20.Yüzyıl’ın “put kırıcısı”; 21.Yüzyıl’ın “özgür bireyi”...

Türkiye, 15 yıl önce bugüne Cumhurbaşkanı’nın beklenmedik vefatı ile şaşkın ve buruk başlamıştı. Turgut Özal, 15 yıl önce 17 Nisan günü aniden, bir uzun hastalığın ardından gelen bir sona benzer şekilde yani kimseyi alıştırmadan ortadan çekiliverdi.

Haberin Devamı

Turgut Özal, öldüğü ana dek, Türkiye’ye öylesine kuvvetli ve kalıcı bir damga vurmuştu ki, boşalttığı alanın kolay doldurulamayacağını iflah olmaz, adeta yeminli düşmanlarının dışında kalanların anlayabilmesi hiçte zor değildi.

Nitekim, Türkiye’nin Turgut Özal’sız geçen 1990’ları için, şimdi, ileriden geriye doğru bakıp “Kayıp Yıllar” hükmünü vermek sanki bir genel geçer değerlendirme haline geldi.

Turgut Özal, Cumhuriyet’in kurucu ve ilk Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin 20.Yüzyıl’da derin ve kalın izlerbırakan en büyük iki şahsiyetinden biriydi. İlginç özellikleri vardı; Cumhuriyet ilanından sonra doğmuş olan ilk Cumhurbaşkanı ve Atatürk’ten gayrı görevdeyken vefat eden tek Cumhurbaşkanı.

 

Haberin Devamı

***              ***             ***

 

Turgut Özal’ın en çarpıcı yanı, Atatürk’le birlikte Türkiye’nin 20.Yüzyılına en güçlü damgayı vuran devlet adamı olmasından gayrı, Türkiye’yi “21.Yüzyıl’a taşıyan” lider olmasıdır.

Turgut Özal ismi ile “vizyon” sözcüğü, eş anlamlı imişler gibi anılır ve kullanılırdı.1993 yılında hayatını kaybeden tarihimizin bu çok özgün şahsiyeti, attığı her adımı, Türkiye’nin 21.Yüzyıl’da, miras aldığı İmparatorluğun güçlü dönemindeki şanını canlandıracak bir güce kavuşması amacına bağlı olarak tasarlar ve atardı.

Sovyetler Birliği’nin dağılacağını ve sosyalist sistemin çökeceğini, dolayısıyla Soğuk Savaş’ın sona ereceğini ta 1980’lerin başında sezebilen, görebilen çok az sayıda insandan biriydi o.

O öngörüsü sayesinde, Türkiye’ye “21.Yüzyıl’da saygın ve güçlü” bir yerin “rezervasyonu”nu sağlamaya uğraşıyordu. Önemli reformlara imza attığı ve “dünya taşrası”nda içine kapanık bir ülke görüntüsündeki Türkiye’yi dünya ile buluşturacak önemli ve radikal reformlara imza attığı altı yıl süren Başbakanlığından ziyade; üç buçuk yıllık kısa Cumhurbaşkanlığı’nda Türkiye’nin 21.Yüzyıl ufkunu gördü.

“Türkiye’nin önüne ancak birkaç yüzyılda bir gelebilecek hacet kapıları açılmıştır” sözünü bu nedenle sarf etti; bu öngörüsüne dayanarak söz konusu “tarihi fırsat”ın kaçırılmamasını da o nedenle arzuladı.

Haberin Devamı

Ölümünün 15.yıldönümünde kaçırıp kaçırmadığımızdan emin değilim.

Turgut Özal’ın Irak’tan Amerika’ya, Kürt sorununa yaklaşımından Bosna-Hersek’in davasını sırtlanmaya, her türlü dış politika yaklaşımında, “21.Yüzyıl vizyonu” vardı.

Türkiye’de hiçbir devlet ve siyaset adamının kavrayamadığı ölçüde “iletişim teknolojisi”ndeki başdöndürücü “devrim”i o anlamıştı. Küreselleşmenin vazgeçilmez enstrümanlarının kullanılmasını, 21.Yüzyıl’a ayak uydurabilmek, hatta ön almak için zorunlu görüyordu. Bilgisayardan cep telefonlarına, çok kanallı özel televizyon ve radyolardan sanal alemin tüm teknolojik atılımlarında Türkiye’nin birçok Avrupa ülkesinden bile ileriye gitmesi, onun “vizyonu”nun eseriydi.

Haberin Devamı

Avrupa Birliği’ne 1987’de “tam üyelik” başvurusu da, içerden-dışardan her türlü caydırıcı nedene karşılık, onun ısrarı sayesinde gerçekleşti.

Kürt sorununun çözüm umutları, onun son yıllarında olduğu kadar, hiçbir vakit yükselmedi.

