Bunları biliyor muydunuz?

AKP’nin kapatılma davasında havanın biraz olsun değiştiğini...

"Kapatılacak" diyen akil adamların sayısının yüzde 60’a gerilediğini... Buna mukabil "Kapatılmayacak" diyenlerin sayısının yüzde 40’a fırladığını...

Memlekette ortalık karışmış, düzen bozulmuşken... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Norveç Cumhurbaşkanı gibi davrandığını... Köşk’te Hakan Şükür’le buluşarak ya da Kırkpınar Başpehlivanı’nı kabul ederek, "Can sıkıntısından ne yapacağını bilememek" sendromunu dışarıya yansıttığını...

Ruhat Mengi ile Mutlu Tönbekici arasında baş gösteren büyük kavganın bir benzerinin Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ile BaşkanVekili Osman Paksüt arasında gerçekleştiğini... İkilinin bir tür "demeçler savaşı" verdiğini... Olaya "zapt olmazlar kraliçesi" olarak bilinen Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’ün dahil olmasının an meselesi olduğunu...

İzmir’de bazı mağazalarda Sezen Aksu’nun "İzmir’in Kızları" adlı şarkısının tıngırdatıldığını... Alışveriş yapan İzmirli kızların şarkının "İzmir’in kızları / Çırasını yakar adamın" bölümünde birbirlerine muzaffer bir şekilde göz kırptıklarını...

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, "Ergenekon İddianamesi"ne girdiği söylenen "Agarta Efsanesi" konusunda danışmanı Akif Beki’yi, "Agarta magarta diyorlar... Akif! Ne iş?" diyerek iki gündür sıkıştırdığını... Akif Beki’nin ise, "Kayıp Kıta Atlantis... Şambala... Ayranların diyarı..." falan diyerek kekelediğini... Başbakan Erdoğan’ın da bunun üzerine "Ne bu ya... Hiçbir şey anlamadım... Git biraz daha detay çalış" diyerek posta koyduğunu...

Memleketimizde son günlerde "Eskiden türbanlıyken türbanını çıkaran spiker kız" şeklinde özetleyebileceğimiz hayli tutan ve ses getiren bir kariyerin oluştuğunu...

Sinan Aygün’ün "Ergenekon sanığı" durumuna düşecek denli muhalefet yapma sürecine girmesinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisine yüz vermemesi olayının çok önemli bir rol oynadığını...

Televizyonların yeni kahkaha makinesi Yalçın Küçük Hoca’nın, programlarda ağırbaşlı bir şekilde konuşurken birden dellenip el çırpmasının ve kükremesinin program yapımcılarının talebi doğrultusunda gerçekleştiğini... Hoca’yı programlarına davet eden televizyoncuların, "Hocam sizden el çırpmanızı ve haykırmanızı hassaten rica ediyoruz" dediklerini... Hoca’nın da televizyoncuları kırmamak için bu küçük şovu sahneye koyduğunu...

YOK ARTIK
Haberin Devamı

ÖNCE "bomba" haberin ayrıntılarına bakalım...

Haber şöyle:

"Flaş... Flaş... Ergenekon’un bir marifeti daha ortaya çıktı... Ergenekoncular vakti zamanında Ecevit’e çekil baskısı yapmışlar! Bu konu Ergenekon İddianamesi’ne girdi... Flaş... Flaş... DSP Genel Başkanı Zeki Sezer baskıları doğrulayarak, emekli generallerin Ecevit’e yoğun baskı yaptığını açıkladı..."

Tamam...

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür de bu kadar mı maluldür birader?

(Cümlenin bugünkü nesiller için Türkçesi: İnsan hafızası unutkandır da bu kadar mı unutkandır kardeş?)

Hadi o zaman anımsayalım:

Rahmeti rahmana uğurladığımız Bülent Ecevit, başbakanlığı döneminde iki kelimeyi yan yana getirmekten aciz duruma düşmemiş miydi?

Ayakta duracak mecale sahip olmadığını beşikteki bebekler bile gözlemlemiyor muydu?

Makam odasında durup dururken ayakkabısını çıkardığı, "A" derken birden "B" demeye başladığı, bırakın memleketi, kendini idare edecek enerjiden yoksun kaldığı, bizim berber Hüsnü’nün dükkanında bile geyik konusu yapılmıyor muydu?

Ve memleket krizler içinde debelenirken...

Büyük bir halk korosu, "Ecevit gitsin! Ecevit gitsin!" diye sokaklara dökülmemiş miydi?

Peki madem öyle...

Nasıl oluyor da...

Birkaç emekli generalin, "Ecevit çekilsin" diye temennide bulunması...

Bugün Ergenekon İddianamesi’nde, bombalama ve suikast iddialarının arasında "Ergenekoncuların bir marifeti daha ortaya çıktı: Ecevit’i devirmek istemişler!" vurgusuyla yer alabiliyor.

Artık Emre mi olur Yasemin mi, bilemiyorum...

Ama ne olur biri bana bunu anlatsın...

Haberin Devamı

FOTOĞRAFTAN SAVCI ANALİZİ
BİR: Sanırım artık "Türkiye’nin kaderini değiştirecek adam" ya da "Temiz eller hareketini yürüten cesur savcı" tarzındaki övgülerin fazlasıyla etkisinde... Yürüyüşünde, duruşunda, etrafı kesişinde böyle bir hava var gibi geldi bana...

İKİ: Ama yine de ürkek bir tarafı yok değil... Nasıl olmasın? Türkiye tarihinin en ağır baskısı altında değil mi? İddianame’nin fare doğurmadığını kanıtlamak için tarihin en karanlık dehlizlerinde yolculuk yapmaya kalkışmasını başka nasıl açıklayabiliriz?

ÜÇ: Fotoğrafının çekilmesinden, görüntüsünün alınmasından dolayı paniğe kapılmadı... Acaba bu kadar gizem sıktı mı? Hepimizi pençelerine alan o görünme tutkusu mu tebarüz etti? Bilemiyorum...

DÖRT: Ciddi duruyor... Ama bu ciddi duruş, kaleme aldığı "İddianame"nin de otomatikman ciddi olduğu anlamına gelir mi? Araya komiklikler katmasaydı, bu ciddi duruşunu daha fazla ciddiye almayacak mıydık?

Yazarın Tüm Yazıları