Fatih Terim: Bizim “aşiret”in çocuğu...

Fatih Terim’i hayli önce “keşfeden”lerden biri sayarım kendimi. İlkgençlik yıllarını, lise öğrenciliğini Çukurova’da geçirmiş biri olarak “Çukurova’nın başkenti” Adana’ya haliyle zaafım vardır. Adanalı ya da Adana’ya ait olan her şeye o gün bugün dikkat kesilirim. Dolayısıyla, Adana Demirspor, hep ilgi alanımızda kalmıştır.

Haberin Devamı

Fatih Terim, Adana Demirspor’da oynarken dikkatimi çekmişti.

Yolu Galatasaray’a düştüğünde, kopkoyu bir Fenerbahçeli olarak bundan mutluluk duymadım.

Üstelik, Fatih, Galatasaray’da sembolleşti. Kaptan oldu.

Adana’daki gibi hücum hattında da oynamıyordu.

70’li yılların futbolunda savunmanın en gerisinde “libero” diye bir pozisyon vardı.

O konumda oynuyordu ve Milli Takımın değişmez liberosu oldu.

Galatasaray’da uzun yılları kaptanlık ile geçen kariyerinde sarı-kırmızılı takım bir gün bile şampiyonluk görmedi.

Ve, o Fatih, bir gün Galatasaray’ın başına geçti.

Dört yıl üst üste Galatasaray’ın şampiyonluk tattığı ve hatta UEFA Kupası kazandığı yıllar.

Onu o dönemde uzaktan ilgiyle izledim.

Gün geldi, tanıştım.

Sabah gazetesinde, Fenerbahçe’nin çok gerisinden gelerek Galatasaray şampiyon olduğunda içimde kahır duyguları yazdığım bir yazıda, Galatasaray’ın şampiyonluğuna Fatih Terim’i çok mutlu ettiği için, onun emeğinin ve hırsının ödüllendirilmesi olacağı için olumlu bakabileceğimi yazacak kadar kendi duygularımdan fedakârlık etmiştim.

Haberin Devamı

Fatih Terim’in sürekli kendisini aşmaya çalışan, sürekli “çıta yükselten” bir “birey” olduğunu –altını çiziyorum “birey”- fark etmiş ve kendisine bu nedenle sempati ve saygı duymaya başlamıştım.

Kimisine, kabul edilmez ve küstahlık gibi gelen özelliği, tam da “vasatlığa”, Türkiye’de çok revaçta bulunan ve derhal ödüllendirilen “mediokrite”ye ters düşen “meydan okuyucu” yanı ile, yani “birey” olmasıyla ilgilidir.

 

***                        ***                          ***

 

Galatasaray’daki başarısız ikinci döneminde “Türkiye Vasatistan Cumhuriyeti”nin tüm “silahlı kuvvetleri” üzerine çullandığı vakit, başı öne düşmedi.

Hep dik durdu; hep meydan okudu.

Bir televizyon programında, “Her firavunun bir Musa’sı var” diye dikildiğinde, Fatih’in Adana’dan İstanbul’a birlikte taşıdığı valizinde bulunan bu halkın “kültür kodları”ndan hiçbir vakit kopmadığını da sezdim.

Ne kadar mütevazı bir kökenden geldiğini zaten biliyordum.

Haberin Devamı

O, Adanalıydı.

O, bu toprağın çocuğuydu.

Üstelik, o bir “birey”, Turgut Özal’ın görmek isteği “21.Yüzyıl Türk’ü” idi o.

Dışa açık, hem de çok açık bir “birey”.

İddialı, yaratıcı, komplekslerinden arınan, mediokriteye düşman, hırslı bir “birey”...

Bütün bu yönleri, başta “hırsı”nın kimi zaman “keskin sirke küpüne zarar verir” özdeyişini doğrulayan görüntülere bürünmesi, onun yanlış biçimde “ultra-milliyetçi” gibi algılanmasına yol açtı.

Bu yanlışlığa, geçenlerde Der Spiegel dergisiyle bir futbol söyleşisi yapan Orhan Pamuk da düştü.

Türkiye’de kendisini “sol” diye tanımlayanların önemli bir bölümü, Fatih Terim adına dudak büker ve onu “milliyetçi” sanır.

Bu kanı dalga dalga dışarıya da yayılmıştır.

Çek Cumhuriyeti maçı sonrası Belçika televizyon kanallarından biri Fatih Terim’den “bozkurtçu” diye söz etmiştir.

Haberin Devamı


Bu yüzeyselliği tanıyorum.

Geçen hafta Torino’da “Türkiye Nereye Gidiyor?” başlıklı bir toplantı öncesi, simültane çeviri yapacak bir İtalyan çevirmen bana “milliyetçiler” sözcüğü konuşmada geçerse bunu “bozkurtlar” olarak çevirip çeviremeyeceğini sordu.

İtalya’da Türk milliyetçileri için “bozkurtlar” sözcüğü kullanılıyormuş. Elbette ki, “hayır” cevabını verdim.