 

***                   ***                  ***

 

Kendimi talihli insanlardan sayarım. Bu duyguda, Turgut Özal’ın son iki yılında kendisine son derece yakın olmamın, karşılıklı sevgiyle bezenen e kendisinin benden isteği üzerine 1991yılının ilk çeyreğinde başlayan yoğun bir “danışmanlık” ilişkisinin aslan payı vardır. Turgutbey’i, son iki yılında da olsa, yakından tanımak her kula nasip olmaz duygusu.Büyük kazanç. Capcanlı anılar.

Haberin Devamı

Turgutbey –evet, o “Sayın Cumhurbaşkanı” olmaktan ziyade, bizim gibiler için ve kendisinin de sevdiği haliyle “Turgutbey” idi- olağanüstü zekasının, derin bilgisi ve tecrübesinin yanısıra tüm dokularıyla, gözenekleriyle, ruhuyla, kişiliğiyle bir “iyi insan”dı, insanlara sevgi ve hoşgörüyle mayalanmış bir “iyi insan”.

Onun bu özelliklerini ve ülkemize unutulmaz hizmetlerini bu ülkenin isimsiz insanları öyle iyi kavradılar ki, İstanbul’daki cenazesi –bir devlet töreni olmadığı halde ve herhalde tam da o nedenle-Cumhuriyet tarihimizin en büyük kitle olayı haline dönüştü.

Son yıllarında, yaşarken siyaseten “yapayalnız” bir insan görüntüsü veren ve her türlü “siyasi ihaneti” yakından gözleyerek, dünyanın her köşesinde muazzam bir enerjiyle Türkiye’yi yeni yüzyıla doğru yönlendirmeye çalışırken, yaşayan Turgut Özal’ın güzel yüreği aniden duruverince, “millet” onu sahipleniverdi. Meğerse, hiç yalnız değilmiş.

Haberin Devamı

Ankara bürokratik elitinin ve Türk siyaset sınıfının terkettiği, yalnız bıraktığı bir insanın, meğerse büyük halk kitleleri nezdinde ateşli bir sevginin muhatabı olduğunu öğrenmek için, -ne tuhaf- vefatı gerekmişti.

Onun, “devlet” ile “millet”i buluşturduğu hep söylenegelmiştir. “Millet”in ruhuyla onunla buluştuğu kesindir; “devlet” ve “devlet eksenli zihniyet”in onunla buluştuğunu söylemek pek o kadar kolay değildir.

Ölümünün 15. Yıldönümünde, iflah olmaz karşıtlarını bir yana bırakalım, “Özalcı” gibi kendisini sunan ve onunla ilgili sayısız yalan anlatan şarlatanları dinleyince ve okuyunca, en iyisi, en doğrusu, tek kelime yazmamak ve susmak diye düşündüm.

Aslında, bu yazıyı, ölümünün 15. yıldönümünün ardından, şu cümleleri kayda geçirmek amacıyla, yazıyorum:

Turgut Özal, Cumhuriyet tarihimizde Cumhurbaşkanı ve Başbakan sıfatına sahip olupta, görülebilecek en müthiş “iconoclast”, “put kırıcı”, “tabu yıkıcı” idi.

İfade özgürlüğünün üzerinde onun kadar titreyebilen bir siyasi lider bu ülkeye gelmedi.

Son okuduğu kitaplardan biri, bir Amerikan Yüksek Mahkeme yargıcının kaleme aldığı “Free Speech in an Open Society” (Açık Toplumda İfade Özgürlüğü) idi.

Onu, bu kitabı, böyle bir kitabı okurken gördüğümde öylesine şaşırmıştım ki, o da benim buna şaşırmama şaşırmış ve bana, Ocak 1993’teki ABD gezisi sırasında kendi vakti olmadığından, bu türden konuları içeren istediğim kitabı kendisine almam için yetkilendirmişti.

Birkaç gün sonra, Boston’da otel odasına bir bavul dolusu kitapla gitmiştim!

Ortalıkta “Özal’cıyım” diye dolaşanlara kulak asmayın. Turgut Özal, özel bir insandı. Onmilyonlarca insanımız onu sevdi, bağrına gömdü; ama “izleyicisi” olmayan bir “yalnız” adamdı.

“21. Yüzyıl, bireyin yüzyılı olacak” sözünü sürekli tekrarlar; Türkiye’nin hukuk sisteminin buna göre yeniden oluşturulması gereğinin altını çizerdi.

Turgut Özal, 20.Yüzyıl Türkiye’sinin son döneminin en büyük “birey”i idi.

Turgut Özal, 21.Yüzyıl insanıydı.

O, bir “devrimci”ydi.

Ruhu Şad Olsun...

 

Yazarın Tüm Yazıları