Türkiye neden bilim potansiyelinin yüzde 10’unu kullanıyor

PAZAR günü gazetenin ekinde, Davos’ta dünyanın bir numaralı alerji ve immünoloji enstitüsünün direktörü Profesör Cezmi Akdiş ile kendisi gibi bilim insanı eşi Mübeccel Akdiş’ten söz etmiştim.

Akdiş çifti 14 yıldan beri Davos’ta yaşamalarına rağmen Türkiye ile bağlarını koparmamışlar.

Tam aksine Türkiye’nin bilimine katkı için canla başla çalışıyorlar.

Yılda yedi, sekiz kez gelip burada alerji ve immünoloji kongrelerine katılıyorlar.

Davos’teki İsviçre Alerji ve Astım Araştırma Enstitüsü’ne Türkiye’den öğrenci davet ediyorlar.

Şimdiye kadar Türkiye’den 38 araştırmacıyı ağırlamışlar.

Profesör Akdiş bir süreden beri Türkiye’de bilimin durumuna kafa yoruyor.

Davos öncesi uzun yıllar eşiyle birlikte Türkiye’de bilimle uğraştığı için de Batı ile karşılaştırmayı daha iyi yapabiliyor.

Sohbetimizde, uluslararası verilere dayanarak, Türkiye’nin özellikle "etki faktörü yüksek" "bilimsel yayın" ve "patent" konusunda oldukça geri olduğunu söylüyor.

"Gelişmiş ülkelerde zenginliğin ana kaynağı bilimsel buluşlar onların getirdiği artı değerlerdir" diyor.

Örnek veriyor.

Ticaret "bire otuz" gelir getirirken, "know-how" transferi "bire yüz" gelir getiriyor.

BİLİM BÜTÇESİ KISITLI

Patentlenmiş orijinal buluşlarda ise "bir 10 bin" gibi yüksek bir kár elde etmek mümkün.

"Nokia’nın cep telefonuyla Finlandiya’ya nasıl bir gelir sağladığını düşünün" diyor Akdiş.

Peki Türkiye’de bilim neden geride?

Durumu değiştirmek için ne yapılabilir?

Profesör Akdiş bu sorular üzerine önüme tam "16 maddelik" bir liste koyuyor.

Listenin en başında "bilim bilinci" var.

"Son yüzyılda Batı toplumlarının zenginliğinin ana kaynağı orijinal bilimsel buluşlar olduğu Türkiye’de iyice anlaşılmadı. Doğu Bloku’nun yıkılmasının ana nedenlerinin biri buluş, patent ve üretime giden yolda çok geri kalmasıdır."

Listenin ikinci sırasında "kısıtlı bütçe" var.

Bilime ve bilim adamlarına ayrılan para kısıtlı.

Bilim kuruluşları ekonomik sorunlarını çözseler dahi "maliye kanunları" ve "personel kanunu", "gümrük kanunu" etkin bir bilimsel süreci baltalayan şeyler.

Bilim için önce yasal düzenlemeler şart.

Bunlarla ilgili Profesör Akdiş bakın ne diyor.

"Bilim adamının para kullanmasına uygun bir ortam yok. Türkiye’ye bir araştırma için para göndereceğimiz zaman paranın nereye yatacağı belli değil. Öğretim görevlisinin ne kadar alacağı da belli değil."

"Personel kanunu"yla ilgili olarak da "Batı’da bilim adamı sözleşmeli personeldir. Yanında çalışacak diğer bilim adamlarını da seçme özgürlüğüne sahiptir" diyor.

FARELERE İZİN YOK

"Gümrük kanunu"
ile "bilim" arasında ne ilişki olabilir diye merak edebilirsiniz.

Fena halde varmış.

Türkiye’de araştırma için gerekli malzeme maliyeti 2.5 kat yüksek.

Ismarladıktan sonra Davos’a üç günde, Türkiye’ye altı ayda ulaşıyor.

Profesör Akdiş anlatıyor.

