Kahvaltıda şunları söyleyecektim

DÜN Avrupa Birliği Komisyonu’ndan bir mesaj aldım.Komisyon Başkanı Barroso, cumartesi sabahı beni ve başka bazı gazetecileri kahvaltıya davet ediyordu.

Ne yazık ki, o sabah, çok önceden kararlaştırılmış bir ziyaret için yurtdışında olacağım.

Katılmayı çok istiyordum, çünkü Barroso’ya sormak istediğim birçok soru vardı.

Bundan daha önemlisi, aktarmak istediğim duygular vardı.

İç dünyamı biraz aktarmayı isterdim.

Şimdi yazacaklarım, işte o duygularla ilgilidir.

Umarım Avrupa Birliği’nin Ankara’daki temsilcileri bu yazıyı çevirip, ilgisine sunarlar.

Çünkü bu yazı, iç dünyası buruk birçok Türk’ün duygularını dile getiren bir dilekçedir.

* * *

Ben, Batılı hayat tarzını benimsemiş bir ailenin çocuğuyum.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği çabalarının en ateşli savunucularından biriyim.

Çünkü hayatta en inançla savunduğum ideoloji, hayat tarzımdır.

Ve çok iyi biliyorum ki, o hayat tarzı da, ancak Avrupa Birliği’nin savunduğu değerlerle mümkün olabilir.

Geçen 5 yıl içinde AKP’nin bu siyasetini samimi olarak destekledim.

Bunu torunlarım için yaptım.

22 Temmuz seçiminin akşamı bu umudumu koruyordum.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşma, oyumu AKP’ye vermediğim halde, beni çok umutlandırmıştı.

Ne yazık ki, ondan sonraki gelişmeler, beklediğim istikamette olmadı.

Avrupa demokrasisinin en temel değeri olan "çoğulculuk", "çoğunlukçuluğa" dönüştü.

"Çoğunlukperest" bir zihniyet, devlet yönetimine hákim olmaya, hepimizin adalet duygusunu kemirmeye başladı.

* * *

Biz bunları yaşarken, Avrupa Birliği temsilcileri, son 2 yıldır ortada yoktu.

Bizi, Sarkozy ve Merkel’in şahsi siyasetlerinin karşısında yapayalnız bırakmışlardı.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği neredeyse, zımni olarak askıya alınmıştı.

AKP hakkında kapatılma davasının açılması, 2 yılın sessizliğini bozdu.

Şimdi oradan yine Türkiye için sahiplenen sesler yükseliyor.

"AKP’nin kapatılmasının, üyeliğin askıya alınmasına yol açabileceğini" bile söylüyorlar.

Duygularımla konuşmam gerekirse şunu itiraf etmeliyim.

Bu sözler hem sinirimi bozuyor, hem ağırıma gidiyor.

Ama aklımla konuşursam, bu sözler bana çok yararlı görünüyor.

Kapanma davasının tek iyi yanı belki de hem AKP’ye hem de AB’ye unutulmuş bir ilişkiyi hatırlatması olmuştur.

Bugün başlayacak olan ziyaret, AKP yönetimine, kendilerini en emniyette hissedecekleri coğrafyanın neresi olduğunu göstermelidir.

Orası Avrupa Birliği’dir.

Yani benim hayat tarzımın da en büyük garantisi olan coğrafya.

Böyle bakınca da şu umutlu sonuca varıyorum.

Demek ki, hepimizin kendini güvende hissedeceği ortak bir değerler coğrafyası var ve biz oraya tam üye olmak için çaba göstermeliyiz.

Hedefimiz o ortak coğrafya ise, önce şu soruların cevabını vermeliyiz:

O coğrafyada, "Aldığım oyla her istediğimi yapabilirim" keyfiyeti yaşayabilir mi?

O coğrafyada, vatandaşların bir bölümü hayat tarzlarını tehdit altında görürken, iktidardaki insanlar "Bana ne onların sıkıntılarından" diyebilir mi?

O coğrafyada bazı şirketler "bizden", ötekiler "onlarınki" denilebilir, yandaş şirketlere istenilen her şey fütursuzca bahşedilebilir mi?

O coğrafyada reşit olmamış çocuklar, aile ve mahallenin baskılarına karşı yapayalnız bırakılabilir mi?

* * *

Avrupa Birliği temsilcileri, Avrupa’da parti kapatmanın kabul edilemeyeceğini söylüyorlar.

Doğru, ben de kabul edilemeyeceğini, edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Ama ben, yukarıda sorduğum sorulardaki "çoğulperest" zihniyetin de Avrupa’da mümkün olamayacağını, bunların da ilişkilerin askıya alınmasına nedeni olacağını, bizzat onların ağzından işitmek isterdim.

Kahvaltıya katılsaydım, Barroso’ya şunu söylemek istiyordum.

"Sizin ülkenizde milyonlarca insan hayat tarzını tehdit altında hissetseydi, ilginizi onlardan esirger miydiniz?"

Cevabının "Hayır, esirgemezdik elbet" olacağına eminim.

O zaman da cümlemi tamamlayacaktım:

"Öyleyse demeçlerinizde neden bu küçücük ilgiyi Türk halkının bir bölümünden esirgiyorsunuz? Neden gidip o insanların görüşünü de almıyorsunuz?"

* * *

Ben yine de umudumu koruyorum.

AB üyeliğini bütün kalbimle desteklemeye devam ediyorum.

Ama itiraf edeyim, içim biraz buruk.

Bir de şunu biliyorum.

Eğer biz Türkler, ülkemizde bir arada mutlu bir şekilde yaşamak istiyorsak, demokrasinin sadece parti kapatmaya karşı çıkmaktan ibaret olmadığı, çoğulperest bir zihniyetin de, Anayasa’nın değişmez ilkelerini değiştirmeye kalkışmanın da bir "darbe" olduğu konusunda anlaşmalıyız.
Yazarın Tüm Yazıları