Akbabanın üç günü

GEÇEN ay "ebedi álem"e intikal eden ünlü sinema yönetmeni Sydney Pollack’ın çektiği "Akbabanın Üç Günü" adlı film, benim favori filmlerindendir...

Yüzü henüz kırışıklıklara kurban gitmemiş gencecik Robert Redford’un başrolde oynadığı bu şahane filmi, uyku tutmayan gecelerimde kaç kez seyretmişimdir, kim bilir...

Filmde bir "amatör"ün, peşindeki CIA ajanlarından kaçışının öyküsü anlatılır...

Üç günlük bir kaçışın öyküsüdür bu...

Ve üç günün sonunda ortaya çıkan gerçek şudur:

Bizim "çaylak", peşindeki ustanın ustası ajanları atlatmayı başarmıştır.

Bu bir mucizedir...

En namlı, en stratejik, en deneyimli, en organize ajanlar ve onların kiralık adamları, bir "çaylak"ın hesabını görememişlerdir...

"Çaylak", tuhaf ve mucizevi bir şekilde her defasında yırtmayı başarmıştır.

Filmdeki CIA ajanlarının şefi, filmin bir yerinde, bu açık başarısızlığı şöyle izah etmektedir:

"Adamı bir türlü ele geçiremiyoruz... Çünkü bizim kurallarımıza göre hareket etse, neleri yapıp neleri yapamayacağını biliriz. Oysa bu adam hiçbir kurala uymuyor. Ne zaman ne yapacağı hiç belli değil... Olmayacak yerlerde olmayacak işler yapıyor."

Şimdi gelin, bu açıklamaya bir "mim" koyalım...

* * *

Ve gelin şimdi de...

Hırvat Milli Takımı’nın kulağı küpeli, "tersinden Fatih Terim" havası veren, metalci antrenörü Slaven Bilic’in söylediklerine kulak verelim...

Bilic, Türk Milli Takımı hakkında şunları söylüyor:

"Türk Milli Takımı’nın son üç maçını da seyrettim... Fakat hálá hangi taktikle oynadığını bilemiyorum. Hangi futbolcu nerede oynuyor, hangi strateji takip ediliyor, teknik heyetimiz tarafından çözemediğimiz bir şeydir."

Bu açıklamaya da bir "mim" koyalım...

Ve tabii dünya futbol otoritelerinin yaptıkları benzeri saptamaları da bir kenara not edelim...

* * *

Son durum nedir?

Son durum şudur:

"Nerede ne zaman ne yapacağı belli olmayanların şahı" ile "disiplin, organizasyon ve tekniğin kralı Almanya" karşı karşıya...

Ne diyeceğiz?

"Elimiz kolumuz bağlı" mi diyeceğiz?

"Almanlar bizi silindir gibi ezer" mi diyeceğiz?

"Arda yok, Tuncay yok, Servet yok... Ne yapacağız biz" mi diyeceğiz?

"Bu sefer olmayacak galiba" mı diyeceğiz?

Bence bütün olup bitenlerden sonra...

Belki de yapılacak en iyi şey şudur:

Susmak ve hep birlikte "akbabanın dördüncü günü"nü beklemek...

Fatih Terim için yeni altı madde

DÜNKÜ çıldırtıcı zaferin anaforuna kapılan bazıları, üşenmemişler, "Fatih Terim’den Nefretimin 8 Nedeni" başlıklı yazımı anımsatarak, "Ne oldu Ahmet Hakan? Hadi bir şeyler yaz" demişler...

Tamam... Yazıyorum...

Ben yazdıklarıma "Fatih Terim için yeni altı madde" diye başlık attım...

Ama dilerseniz...

Siz bu yazdıklarımı, "Fatih Terim değişince Ahmet Hakan’ın duygularında da değişim oldu" diye okuyabilirsiniz...

* * *

BİR: Ben "Fatih Terim’e kıl oluyorum" demiştim... "Fatih Terim vali olamaz" dememiştim ki...

İKİ: Fatih Terim’de son üç gündür bariz bir şekilde beliren "olgunlaşma imtihanındaki talebe" tavrında, "8 maddelik nefret" bildirisinin de karınca kararınca bir katkısı olmuştur belki... Eğer olmuşsa ne mutlu bana!

ÜÇ: Gıcık oluşumun nedeni "başarısızlık" değildi ki... Ben o yazıyı yine bir mucizevi başarının ardından yazmıştım... Şikáyetim başarı karşısındaki "hazmetme kapasitesi"nin düşüklüğünden ve sahadaki dev ekranları kolaçan ederek atılan triplerdendi... Ki çok şükür bunlarda da gözle görülür bir azalma söz konusudur...

DÖRT: Ne yani? Başarı elde edildi diye şimdi kalkıp Fatih Terim’i "Beklenen Mehdi" mi ilan edelim? "Kızıldeniz’i yaran Musa" olarak mı selamlayalım? "Ölüleri dirilten İsa" muamelesi mi çekelim? Yoksa Fatih Terim, böylesi bir ölçüsüzlüğün mü kurbanı olmuştur? Onun şişkin egosunda kanaat önderlerinin başarıya endeksli tepkilerinin payı yüzde kaçtır?

BEŞ: Ama yine de yiğidin hakkını verelim: Her ne kadar son maçta da "çok ballı bir durum"la karşı karşıya kalmışsak da... Son zaferi, tek başına "ballı olmak" ile açıklayamayız... Canlar dişe takılmış ve baştan sona kadar denk bir mücadele sergilenmiştir...

ALTI: Belki de en iyisi şöyle demek: Dileriz Fatih Terim, sadece kazanınca değil, kaybedince de gönüllere taht kuran bir adam olmanın iletişimini tez zamanda kurmayı başarır... Böylece "nefret edilerek takdir edilen" adam olmak gibi kekremsi bir pozisyondan kendini kurtarır...
Yazarın Tüm Yazıları