Çok mahrem bir mektup

İKİ hafta önce AKP’nin en etkili isimlerinden birinden 6 sayfalık bir mektup aldım.

Ben de kendisine bir cevap yazdım.

Bana gelen mektup, uzun bir birikmişliğin ve onun yarattığı kızgınlığın verdiği duygularla yazılmıştı.

O nedenle eleştiri dozu ağırdı.

Ama ifadelerde ne hakaret, ne aşağılama ne de ağır bir düşmanlık vardı.

Ben de kendisine uzun bir cevap yazdım.

Benimkinde de ona yönelik eleştiriler vardı.

Benimkinde de ne hakaret, ne aşağılama ne de düşmanlık söz konusuydu.

AKP’li siyasetçinin mektubu "kişiseldi".

Benim ki de öyle.

O nedenle bu mektuplar, mahrem yazışma olarak şahsi evrakımıza girdi.

* * *

Umarım ilerde, yıllar sonra bir gün her ikimiz de bu mektupları yayınlama konusunda görüş birliğine varırız.

Çünkü bu mektuplarda her ikimizin de dünyaya bakışı ve dünyayı algılama biçimlerimizdeki farklılık açıkça ortaya çıkıyor.

Tabii bir de "milli irade" ve "demokrasi" konularındaki farklılığımız da.

Bundan iki ay kadar önce hükümet yanlısı bir gazeteci ile aramızda ilginç bir konuşma geçti.

Yanımızda başkaları da vardı.

Hükümet yanlısı gazeteci şöyle bir şey söyledi:

"Son iki yıldır sen neyi savunuyorsan, hep aksi yapıldı."

Bunu hangi amaçla söylediğini tahmin ediyorum.

Demek istedi ki: "Sen etkili bir gazeteci değilsin. Ne söylesen iktidar aksini yapıyor."

Kendisine şakayla şu cevabı verdim:

"Normal değil mi? Sen iktidar gazetecisisin, bense değilim."

Kelimeleri çok dikkatle seçtim.

Yani, "Muhalefet gazetecisiyim" demedim.

Çünkü ben iktidar gazetecisi değilim, ama muhalefet gazetecisi de değilim.

Çünkü olaya hiçbir zaman "iktidar" veya "muhalefet" gazetecisi olarak bakmadım.

O nedenle savunduğum düşüncelerin kabul görmesi veya görmemesi hiç umurumda değil.

Zaten hayatım boyunca en çok övündüğüm yanım "hayalciliğim" oldu.

O nedenle rahmetli Özal’ın "Hayallerime bile yetişemezler" sözünü hayat felsefem haline getirdim.

Ellili yaşlarına kadar büyük bir sabır ve ihtirasla "iktidar gazetecisi" olmayı beklemiş ve sonunda olabilmiş bir insanın bu sözleri anlaması mümkün mü?

* * *

Ancak o siyasetçinin mektubunda da, sözünü ettiğim gazetecinin sözlerinde de çok yanlış ve tehlikeli gördüğüm bir felsefe vardı.

Bunu örnekleriyle anlatayım.

Mesela Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na empoze edilmesine karşı çıktım.

Gül Cumhurbaşkanı oldu.

Türban konusunu böyle yapmayın dedim.

Söylediğimin tam aksini yaptılar.

1 Mart tezkeresinin kabul edilmesini savundum.

Çoğunluk kabul ettiği halde, tüzük gereği kabul edilmemiş sayıldı.

Bu iki AKP’li, söylediklerimin hep aksinin çıkmasını, benim "milli iradeye karşı olmama" bağlıyorlardı.

Daha açık ifadeyle ben hep "halka ters düşüyordum."

Buradan da şu sonuca geliyorlardı.

Hürriyet gibi bir kitle gazetesinin genel yayın yönetmeni "Halkın arzusuna karşı yazı yazabilir, milli iradeye ters düşebilir mi?"

* * *

Hükümet medyası ile bağımsız medya; iktidar gazetecisi ile bağımsız gazeteci arasındaki en temel fark işte bu zihniyette kendini gösterir.

Onlar iktidarı mutlak "milli irade" olarak görürler.

Benim kafamda ise böyle mutlak bir "milli irade" anlayışı yoktur.

O "biat" kültürüne yaslanıyor, varlığını orada buluyor.

Bense varlığımı "itiraz kültürüne" borçluyum.

Ama sonunda ne oluyor?

İktidarlar gelip geçiyor.

Geçip giderken, biat gazetecilerini de beraberinde götürüyor.

Başkaları ise nehrin başında oturmaya devam ediyor.
Yazarın Tüm Yazıları