Geçen yıl Marmara Üniversitesi’nden araştırmacı bir arkadaşları ABD’den gönderilen çok özel bir fare türünü Yeşilköy Gümrüğü’nden almak için akla karayı seçmiş.

Deneylerinin tamamlanması için yeniden fare ısmarlamaya cesaret edemiyormuş.

Sadece bu örnekten dahi "gümrük kanunu"nun yeri geldiğinde bilimi nasıl baltaladığını görmek mümkün.

Profesör Akdiş’in 16 maddelik listesinin tamamını verebilecek yerim yok ne yazık ki.

"Türk bilim adamı ne yazık ki potansiyelinin sadece yüzde 10’unu kullanıyor" diyen Akdiş sesine kulak vermek gerek.

Bu arada bir işgüzarlık yapıp Akdiş’ın önerilerini Bilim ve Teknolojiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’a ilettim.

Neredeyse bir hafta oldu Devlet Bakanı Mehmet Aydın ile telefonda konuyu görüşmek mümkün olmadı.

Özel sektörün bilime katkısı

LİSTENİN tamamına yerim olmasa da Akdiş’in dikkat çektiği bir iki noktaya değinmek istiyorum.

Mesela "ödül" meselesi.

Türkiye’de bilim adamlarına ve kuruluşlarına verilen ödül yok denecek kadar az. Sedat Simavi, TÜBİTAK ödüllerinin dışında bilinen başka önemli ödül var mı?

Almanya 200’e yakın ödül dağıtıyormuş, Profesör Akdiş "Bilimin özendirilmesi için, motivasyon için ödül şart" diyor.

Üniversiteler, belediyeler, bilim ile ilgili vakıflar ödül verebilirler. Nitekim, Akdiş çiftinin önerisiyle Bursa Ticaret ve Sanayi Odası yakında bilime ödül vermeye başlayacakmış.

Bir diğer nokta "özel sektörün" rolü. Batı’da bilimin "özel sektör" tarafından finanse edilmesi, toplam finansmanın yüzde 30 ila 70’ini teşkil ediyormuş.

Büyük şirketlerin bağımsız bilim kuruluşlarına proje verme alışkanlıkları var.

Batı’da özel sektörün bilimsel buluşların ürüne dönüşmesinde de büyük katkısı var.

Bizde ise özel sektör daha çok "know-how" peşinde.

Bilimin yatırım gerektiren, uzun vadeli bir şey olduğunun pek de farkında değil henüz.

Laura Bush nihayet Pamuk’u fark etmiş

DÜNKÜ gazetelerde gözüme çarptı.

ABD Başkanı George Bush’un eşi Laura Bush, Orhan Pamuk okuduğunu ve çok beğendiğini söylemiş.

"Benim Adım Kırmızı" kitabını okuyormuş.

Laura Bush nihayet Türk edebiyatının farkına vardı.

Nihayet...

28 Haziran 2004 tarihinde İstanbul’da onunla yaptığım bir söyleşiyi hatırlatmak istiyorum.

Kütüphanecilik geçmişinden ötürü kitaplarla haşır neşir olması gereken Laura Bush’a Türk yazarı okuyup okumadığını sormuştum.

Aklımda ABD’de birkaç ay önce "Benim Adım Kırmızı"nın çevirisini gördüğüm için Pamuk vardı.

Laura Bush hiç Türk yazarı okumadığını söyledi.

Hatta yanındakilere dönüp "Acaba Binbir Gece Masalları mı" diye de sormuştu.

Doğu’yu çağrıştıran "Binbir Gece Masalları"nın yazarı ona göre pekálá Türk olabilirdi.

Laura Bush söyleşimizden dört yıl sonra adını öğrendiği Orhan Pamuk’u okumuş.

Ne diyeyim?

Beyaz Saray’ın kasımdan sonraki yeni first lady’sinin Türk yazarlarını tanıyor olmasını diliyorum sadece.
Yazarın Tüm Yazıları