum ki:

Diktatörlük, sonunda bırakıp kaçanların, demokrasi ise cesurların yönetimidir.

Gece yarısı bildirileri olmayacak
ÜÇÜNCÜ YAZI

Öncekilere de alınmalıydı
/images/100/0x0/55eb602ff018fbb8f8bd141b


DENİZ Baykal’a sordum:- Milletvekiliniz Kemal Kılıçdaroğlu Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’a 400 bin Euro’ya zırhlı Audi alınmasını eleştirdi. Sonra askerden çok sert bir cevap geldi. Ne diyorsunuz?

Baykal, Org. Büyükanıt’ı destekleyen bir cevap veriyor. Yani zırhlının alınmasını doğru bulduğunu söylüyor..... Hatta daha da ileri gidiyor ve bakın ne diyor:

- Eğer bundan önceki komutanlara bu güvenlik önlemi alınmadıysa yanlış olan odur. Onlara da alınmalıydı...

Belli ki Deniz Baykal, CHP’yle asker arasında böyle bir tartışma olmasından rahatsız olmuş. Baykal böyle diyor da acaba halk ne düşünüyor?

Anket: Yanlış/images/100/0x0/55eb602ff018fbb8f8bd141d

Hurriyet.com.tr’nin bu konuyla ilgili anketine tam 216 bin 809 kişi katıldı. 155 bin 416 kişi zırhlı Audi alımına ’yanlış’ dedi (yüzde 71). 61 bin 393 kişi ise "doğru" dedi (yüzde 18). Burada önemli olan bir ayrıntı var. "Yanlış" diyenler bir genelkurmay başkanının görevden sonra en iyi şekilde korunmasına yanlış demiyorlar.

İki konuda itiraz var:

Bu zırhlı alımının özellikle Org. Büyükanıt’a hükümetin bir jestiymiş gibi gösterilmesi...

Neden daha önceki komutanlara böyle 400 bin Euro’ya zırhlı alınmadığı sorusu.

Bu durumda bütün emekli genelkurmay başkanlarına böyle bir zırhlı hakkı doğmuş duruma...

DÖRDÜNCÜ YAZI

Dışişleri neden hata yaptı


TÜRKİYE ’nin Gürcistan’la yakın olmasının üç nedeni var...

Saakaşvili yönetimi Rusya karşıtı ve dolayısıyla Ermenistan konusunda Türkiye’nin yanında.

Bakü-Tiflis-Ceyhan projesi ile Türkiye burada önemli bir koz elde ediyor. Bakü (Azerbaycan)- Tiflis (Gürcistan) ve Ceyhan (Türkiye) Akdeniz’e açılan bir enerji hattı oluşturuyor.

ABD Saakaşvili’yi Rusya’ya karşı destekliyor. Türkiye de burada rol oynuyor. Örneğin 1.8 milyon dolarlık askeri destek anlaşması yapıyor.

Tabii bu arada Gürcistan’ın Abhazya’ya uyguladığı baskı, Güney Osetya’ya kurduğu dikta mantığı görmezden geliniyor. Ve çok daha önemlisi, bu tavrı nedeniyle Türkiye, Rusya ile ilişkilerinde güven sorunu yaşıyor... Örneğin Rusya aniden Türkiye’den sebze meyve almayı kesiyor. Gürcistan üzerinden giden bu ihracat duruyor... Ve nihayet dün Rusya’dan Türkiye’ye karşı sert bir mesaj geliyor.

Apar topar

İşte bu yüzden Dışişleri Bakanlığı zor durumda. Bir yanda Rusya, diğer yanda ABD ve enerji hattı. Bu sıkışıklık içinde bakanlık apar topar bir açıklama yapıyor: "Gürcistan ile Güney Osetya arasındaki çatışmalar bir an önce durmalıdır."

İşte gaf tam burada... Sıkışıklık nedeniyle apar topar gelen açıklamada Türkiye, Güney Osetya’dan ayrı bir devletmiş gibi söz ediyor. Bunun üzerine Gürcistan’dan sert bir uyarı geliyor. Hemen ardından Anadolu Ajansı’na gönderilen bir mesajla açıklama şöyle değişiyor:

"Güney Osetya ve Gürcistan ibaresi kaynağından (kaynak dışişleri) Güney Osetyalılar ve Gürcüler diye değiştirilmiştir..."

