Ne susarsın türbanlı kalem

Ey Fatma Karabıyık Barbarosoğlu! Ey Sibel Eraslan! Ey Merve Kavakçı! Ey Özlem Albayrak! Ey Nihal Bengisu Karaca! Ey Ayşe Böhürler!

Kısacası...

Ey matbuatımızın başı örtülü, eli kalem tutan yazarları!

Bakıyorum...

Polemikse polemik... İroniyse ironi... Dalgaya almaysa dalgaya alma... Sert çıkışsa sert çıkış... Haddini bildirmeyse haddini bildirme...

Hiçbirinden uzak değilsiniz...

Bakıyorum...

Doğan Grubu’ndan herhangi bir yazara laf sokuşturmak söz konusu olduğunda zerre kadar geri kalmıyorsunuz, aslan kesiliyorsunuz...

Bakıyorum...

Türbana karşı her türlü itiraza, "Bu benim özgürlüğüm... Sana ne? Sen ne karışıyorsun?" diye haklı olarak posta koyuyorsunuz...

* * *

Güzel... Güzel de sevgili kız kardeşlerim...

Sizin mahallenizden rezilin biri, sizin kıyafet biçiminizi sarakaya almaya kalkıştığında...

Sizin kıyafet biçimlerinizi "Zilli bilmem ne" ya da "Deve hörgücü" falan diye aşağılamaya kalktığında...

Ya da...

"Kaba softa / Ham yobaz"ın teki, gazetedeki sütunundan, size "Evinde vakarınla otur be kadın! Neyine gerek senin kamusal alan!" diye edepsizce çıkıştığında...

Neden süt dökmüş kedi gibi davranıyorsunuz? Neden tek kelime bile etmiyorsunuz? Neden "Racon kesen abi" ile muhatap olmuş mahallenin çekingen kızı haline geliveriyorsunuz?

Neden bu adamlara haddini bildirmiyorsunuz?

"Sana ne benim kıyafetimden be adam" demiyorsunuz?

"Sen ne hakla benim kıyafet biçimimi aşağılıyorsun" demiyorsunuz?

* * *

Ama siz susuyorsunuz!

"Mahallenin içinden" gelen ve "Ayet hadislerle süslenmiş" erkek yazar baskısı karşısında sus pus oluyorsunuz...

Yoksa...

"Erkek baskısıyla örtünüyorlar" diyenlerin tezleri haklı mı?

Ya da en azından bu konuda kuşku duyulması meşru mu?

Sakın bana, "Ama biz senin gibi polemik sever değiliz ki Ahmet Hakan" falan demeyin... Yeri geldiğinde polemikte beni bile solladığınızın farkındayım.

Sakın bana, "Ama biz dinin erkek egemen yorumlarından şikayetçiyiz" de demeyin... Çünkü mesele sizin bu konuda adlı adınca konuşmaktan kaçınmanızdır.

Kısacası demem o ki...

Eğer "Türban" ile "Erkek baskısı" arasında kurulan ilişkiden gerçekten rahatsız oluyorsanız, mahallenin racon kesen abilerine başkaldırmanız gerekir...

Aksi takdirde "inandırıcılık" gibi esaslı bir sorunla baş başa kalırsınız.

Senin veto etme ihtimalini sevdim

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, türbanla ilgili Anayasa değişikliğini veto ederse...

Büyük olasılıkla şunlar olacaktır:

BİR: Gül ile Erdoğan’ın arası bir daha kapanmamak üzere açılır...

İKİ: Her tarafta "Gül’ün dikeni" esprileri yapılır.

ÜÇ: Vakit gazetesi Celal Şengör’e ettiği küfrün daha büyüğünü Abdullah Gül’e eder.

DÖRT: Muhafazakár kesimde "Gül ile Sezer arasındaki benzerlikler" başlıklı geyikler çevrilir.

BEŞ: Laik kesim "Helal olsun" derken, laikçi kesim "Bu işin içinde bit yeniği var" der...

ALTI: Salih Memecan "Kendine gel Abdullah" konulu bir karikatür çizer...

YEDİ: Hayrünnisa Hanım ile Emine Hanım’ın arası daha da açılır.

SEKİZ: Hem Köşk’e, hem de hükümete yakın durup durumu idare eden gazetecileri bir teláş alır...

DOKUZ: Çankaya Köşkü’nün insan karakterini ve duruşunu değiştiren özellikleri konulu yüksek lisans tezleri hazırlanır.

ON: Gül’ün gençlik arkadaşı Fehmi Koru, arkadaşının gençlik yıllarında kendisine bile çaktırmadan mason locasıyla irtibat kurduğuna dair bir senaryo yazar...

ONBİR: Gül’ün Köşk’te gizli bir odada kırmızı kaplı gizli devlet anayasasıyla tanıştırıldığına dair sayısız komplo ortalığa dökülür.

Kısacası...

Ortalık karışır, düzen bozulur...

Bence Abdullah Gül, böylesi bir kaosu göze alamayacak kadar idare-i maslahatçıdır.

Yani...

"Keşke veto etse" diyenler, sadece bu ihtimali sevmekle yetinmek durumundalar.

Hani öfke bize uysallık sanaydı

Şöyle deniyordu Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e verdiği iddia edilen meşhur öğütlerde:

"Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana... Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana..."

Peki bu öğütleri pek sevdiğini söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan, gerçekten öğütlere uyuyor mu?

Erdoğan’ın dün partisinin grup toplantısında yaptığı o celalli konuşmayı dikkate alırsak...

"Herhalde Erdoğan öğütleri yanlış anlıyor" yorumunu yapabiliriz. Çünkü öğütlerde "Biz"e uygun görülen ne varsa, hepsi Erdoğan’ın malı olmuş gibi!
Yazarın Tüm Yazıları