Müptezellik

HÜSEYİN Üzmez denilen yazar, İstanbul’daki evini "Aczmendi Müslüm"e tahsis edip, "Fadime kepazeliği"nin yaşanmasına yardım ve yataklık etti mi? Etti...

Haberin Devamı

Hüseyin Üzmez denilen yazar, kendisinden 50 yaş küçük genç bir kızla evlenebilmeyi içine sindirdi mi? Hem de nasıl...

Hüseyin Üzmez denilen yazar, Kuğulu Park’ta torunu yaşındaki genç kızla yaşadığı aşkın romanını yazıp reklamını yaptı mı? Yaptı...

Yani...

Karşımızda "gözü çöplükte kalmış sempatik yaşlı çapkın" muamelesi çekip, gülümseyerek geçiştirebileceğimiz türden bir adam yoktur...

Üstelik "adamımız", kendisini "İslam’ın gür sesi" olarak takdim eden bir gazetede köşe yazarlığı yapmaktadır...

Ve gün gelmiştir:

Bu adam, "çocuk tacizi" gibi yeryüzünün en aşağılık ve rezil suçlamasıyla hapsi boylamıştır...

Olayın özeti budur...

* * *

Peki özetini verdiğimiz bu olay...

Vakit denilen gazetede nasıl yorumlanıyor?

Yani "çocuk tacizi" gibi aşağılık bir suçlamaya maruz kalmış adamın yazı yazdığı Vakit’in Hasan’ı, Mustafa’sı, Ali İhsan’ı ne yapıyor?

Ne yapacaklar?

Hiç utanıp sıkılmadan, "çocuk tacizciliği" ile suçlanan adama kol kanat geriyorlar...

Bu konuda o kadar ileri gidiyorlar, o kadar vicdansızlaşıyorlar ki...

Olayı "tacize uğrayan kız çocuğu"nu suçlu ilan etmeye kadar götürebiliyorlar.

"Adı kötüye çıkmış bir kadın"dan falan söz ederek zavallı kız çocuğu için "O yolun yolcusu" imasında bulunuyorlar...

Zihni sapkınlığın boyutu o kadar ilerlemiş ki...

Nafile olacağını bile bile "Çocuk ulan bu çocuk!" diye haykırmak istiyorsunuz...

Ama bunda şaşacak bir şey yok...

Bunlar öyle aşağılıktırlar ki...

Trabzon’da Rahip Santora cinayetinin ardından, "Misyonerlik nedeniyle bir gencin hayatı kaydı" başlığını atabilmişlerdir...

Düşünün: Bir cinayet işleniyor ve adamlar, o cinayetin sorumluluğunu katile değil de, cinayete kurban giden rahibe yüklüyorlar... Maktulü suçlu ilan edip katile sahip çıkıyorlar!

Tek olay bu değil ki...

Bunlar katil Mehmet Ali Ağca’ya da sahip çıkmıştır...

Bunlar Metin Göktepe’nin katili polislere de sahip çıkmıştır...

Bunlar Manisa’da işkenceci polislere de sahip çıkmıştır...

"Katil sevici"dir bunlar...

Şimdi de sicillerine "Çocuk taciziyle suçlanan adamlarına kol kanat germek" gibi unutulmaz ve silinmez bir leke sürmüşlerdir...

Siz bakmayın onların, "Mahkemeden çıkacak kararı bekliyoruz" falan demelerine...

Bu utanmaz arlanmaz adamlar, mahkeme Üzmez’i suçlu bulsa dahi, yine su getirecek bin dere bulurlar...

Ama lütfen bunun bir "din/iman/inanç" meselesi olduğunu düşünmeyin...

Hayır, hayır... Bu bir tıynet meselesidir... Bu nedenle kendilerine "dindarım", "mütedeyyinim" diyen insanlarımızın, tez elden, kepazeliği şiar edinmiş bu adamlardan kendilerini ayrıştırıp kurtarmaları gerekmektedir.

Aksi takdirde...

Bu "utanmazlık sicili", hiç hak etmedikleri halde onların da sicili olacaktır.

Yorgan açık

BİR süre önce İbrahim Tatlıses denilen adam, "Elimde Ahmet Hakan’ın alem kasetleri var" diyerek bana şantaj yapmaya kalkışmıştı...

Kişilik ve müktesebatıyla bir parça İbrahim Tatlıses’i andıran Hasan Kaçan da, Tatlıses’e öykünmüş olacak ki, kendisine bahşedilen Star gazetesindeki köşesinden bana sopa göstermeye yelteniyor.

Diyor ki: "Başkalarının yorganını açma Ahmet Hakan... Yoksa senin de yorganını açarlar."

İçinde "14 yaşındaki kız, taciz, üç karım var kime ne, kerhane, umumhane, adı kötüye çıkmış kadın, zina, sübyancılık, İslam davası" gibi tabirlerin geçtiği onca tartışmayı, "Açma yorganını / Açarlar yorganını" meselesine indirgeyen biriyle laf yarıştırmak faydasız bir iştir...

O nedenle en iyisi faydalı bir çağrıyla olayı noktalamak:

Bak Hasan Kaçan! Bence elinden geleni ardına koymamalısın! Yorgan falan dinlememelisin! Yorganımı açmalısın! İstersen yanına Mustafa’yı, Ali İhsan’ı, Hasan’ı da al! Hadi göreyim seni Hasan Kaçan!

Haberin Devamı

Sabahın sahibi var

SABAH saatlerinde "sınıfla kaynaşmak" için Taksim’e ulaştığımda "polis sınıfı"nın dışında bir sınıf bulamadım...

"Herhalde geliyorlardır" diyerek, Gezi Pastanesi’nde süt ve poğaçadan oluşan hafif bir kahvaltı yaptım...

Ve başladım işçi sınıfını beklemeye...

Ancak... Çok geçmeden anlaşıldı ki... İşçi sınıfı bırakın Taksim’e yaklaşmayı, Şişli’yi bile aşamamış...

Biber gazları, tazyikli sular, panzerler, orantılı ya da orantısız güç kullanımları, sokak aralarından polise taş açan kışkırtıcılar, sendika binasında itilip kakılan sendikacılar falan...

Benimse dilimde Ruhi Su’nun meşhur "Şişli Meydanı’nda Üç Kız" marşı:

"Sorarlar bir gün sorarlar / Sabahın bir sahibi var / Sorarlar bir gün sorarlar / Biter bu dertler acılar / Sararlar bir gün sararlar."

Yazarın Tüm Yazıları