Üç hitabet, tek yanılgı

ESKİ Yunan felsefesi öylesine derindir ki, başta hálen kullandığı lûgat olmak üzere, bir "sorgulayıcı refleksler" bütünü olan Batı düşüncesi bugün de onun üzerinde yükseliyor.

Ve, burada hemen bir parantez açıp şunu eklemem gerekiyor. Eğer Müslüman Álem, Gázáli’nin şüpheciliği reddeden ve mutlaklığı şart koşan iláhiyatçı dogmatizmi yerine, Büyük Aristo’yu sahiplenen Büyük İbn Rüşd’ün aynı "sorgulayıcılık öğretisi"ni benimsemiş olsaydı, önemli bir ihtimalle aynı seyri izleyecekti.

Dolayısıyla da, çok münkündür ki İslam düşüncesi, daha ilk modernitelerden itibaren yaşamaya başladığı krizler silsilesini bertaraf etmiş olacaktı.

Neyse, sızlanma sonsuz bir kaos olan tarihi geri getirmeyeceğinden, konuya döneyim.

* * *

YUKARIDA kasten "Büyük" diye vurguladığım ve başka bir yazıda Eflátun’la olan derin çelişkini bugünkü "cumhuriyet - demokrasi" tartışması ekseninde ele alacağım o dev Aristo ki aynı zamanda da, başta sözünü ettiğim "felsefe lûgati"nin esas babasıdır. Bu bağlamda da, "Poetika", "Retorika" ve kısmen "Politika" adlı eserlerinde, söz söylemek ve "nutuk atmak" (!) anlamına gelen "belágat" sanatında üç ana unsur saptar.

Bir; muhatapların aklına seslenen ve onları mantıkla ikna etmeyi hedefleyen "logos"! Zaten de, yine mantık anlamına gelen "lojik" kelimesi buradan üretilmiştir.

İki; dinleyiciler nezdinde ahlákı, fazileti, dürüstlüğü ön plana çıkartan "ethos"! Hálá aynı manáları verdiğimiz "etik" sözcüğü de yukarıdaki tanımdan kaynaklır. Ve nihayet üç; duyguları, hisleri, "asábiyet"leri "gıdıklayan" (!) "pathos", "Patetik" kelimesi de bundan türemiştir ki, bizim açımızdan onu irdelemek gerekiyor.

* * *

ONU irdelemek gerekiyor, zira velev ki Müslüman dünya Büyük Aristo’yu sahiplenen Büyük İbn Rüşd’ün "afaroz etmiş" olsun, hiçbir şey değişmedi ve değişmiyor!

Çünkü heyhat, o dünya bütün "söylev sanatı"yla; bütün düşünce sistematiğiyle ve bütün hal ve oluş tarzıyla, aynı Aristo’nun tanımladığı "pathos" duygusallıklarda yaşıyor.

Daha doğrusu, "Teháfüt-ül Teháfüt" yazarını reddettiği içindir ki, "Akademya" kurucusunun heyecan ve azápla özdeşleştirdiği "patetik" zihin şemalarında bocalıyor.

Üç unsurundan ikisini, yani "logos" mantıkçılığı ve "etos" ahlákçılığı tukaka edip, özünde zaten siyaset demek olan hitábetin yalnız hissi ve asábi boyutuyla sınırlı kalıyor. Nitekim, Paki kabilelerden Filistinli mağdurlara ve "El Kaide" meczûplarından bizim "laikçiler"e dek bütün bir hilálli coğrafyaya şöyle bir göz atın, ne görüyorsunuz? Bırakın muhataplarını, bizzat kendisini "pathos" belágátle "ikna etmeye" (!); ama aslında láfazanlıkla k-a-n-d-ı-r-m-a-y-a çalışan bir sonsuzluk kitlesi!

* * *

ANCAK dikkat, zaten "laikçi" kelimesi de kasten kullandım, Müslüman Álem derken sırf imáni kimliğini öne çıkartan akım, mezhep, tarikat veya kişileri kastetmiyorum.

Tabii ki onları da dahil ediyorum ama aynı zamanda, kendilerini "seküler", háttá belki "ateist" addeden kesimleri de söz konusu kategori içinde değerlendiriyorum.

Yani, çok geniş anlamıyla bir "din kültürü aidiyeti"nden söz ediyorum! İsrail önündeki hezimete rağmen mikrofonda ağlayarak kitleleri "büyüleyen" (!) laik bir Nasır ve ekran karşısında kelle uçurarak o kitleleri galeyana getiren "sofu" bir Zerkavi! Hitáp eden de, hitáp edilen açısından da buradaki "pathos" asábiyet aynıdır.

Dolayısıyla da, evet, imánlı veya değil, İslam coğrafyasındaki insanlığın esas sorunu "logos" mantıkçılığı ve "ethos" ahlákçılığı es geçip, hissiyatçılığa yenik düşmesindedir.

Bunun da temelini, sebebini ve nedenini, ilhámını Büyük Aristo’dan alan Büyük İbn Rüşd’deki "sorgulayıcılık düşüncesi"ni afaroz etmiş olmasında aramak gerekmektedir.
Yazarın Tüm Yazıları