Kişisel öfkeler ve egolar ağır basıyor...

BUGÜNLERDE futbolla yatıp futbolla kalkıyoruz.

Ne AKP’nin darmadağınıklığı, ne ekonominin özellikle dar gelirlileri ciddi şekilde ezmeye başlaması, ne dış politikadaki sorunlar, ne laiklik, ne şu, ne bu aklımıza geliyor.

Milli takımımızın kazandığı başarılar bizi büyülüyor.

Bize her derdimizi unutturuyor.

Futbol, çağımızda toplumların sorunlarından uzaklaşmasının ve mutlu olmasının güçlü bir aracı.

Sanki bir tür afyon.

Ciddiyetinin bozulacağı endişesiyle gülmeye, espri yapmaya bile korkan, kürsülerden kükreyen Başbakan Erdoğan bile protokol tribününde kendini frenleyemeyerek havalara zıpladı kaç kez.

Doğrusu Tayyip Bey’in bu insani tarafını görmek hoşuma gitti.

Bu kupada şunu bir kez daha gördüm.

Biz Türk insanı olarak kişisel egolarımızdan, hırslarımızdan, öfkelerimizden bir türlü kurtulamıyoruz.

Değerlendirmelerimizde, eleştirilerimizde aklımızın değil, duygularımızın tutsağı oluyoruz.

Bu da çok kritik bir dönem geçiren milli takımımıza zarar veriyor.

Onların morallerini olumsuz etkiliyor.

* * *

Örneğin spor yazarı meslektaşlarımız Fatih Terim’e karşı olan öfkeleri nedeniyle hakarete varan eleştiriler yapıyorlar.

Bu eleştiriler sadece Fatih Terim’le sınırlı kalmıyor, futbolcuları da perişan ediyor.

Bu çocukların zor bir dönemden geçtiklerini, maç öncesi büyük bir stres altında olduklarını unutuyoruz.

Kalemlerimizi onların ruh dünyalarını karartacak kadar insafsızca kullanıyoruz.

Şunu çok iyi biliyorum ki, hiçbir yazar arkadaşımız bunu kötü niyetle yapmıyor.

Ama bazılarımızın Fatih Terim’e duyduğu öfke ölçüyü kaçırmalarına neden oluyor.

Kimi onu "ultra milliyetçi" diye suçluyor, kimi takımı kurarken adaletli davranmadığını iddia ediyor.

Kimi de Fatih Terim’in maçlarda takımı yönetişini artistlik olarak kabul ediyor ve buna öfkeleniyor.

Fatih Terim karşıtları nedense pek çok hocanın maç sırasında onun gibi hareket ettiğini görmüyor.

* * *

Örneğin Hırvatistan karşısında kazandığımız, Başbakan Erdoğan’ı bile havalara zıplatan maçtan sonra yazılanları okuyunca şaşkınlık içinde kaldım.

Çünkü bazı yazar arkadaşlarımızın hálá yukarda anlatmaya çalıştığım Fatih Terim kompleksini inatla sürdürdüklerini gördüm.

Birçoğu, takımımızın maçın son saniyesine kadar sürdürdüğü olağanüstü çabayı bir kenara itip, maçın en kritik döneminde Fatih Terim’in büyük bir risk alarak oyuna ilerde basma taktiğini görmezden gelip, kazanılan zaferin tek nedeninin şans olduğunu yazıyor.

Bu inadın nedeninin Fatih Terim’in başarısını itiraf etmeye gönüllerini yatıramamak olduğunu biliyorum.

Ama bu çok büyük haksızlık, çok büyük vefasızlık, çok büyük insani bir zaaf, hatta emeğe saygısızlık değil mi?

Bu tutumun ne kadar etkileyici olduğunu bakın Nihat nasıl anlatıyor:

"Sonunda bize inanmayanları da inandırdık."

Hırvatistan maçını değerlendiren Fransız kanalı da şu yorumu yapıyor:

"Türkler Fatih Terim’in heykelini diksin. Bir ona bakın, bir de bizim hocamıza."

Fransız kanalı haklı, Türkiye bugün Avrupa’nın dört takımından biri, Fransa ise grubundan bile çıkamadı.
Yazarın Tüm Yazıları