Bugünkü MHP’yi bile “bozkurtlar” diye nitelemek, gerçeğe uygun düşmeyebilir.

Kaldı ki, Fatih Terim, bırakın “bozkurt” olmayı, siyasi akım anlamında “milliyetçi”tanımına bile uygun düşmeyebilir.

Onunla ülkemizin en hassas gündem maddesi konusunda ayak üstü sohbetlerimizden, bu konudaki bakış açısını ve duyarlığını biliyorum.

Haberin Devamı


Unutmayalım, Fatih Terim, futbolda, bu ülkenin ilk “dışa açılan” teknik adamıdır ve dünyanın en üst bir-iki liginden biri olan İtalya’da boy göstermiştir.

İtalyanca öğrenmiş, giyimde estetik bakımından dünyada birinci sırada gelecek İtalyan giyim tarzını benimsemiştir.


İtalya ligi Serie A, dünya futbolunda katı defans futbolu ile tanınır.

Fatih Terim, çalıştırdığı Fiorentina takımına hücum futbolu oynatmaya kalkarak, İtalya futbol ortamında “devrimci” olarak kabul görmüştür.

Fiorentina’da öyle bir parlamıştır ki, “en büyük firma”nın Milan takımının başına getirilmiştir. Bu payeye ulaşan bir başka Türk teknik adam yoktur.

Milan’dan, başarısızlık değil,kendisinin karşı koyamayacağı “dinamikler” sonucu ayrılmak zorunda kalmıştır.

Ondan sonraki serüveni, kendi futbol felsefesine uymayan işler yaptığı ölçüde başarısızlık olmuştur.

İsviçre-Avusturya’daki bu Euro 2008, Portekiz’deki Euro-2004’ün zıddı.

Euro 2004, biz “futbol dilencileri” açısından futbola ihanet olan “anti-futbol” anlayışının zaferiyle sonuçlanmıştı.

“Anti-futbol”
un temsilcisi Yunanistan olmayacak şekilde, Euro 2004’ü kazandı. Euro 2008’de ise puan bile alamadan elendi, gitti.

Haberin Devamı


Euro 2008, futbola, hücum futboluna dönüş oldu.

İşte, Hollanda’nın mükemmel performansı.

İşte, küllerinden tekrar doğan Fatih Terim’in Türkiye’si.

 

***              ***               ***

 

Fatih Terim, “mediokr” olmadığı, tersine bir “birey” olduğu için, özü sözü bir olan bir insan.

Çek Cumhuriyeti maçından sonra basın toplantısında söyledikleri, bizim medyayı çıldırttı. Söylediklerinin her kelimesi bana kalırsa doğruydu ama. “Kaybetsek muhtemel darağaçları kurulabilirdi. Oyuncularımla ben orada asılabilirdik. İdam sehpalarını da aşıp geliyoruz... Dünya değişiyor, her şey değişiyor ama bazılarınız değişmiyor... Yalan yazılıyor, yalanı da bana soruyorsunuz. Böyle bir ülkeyi buldunuz, rahatsınız. Mahkemeye veriyoruz 8 ayda bitmiyor. Burada rahatsınız bunu tepmeyin”diye konuşmuş.

Söyledikleri, “futbol medyası” için değil sadece, medyanın geneli, hatta ülkenin bir çok kurumu için de geçerli. Fatih Terim, belli ki dolmuş.

Haksız sayılır mı?


Şimdi, şu sıra mı söylemeliydi bunları?


Bunların söylenmesinin “zaman”ı ne zaman? “Zamanlama”ya kim karar veriyor? Neye göre?

Fatih Terim, “hata” ve “yanlış” yapmıyor mu?

Çok yapıyor. Hem de çok. Ama, iki özelliği var:

  1. Hatasını gördüğü vakit düzeltiyor;
  2. Hata yapmaktan korkmuyor; tersine sürekli “risk” alıyor.

“Risk” almadan büyük oynayamazsın; büyük oynamadan büyük kazanamazsın. Kaybedersen, okyanusta boğulursun; kazanırsan da tüm ulusunun çıtasını yukarı çekip, hem de kimsenin başaramadığı cinsten bir “ulusal birlik” atmosferi oluşturup, “pozitif enerji” üretip büyük zafer kazanırsın.

“Mediokr” olanlar bunları anlayamaz. Onlar “risk”ten kaçar. Hep kaçmışlardır. Fatih Terim gibi onların “mediokr”luklarına sürekli ayna tuttuğu için, öylelerine düşmandırlar. Onların, Fatih Terim gibileri için idam sehpaları hep hazırda durur.

Fatih Terim’i bizim “aşiret”ten görür, onun için oldum olası severim.

Onu savunduğuma inanamayan genç bir meslektaşım, niye savunduğumu dinleyince “Ama illa böyle mi davranması gerekiyor; böyle egomanyak bir şekilde?” diye tepki verdi.

“Egomanyaklık değil o” dedim. “Ya ne?” diye sordu. Cevabım kısa ve kesin oldu:


“Adanalıyık!”

O kadar olacak...

Yazarın Tüm Yazıları