Merhumu biz de bilirdik

GİDENİ hayırla yad etmek bizim kültürümüzün güzelliklerindendir. "Merhumu nasıl bilirsiniz" sorusuna o yüzden, tam aksini düşünseniz bile "İyi biliriz" yanıtı verilir. Bu bir yalancılık, riyakárlık değil, sosyal bir görevdir.

Ölümünün 15’inci yıldönümü dolayısıyla Turgut Özal hakkında yazılan olumlu, hatta "hüngürtülü" yazıları okuyunca bu nedenle biz de "Merhumun gerçekten çok iyi tarafları, üstün nitelikleri vardı" diye düşünmekten kendimizi alamadık.

Örneğin merhum çok zeki bir insandı. Bazı meslektaşlarımız gibi kendisine "Danışmanlık" hizmeti sunacak kadar yakını olmadık -olmaya da hiç teşebbüs etmedik- ama gözlemlerimizden biliriz ki, gerçekten "dost" olunmaya değer biriydi.

Hoşgörü dağarcığı zengindi. Kin ve husumetten nefret ediyormuş gibi dururdu. Mücadelede kullandığı silah, sevgi ve hoşgörüydü.

Gözü kara bir siyasetçiydi. Başta ekonomik konular olmak üzere aldığı pek çok kararın dayanağı bu niteliğiydi. Ama temkinli olmayı da bilirdi.

Şekil ve kural sevmezdi. O yüzden plaj kıyafetiyle askeri birlik teftiş etmekte, ayağında sandaletle yabancı devlet adamı ağırlamakta sakınca görmezdi. Onu "öz" ilgilendirirdi.

Bu nitelikleriyle gerçekten Türkiye’de önemli değişiklikler yaptı. Tek cümleyle Türkiye’yi dünyaya o açtı. Lakin Turgut Özal bunlardan ibaret değildi.

Turgut Özal ne "devlet" denen kavramı bilirdi, ne de 4 yıl başında olduğu laik cumhuriyeti severdi. Muhtemeldir ki hiçbir zaman, göğsünü doldura doldura "Ne mutlu Türk’üm diyene!" dememişti.

Onun gözünde "laiklik" bu topluma "zerk edilmiş" (şırıngalanmış) bir yabancı madde gibiydi. O yüzden laik cumhuriyete katlanırdı. Onun misyonu, Cumhuriyet’in yanlış kurulduğunu, kötü olduğunu, işlemediğini ispat etmekti.

Ne Atatürk’ü severdi, ne İsmet İnönü’ye saygı duyardı. Onların yaptıklarını yanlış bulurdu. "Laiklik karşıtları" bugün bu noktaya geldiyse Özal’ın bundaki rolü çok büyüktü.

Tarikatları o palazlandırdı. Laik Milli Eğitim’in belini o kırdı. İran’daki "molla" rejiminin Türkiye’nin içinde cinayet şebekeleri kurmasına o aldırış etmedi. Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Uğur Mumcu onun Cumhurbaşkanlığı döneminde katledildi.

Gözünde bürokrasi bir "engelleme mekanizması" idi. Gerçi haksız değildi ama o bu gerçeği, bürokrasiyi azaltmaktan çok, işlevsizleştirmek için kullanırdı.

Merhum "milli ve manevi değerlere" pek önem verirmiş gibi görünürdü. Ama tam tersini yapardı. Örneğin "rüşvet ve yolsuzlukla mücadele" ediyormuş gibi görünür ama "Benim memurum işini bilir" der, "köşe dönmecileri" yani vur-kaç zenginlerini pek severdi. "Mal bildirimi" yasasını destekler ama mal bildiriminin "açık" olmasını, böylece hırsızların kolay teşhis edilmesini o engellerdi. Hırsızlara "sırdaş hesap" açtırma onun buluşuydu.

Meşru kazançtan yana imiş gibi görünür ama devlet hazinesini, "vergi iadesi" adı altında soyanları o korurdu. O nedenle "merhumu biz de iyi bilir"dik.
Yazarın Tüm Yazıları