Geleneksellik

Bugüne kadar Dışişleri Bakanlığı böyle bir hata yapmamıştır. Çünkü her durumda devletin en köklü iki üç kurumundan birisi olarak bilinir. Gelenekleri vardır. Ama işte devletler arası ikili ilişkiler anlık kararları taşımıyor. Çünkü geleneksel olmakla tutucu olmak arasında da fark vardır. Gelenek bir kurumsal hafızadır. Tutuculuğu kaldıracağım diye geleneğin o köklü zincirlerini kırarsanız, aslında kendi hafızanızı kaybedersiniz... Kurumsal hafıza olmayınca da işte böyle gaflar yaparsınız...

BEŞİNCİ YAZI

Enis Berberoğlu’na yapılan ayıptır

BİR büyük ayıpla karşı karşıyayız. Ve bu olay Ergenekon dosyasının ötesindedir. Olay şu: Enis Berberoğlu ve bir Hürriyet çalışanı Ergenekon dosyasında yer aldı... Tuncay Güney denilen kişinin el yazmalarında... Bu kişi Samanyolu TV’de program yapan, sonra gözaltına alındığında evinden Ergenekon belgesi çıkan kişi.. Şimdi aranıyor. Ve Kanada’da bir Sinagog’da haham olarak ortaya çıkıyor. Bu inanılmaz ilişkiler zinciri karşısında zaten şaşırmıştım. Şimdi bir kez daha şaşırdım...

Asparagas el yazması Güney’in el yazmaları bugün iddianamedeki delil klasöründe. Bu belgeyi MİT ikişer kez Başbakanlığa ve Genelkurmay Başkanlığı’na göndermiş. Bu nedenle de belgenin ağırlığı artmış. İşte soru da burada başlıyor:

- Belgeye göre (Ergenekoncu olarak gösterilen) Enis, Sabah Gazetesi’nde gözüküyor. Oysa Enis, Sabah’ta hiç çalışmadı. Peki bu durumda MİT bu gerçeği nasıl sorgulamadı? Öylece Başbakanlığa ve Genelkurmay’a nasıl gönderdi?

Yani "Dur bir dakika burada bir yanlışlık var" demedi... Belgenin kaynağını araştırmadı... Belgede iki gazetecinin daha adı yanlış yazılmıştı. Aslında başka gazetecilerin de adı geçiyor. Ben Enis kendisiyle ilgili bölümü yazdığı için adını rahatlıkla veriyorum. Asparagas olduğu her halinden belli olan bu elyazması, bir tek MİT ve bir gazete tarafından ciddiye alınmış.

Üçüncü sınıf komplo Neyse ki medyada bir "ortak akıl ve sağduyu konsensüsü" var. Bu yüzden ciddiye alınmadı. Ve burada çok daha garip olan bir şey var. Yanlışlarla dolu belgedeki gazetecilerin isimlerini bir tek Taraf Gazetesi yayınladı. Ne garip bir tesadüf ki... Taraf Gazetesi’ni yöneten Ahmet Altan’ın babası yıllarca bu tür sahte MİT belgelerinden ve asparagas iddialardan çekmiştir. Böylesi ancak "üçüncü sınıf komplo romanlarında" görülür. Yani böyle bir şey hukuk devletinde olur mu? Haham mı, papaz mı, yoksa bilmediğimiz karanlık bir ilişkiler zincirinin halkası mı? Tuncay Güney denilen kaçaktan söz ediyorum. Yani alacaksın eline kalemi, önüne gelenin ismini alt alta yazacaksın. Üstelik onu da yanlış yazacaksın.

Devlete hiç yakışmadı Sonra devletin en hassas kurumu bunu araştırmadan devletin en üst makamlarına gönderecek. İşte buna şaşırdım. Enis’i 20 yıldır tanırım. Gazeteciliğin ve gündemin her türlü tezgáhına tanık olmuş, ama ahlaki çizgisinden zerre kadar ödün vermemiş bir arkadaşımızdır... Enis’le konuştum... O mahkemeye verecek. Ama mahkemeden de öte bu bir ayıptır. Ve bu ayıp devlete yakışmamıştır...
Yazarın Tüm Yazıları