Ortak akıl krize el koyuyor

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan dün Bosna’da gazetecilerden bir sorunun gelmesini bekliyordu.

Soru şuydu:

"TÜSİAD’ın uzlaşma çağrısını nasıl buluyorsunuz?"

Ancak "uzlaşma" ile ilgili soru başka kanaldan geldi.

Gazeteciler, TÜSİAD’ın değil, "İlhan Selçuk’un yaptığı uzlaşma çağrısı hakkında ne düşündüğünü" sordular.

TÜSİAD’ın önceki gün yaptığı çağrı, Erdoğan ve çevresi tarafından "olumlu" karşılandı.

Diyebilirim ki, bu çevrede TÜSİAD hakkında uzun süreden beri ilk defa "pozitif elektrik" oluştu.

TÜSİAD’ın açıklamasının altında bütün yönetim kurulu üyelerinin imzası vardı.

Yani Türk iş dünyasının "ortak aklının" mesajıydı bu.

* * *

TÜİSAD’dan sonra ikinci sağduyu çağrısı bugün geliyor.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile 7 sivil toplum kuruluşu ortak bir sağduyu çağrısı yapıyor.

Bunun için çok güzel bir sembolik platform da kurmuşlar.

Bu örgütlerin 81 ildeki temsilcileri aynı saatlerde bir araya gelerek ortak çağrıyı kamuoyuna açıklayacaklar.

Bütün bunların anlamı şu.

"Sivil toplum", yani Türkiye’nin "ortak aklı", "ortak sağduyusu" krize el koyuyor.

Siyasetçilerin bundan etkilenmemesi mümkün değil.

Etkilenmezlerse, bundan böyle demokrasi kelimesini de ağızlarına almamalıdırlar.

Dün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmalar bu açıdan çok önemliydi.

Gerçi "belagat öfkesi" artık öteki siyasetçilere de sirayet etmişti ama, öfkeyi araladığınız zaman, arkasından sağlam bir "sağduyu mantığı" da görünüyordu.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ne diyor?

"Gerginliği ben mi başlattım ki, indirilmesini benden bekliyorsunuz?"

Bu sözleri uzlaşmama mesajı olarak da okuyabilirsiniz, şöyle de:

"Sen, rejimle ilgili kaygıları giderir, gerginliğe yol açan unsurları yok edersen, ben de buna katılırım."

Ya MHP lideri Devlet Bahçeli?

"Anayasa değişikliğine gitmek ateşe benzinle gitmektir"
derken haksız mı?

"Çoğunluk diktatörlüğü demokrasinin kılıfı olamaz" derken, üzerinde ciddiyetle durmamız gereken bir tehlikeye dikkati çekmiyor mu?

* * *

Bence yavaş yavaş herkes işin ciddiyetini kavramaya başladı.

Bu saptamam doğruysa, rejimin temel ilkeleri konusunda ciddi biçimde konuşmaya başlamamız için müsait bir iklim oluşturabiliriz.

Dünkü yazımdaki bir cümleyi tekrar ediyorum.

İlhan Selçuk, bu kadar hoyratça bir gözaltından sonra, Başbakan’a "uzlaştırma" çağrısı yapabiliyorsa, herkesin kendi sinirlerini, kendi öfkelerini kontrol altına almak gibi tarihi bir görevi var demektir.

Bunun için ne yapmalıyız?

Pazar günkü yazımda anlattıklarımı tekrar edeceğim.

Herkes kulaklarını "marjinallere", "savaş tamtamları çalanlara", "rövanşizme", "intikamcılığa", savaşa çağıran seslere, kalemlere kulaklarını tıkayacak.

Bunun sadece kendisine karşı gördüğü marjinallere değil, kendinden gibi görünenlere karşı da yapacak.

Beş on bin satan gazete köşelerinde uydurulan abuk sabuk komplo teorilerini elinin tersiyle itecek.

Onlardan medet ummayacak, siyasetini onlara göre belirlemeyecek.

"Sen güçlüsün istediğini yaparsın"
diyenlere de, "Onu şimdi köşeye sıkıştırdın. Biraz daha yürürsen yıkarsın" çığlıklarına da itibar etmeyecek.

* * *

Ben geçen pazar gününden beri bu "muzır neşriyata" kulaklarımı tıkadım.

İnanın ne olup bittiğine daha sağlıklı bakıyorum. Daha güzel, daha pozitif düşünüyorum.

Ve tekrarlıyorum.

İlhan Selçuk öfkesini kontrol edebiliyorsa, Başbakan da hem kendi tarafında zannettiği, hem karşı tarafta diye düşündüğü bu muzır seslere kulaklarını tıkayabilir.

Bundan en kazançlı da kendisi çıkar.
Yazarın Tüm Yazıları