Başkası söyleyince

CEZA Yasası’nın 301’inci maddesinin değiştirilmesinde de öyle olmuştu. Biz gazeteciler, "Bu madde ifade özgürlüğünü kabul edilemez şekilde sınırlıyor. Değiştirilmelidir" deyince kimse aldırış etmemişti.

"Biz söyleyince önemsemiyorsunuz. Ama yarın yabancılar söyleyince yapacaksınız" deyince de duymazdan gelmişlerdi.

Sonra dediğimize geldiler. Avrupa Birliği bastırınca yaptılar.

Nedense bizde laf yabancının ağzından çıkınca önemli oluveriyor.

Aslında "nedense" diye sormaya pek de gerek yok. Çünkü biliyoruz ki bu temelde, bizim "aşağılık kompleksi" sahibi bir toplum olmamızın sonucu.

O nedenle bir Joost Legendijk ne diyecek diye meslektaşlarımız hemen mikrofonu dayıyor. Tabii o da insan, "Madem benim fikrim önemliymiş, söyleyeyim" diyerek aklına geleni sıralıyor.

Ve zaman zaman da ölçüyü kaçırıveriyor.

"Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında açılan dava hukuki değil, siyasi" dediği gibi... "Yargısal darbe ile bir siyasi partiyi susturmaya çalışıyorlar" dediği gibi...

Ve CHP hakkında hiçbir incelik taşımayan cümlelerle konuştuğu gibi.

Bu sözcülere aslında kendilerinin yıllarca -ve haklı olarak- savundukları "hukuk devleti" gibi, "yargı bağımsızlığı" gibi, "Anayasal sisteme bağlılık" gibi temel değerlerle çelişkiye düştüklerini söylediğimiz zaman tuhaftır, onlar da aynen bizim yüce yöneticilerimiz gibi kös dinledikleri izlenimi veriyorlar.

O nedenle bu gün başka bir yol deneyelim dedik. Daha doğrusu Le Monde gazetesinde aynen bizim savunduğumuz tezi savunan bir yazı çıkmış ama biz o zaman fark etmemişiz. Bugün o yazıdan alıntı yapalım da, aynen bizimkiler gibi onların da "Avrupalı söyleyince kıymetli olur" gibi bir düşünceleri varsa, yararlansınlar istedik.

Yazı Le Monde’un 25 Nisan 2008 tarihli sayısında, Thomas Ferenczi imzasıyla yayınlanmış. Ferenczi Avrupa Birliği yetkililerinin Türkiye’de olup bitenlerle ilgili "tuhaf" politikalar izlediğine değindikten sonra şöyle demiş:

"Tuhaf olan bir başka konu ise, Türkiye’de iktidarda olan İslamcı Partinin (elimizdeki çeviriye göre bu ifade yazara aittir O.E.) laikliğe aykırılık gerekçesiyle yasaklanmasına ve yöneticilerine siyaset yasağı getirilmesine yol açabilecek dava karşısında, Brüksel’in sergilediği tutum(dur). Avrupa Komisyonu, Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn aracılığıyla, ’demokrasinin çiğnendiğine’ dair çığlıklar attı. Yargıçların gücünün, sandığın meşruiyetinin önüne geçmesine muhalefet etti ve davanın hukuki değil siyasi olduğunu ileri sürdü.

Oysa Avrupa Birliği’nin usanmadan savunduğu
"hukuk devleti"nin niteliklerinden biri, Anayasa saygıyı en yüksek değer haline getirmek ve gerektiği yerde, yargının hükümeti engellemesine imkan sağlamak değil midir?"

Görüldüğü gibi AB adına konuşanlar ne kadar gürültü yaparlarsa yapsınlar, bazı gerçeklerin üstünü örtemiyorlar.

Bu gerçeği görmeleri elbet doğru olur. Ama ondan önce kendi savundukları temel değerlere bağlı kalmayı öğrenmeleri ve çift standartlı beyanlarla sadece kendilerini önemsizleştireceklerini görmeleridir.
Yazarın Tüm Yazıları