Perşembenin gelişi

KÜRESEL krizin daha neresinde olduğumuzu çözememişken kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi değerliliği görünümünü durağandan negatife çevirdi. Şaşırdık. Halbuki, daha birkaç güne kadar aynı kuruluştan bir not artırımı bekliyorduk.

Başımıza neler gelebileceği daha önce yazılıp çizildi. Not artışını bırakalım, not düşüşü olmasın dendi. Küresel krizin ortasında not artışı olasılığının sıfıra yakın olduğu vurgulandı. Kredi derecelendirme şirketlerinin iyiyi daha iyi değil, iyiyi daha kötü göstermekle zarar görmeyeceği yazıldı.

Böyle bir ortamda Türkiye’nin ekonomiye güveni artırıcı yaklaşımlar benimsemesi tavsiye edildi. Yapısal reformlardaki savsaklama ve sulandırmaların önüne geçilmesi söylendi. Yurtdışından her yıl 50 milyar dolar civarında taze kaynak bulmak zorunda olan Türkiye’nin küresel çalkantılar karşısında dayanıklı olduğu izlenimi vermesi gerektiğinden yola çıkarak IMF ile ilişkilerin bağlayıcı ve inandırıcı bir çerçevede yeniden oluşturulması tavsiye edildi.

ÖN UYARI

Bu tavsiyelerin hiçbirine kulak asılmadı. Tersine, "Para bol, IMF’ye ihtiyacımız yok" demeçleri verildi. Sosyal güvenlik reformu önce ertelendi. Sonra, siyasi olarak hükümetin en zayıf dönemine geldiğinden, kolaylıkla delik deşik edilebildi. Milli gelir tahmininin kağıt üzerinde yükseldiğinden yola çıkarak "artık cari işlemler açığı da sorun olmaktan çıktı" havası estirilmeye başlandı. Yeni milli gelir içinde kamu borcu düştü diye "faiz dışı fazlanın artık önemi kalmadı" dendi. Kredi notumuzun artmasını beklerken, S&P sürpriz yaptı.

Aslında, S&P’nin Türkiye’nin kredi değerliliğini aynı düzeyde durağandan negatife çevirmiş olması bir not düşüşü değil. Olası bir not düşüşünün habercisi. Yatırımcılara, "dikkatli olun; şimdiki not düzeyine fazla itibar etmeyin; ileride sürprizle karşılaşabilirsiniz" deniyor. Türkiye’ye de "aklınıza başınıza alın; durumunuz kritik; ekonomide güven artırıcı, kırılganlığı azaltıcı önlemleri zaman geçirmeden alın" mesajı gönderiliyor. Mesaj yatırımcılar tarafından ciddiye alınacaktır. Türkiye de bu mesajı ciddiye almak zorundadır. Aksi taktirde, çok daha zor günler bizleri bekler.

Yapması gerekeni hep son dakikaya bırakan, duruma göre tavır almayı seven ve almaktan çekindiği bir kararı pabuç pahalı olduğunda çekinmeden alabilen hükümetimiz parti kapatma davasının açılmasıyla ekonomide zaten bir şeyler yapması gerektiğinin farkına varmıştı. IMF ile ilişkiler yeniden masaya kondu. "Para bol, IMF’ye ihtiyaç yok" söylevleri bir tarafa bırakılıp IMF ile bir çeşit yeni bir program yapılması tartışılmaya başlandı. Ama, seçenekler arasında "program sonrası izleme" bir seçenek değil.

EV ÖDEVİ

Gelinen noktada, IMF ile bir program yapmak da artık yeterli değil. Bu programın içeriği çok daha fazla önem kazandı. Türkiye ekonomisi yüksek ekonomik büyüme ve düşen enflasyon dönemini geride bıraktı. Yeni program, ekonominin yeniden yüksek büyümesini ve enflasyonun yeniden düşüş eğilimine girmesini sağlayacak altyapıyı oluşturmaya yönelmek zorunda. Yani, 2002-2004 yılları arasındaki dönemin bazı yapısal eğilimlerine geri dönülebilmeli. Nedir bunlar?

Üretimde verimlilik artışları yeniden hızlanabilmeli. Eskiden de olmayan, ama artık zorunluluk haline gelen işgücü piyasasına esneklik getirmek öncelikli olmalı. Ekonomide ücret ayarlamaları yeniden geçmiş enflasyona baz edilmeye başlamışken, yaratılacak yeni ortamla ücret ayarlamaları gelecek enflasyon hedefine odaklanmalı. Piyasaları çarpıtıcı (işgücü piyasası dahil) vergi düzenlemeleri ayıklanmalı. Mali disiplinden taviz verilmediği izlenimini güçlendirecek kamu finansmanında performans kriterleri yeniden öne çıkmalı. Bize bir şey olmaz edebiyatı unutulup ekonomik birimlerin kafalarını karıştıran söylev ve eylemlerden kaçınılmalı.

Bu konuları bu haftaki yazılarımda daha açık irdeleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları