Karamsarlığımın nedeni

DÜN yayımlanan gazetelerin (bayram havasındaki İslámcı gazeteler dışında kalanların) birinci sayfalarına yansıyan genel kanı, Türkiye’nin tehlikeli bir bölünme içine girdiği yolundaydı.

Aslına bakarsanız dinci gazetelerdeki bayram havasını da böyle yorumlamak gerekiyor.

Çünkü o manşetlerden yansıyan hava da esasen derin bir bölünmenin varlığına işaret ediyor.

AKP ve MHP türban için Anayasa değişikliği hazırlığına başladığından beri de aklı başında olanlar, bu işin bu şekilde sürdürülmesinin yanlışlığına işaret ettiler.

Ama işe yaramadı.

Yarayamazdı çünkü her ne kadar bir muhafazakár demokrat parti olduğunu iddia ediyorsa da AKP’nin ideolojisi bu tür bir bölünmeyi körükleyerek varlığını sürdürebildi ve bunu kullanarak iktidara gelebildi.

En temeliyle "inananlar-inanmayanlar" ayrımı diyebiliriz buna.

Erbakan, yıllardır bunun için çabaladı ve öğrencileri bunu bir adım ileri götürebildikleri için kazandıklarının farkındalar.

Aynı şey MHP için de geçerli. "Ya sev, ya terk et"e kadar varan nobran tutum Bahçeli için de siyasi bir varlık nedeni.

Bu nedenle "ikizlerin", "toplumu böyle bölmeyin" uyarılarına kulak asmamalarında yadırganacak bir durum yok.

Şimdi mesele bu bölünmenin, demokratik zemin içinde kalabilmesini sağlamak sanırım.

Ülkemizin demokrasi kültürünü dikkate aldığımda bunun çok kolay olmadığını da görüyorum. Demokrasinin bir uzlaşma ve karşısındakinin varlığına saygı gösterme rejimi olduğunu ne yazık ki tam olarak öğrenemedik.

Çok sıkıntılı bir sürece giriyor Türkiye.

Ve iktidar gücünü elinde tutanların ne tecrübeleri ne de dünya görüşleri bu sıkıntılı dönemi mümkün olduğunca az yarayla atlatmak için ümit vermiyor.

Karamsarlığı sevmem ama şunu söylemeden de edemiyorum: "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!"

Orada kimse yok mu?

ÖZDEMİR İnce, Hürriyet’teki köşesinde Kuran-ı Kerim’in, örtünme ile ilgili ayetlerinin "kasıtlı olarak yanlış tercüme edildiğini" yazıyor.

Sadece Arapça orijinalden değil, Fransızca ve İngilizce tercümelerinden de örnekler veriyor.

Prof. Dr. Zekeriya Beyaz da geçtiğimiz hafta elime geçen "İslám ve Giyim, Kuşam" isimli kitabında, baş örtme emrinin Kuran-ı Kerim’de değil, İncil’de olduğunu yazıyor.

Birçok kişinin medyatik tavırları nedeniyle Prof. Dr. Beyaz’ı ciddiye almadıklarını biliyorum.

Ülkemizde sayısını bilemediğim kadar çok sayıda İlahiyat Fakültesi var.

Kimse de ortaya çıkıp "Hayır, siz yanlış tercüme ediyorsunuz, bu kelime şu anlama gelir, şu kelimenin o tarihteki manası buydu" demiyor ya da diyemiyor.

İki olasılık geliyor aklıma: Ya İlahiyat Fakülteleri’nin konuyla ilgili bilim adamlarının bilgileri böyle bir konuyu tartışmaya yetmiyor. Ya da İnce ile Beyaz’ın yazdıkları doğru, bunu kabul etmeye dilleri varmıyor!

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi, ülkemizdeki birçok bakanlığın bütçesinden daha büyük!

Vergi olarak bizlerin cebinden çıkan bu kadar parayı niye harcıyoruz? Diyanet’te ya da İlahiyat Fakülteleri’nde bu sorulara derli toplu ve bilimsel bir yanıt verecek kimse yok mu?

Bitmek bilmeyen hediye konusu

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Katar gezisinde gazetecilere değeri 4-5 bin ABD Doları’nı bulan saatler armağan edilmesinin ardından meslek çevremizde başlayan etik tartışması, aslında çok gerilerde kalmış olması gereken bir durum.

Mesleğimizin evrensel ilkeleri ve gerek yurt dışında, gerekse Türkiye’deki büyük yayın kuruluşlarının bu konudaki tutumu belli.

Hediyeleri iade eden gazeteciler bu nedenle doğru bir iş yaptılar.

Ancak o geziye katılan 29 gazeteci içinde saatleri iade etmeyenler de var. Anadolu Ajansı Genel Müdürü saati kurumunun demirbaşına kaydettireceğini söylüyor. Herhalde TRT Genel Müdürü de benzeri bir tutum izleyecektir.

Herkese din-iman dersi verme peşindeki İslamcı gazetecilerin de saatleri bileklerine taktıklarını biliyoruz. Bu kesimde bu tür pahalı hediyelere merak duymak ve onları kabul etmekte tereddüt etmemek demek ki yaygın bir tutum!

Katar gezisine katılan Maliye Bakanı, Bayındırlık Bakanı ve Enerji Bakanı da yasalara uygun olarak aldıkları hediyeleri değer tespiti için defterdarlıklara yollamalılar. Yasanın tanıdığı süre daralıyor, ben söylemiş olayım. Bu bakanlıkların üst düzey personeli de aynı şekilde davranmak zorunda. İleride "Bakan almıştı, ben de aldım" demek onları kurtarmaz, haberleri olsun.

Bu vesileyle yanıt alamadığım soruyu tekrar sorayım: Suudi Arabistan Kralı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın eşlerine, ádeti olduğu üzere pahalı mücevherlerden oluşan birer hediye seti verdi mi? Verdiyse bunlar yasanın öngördüğü süre içinde değer tespiti yapılıp, ilgili şahısların kurumlarına devredildi mi?

"Milli irade"
hediyelerle ilgili ne işlem yapıldığını merak ediyor. TBMM’deki dört ayrı soru önergesi ne oldu? Yoksa hediyeler de türbana sarılıp, bir minder altına mı sokuşturuldu?
Yazarın Tüm Yazıları