Çatışma, akıllı bir tercih olmaz

ANAYASA Mahkemesi’nin, AKP ile ilgili kapatma davasını görüşmeye karar vermesinin ardından ortaya çıkan seçenekler dün gazetelerde başköşeyi kaplıyordu.

Bunlar kabaca iki ana başlık altında toplanabilir:

1- Kapatmayı zorlaştıracak Anayasa değişikliğini yapmak. 2- İyi bir savunma hazırlayarak, partinin kapatma cezası almasını önlemek.

AKP’nin çatışmacı aklıevvellerinin tercihi elbette birinci yol.

Bunun Türkiye Cumhuriyeti ile bir "son hesaplaşma" olduğu havası bir süredir AKP medyasında yayılıyor. Gazetelere malum tarikat tarafından gönderilen sistematik okuyucu mektuplarında da bu var.

İkinci yol bu kesim tarafından uygun görülmüyor, çünkü oturup bu partinin neden laiklik karşıtı hareketlerin odağı olmadığını, olamayacağını anlatmak demek "davaya ihanet" gibi görülüyor.

Yerel seçimler yaklaşırken, partinin kendi siyasi köklerine sırtını dönmesi gibi bir sorun da var tabii.

Bu çevre bir yandan da Anayasa Mahkemesi yargıçlarının önyargılı oldukları ve mutlak surette kapatma kararı verecekleri propagandasına da gaz veriyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın da, yakın çevresinin de kendilerini bu dar ve çatışmacı çevreden kurtarabilmelerinin mümkün olmadığını görüyorum.

"Çatışmayı" tercih etmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ne husumetle bakan bir çevrenin dümen suyunda bir maceraya sürüklenmek, aklı başında insanların tercihi olamaz.

Anayasa Mahkemesi yargıçlarının önyargılı oldukları propagandasına kulaklarını tıkayıp, aklı başında ve tutarlı bir savunma ile kapatmayı önleyebilmelerinin mümkün olabileceğini ben tekrar hatırlatmış olayım.

Kafaları bacaklarının arasında kaybolmuş!

AYSUN Kayacı’nın başlattığı "dağdaki çobanın oyu" tartışması üzerine iki gündür yazıyorum.

Bunu yaparken dikkat çekmek istediğim konu bir demokraside söz söyleme, fikir açıklama hakkı ile ilgili.

E-postalar icat olduğundan beri özellikle kendisine "Müslüman" diyen bir kitlenin, ne kadar küfürbaz, ne kadar tahammülsüz olduğu ile ilgili derin bir tecrübem oldu.

Bu köşede ya da bundan önce yazdığım gazetelerde, genellikle olayların bir başka yüzü de olabileceğini göstermeye çalıştığım için, genel akımlara karşı şeyler çok yazdım.

"Allah"ın adını anarak başlayan mektupların, nasıl küfürlerle sonuçlandığını görüp, çok şaşırmışlığım da var ama artık alıştım, şaşırmıyorum.

Bu konuyla ilgili de böyle oldu.

Bu küfürbaz kitle, şimdi de Aysun Kayacı’ya takmış. Bu konuyla ilgili demeçler veren AKP milletvekili ve yöneticilerinin konuşmalarına hákim olan fikir ile bu küfürbazlarınki aynı noktadan referans alıyorlar aslında.

Aysun Kayacı’nın mankenliği, mayo defilelerinde vs çektirdiği dekolte fotoğrafları, medyaya yansımış eski aşkları ileri sürülerek bir "ikinci sınıf insan tipi" yaratılmak isteniyor.

Bir yandan "çobanın oyu ile benim oyum bir olur mu" diye kişisel fikrini açıklayan bir insana saldırıyorlar, diğer yandan o insanın da aslında "birinci sınıf" olmadığını vurguluyorlar.

Kafaları bacaklarının arasına sıkıştığı ve beyinleri sadece bunu algıladığı için de neler yazdıklarını kolayca tahmin edebilirsiniz.

Ağızlarından "demokrasi ve fikir açıklama özgürlüğü" gibi kavramlar hiç düşmüyor ama fikrini açıklayanı da, açıkladığına pişman etmek için seferber oluyorlar.

Fikir özgürlüğünün sınırı: Şiddet!

BENZERİ tepkileri, AKP’nin kapatılmasına karşı çıktığım için bu kez tam tersi kanattan da alıyorum.

O kesimin terbiye düzeyinin daha iyi olduğunu söylemeliyim ama o kesim de kafasını "şuradan ya da buradan gelen emirlere" ve "yüklü banka hesaplarına" takmış durumda.

Neden AKP’nin kapatılmasını doğru bulmadığımı bir kere daha yazayım ki bana verilen emirleri ve aldığım paraları hak edeyim diyorum (!)

Bir demokraside fikir açıklamak, bir düşüncenin propagandasını yapmak, bir siyasi düşünce etrafında birleşerek taraftar toplamaya çalışmak suç değildir.

Bütün bu davranışları suç haline getirecek ayırt edici unsur, bu fikirlerin topluma şiddet ve zor yoluyla dayatılıp, dayatılmadığıdır.

Nasıl ki kişiler için bir fikri savunmak suç değilse, bu kişileri bir amaç etrafında bir araya getiren partiler için de suç sayılamaz. Partiler için de bunun istisnası şiddeti kullanmak, şiddet ve zorla bu fikri kabul ettirmeye çalışmaktır. Türkiye’nin, demokratik medeni dünyanın bir parçası olmasından yanayım.

Ne Baasvari bir askeri rejim ne de bir dini rejim bu ülkede hákim olmamalı.

Bu Cumhuriyet’in kurucusunun tarif ettiği gibi "çağdaş uygarlık düzeyinde" olmamızı istiyorum.

Bugünün çağdaş uygarlığının nerede olduğunu görmek için Batı’ya bakmalıyız.

Düşünce özgürlüğünün olmadığı bir batılı medeniyet düşünebiliyor musunuz?
Yazarın Tüm Yazıları