Gözyaşlarımızı bitti mi sandın?

HENÜZ Vural Savaş’ın esamisinin bile okunmadığı günlerdi...

Varoşlardaki sakallı amcalar, birbirlerine "Tamam inşallah" diyorlardı...

Refah Partisi iktidara gelecekti, sakallı amcalar da yüzyılın devrimini yapacaklardı.

Ancak bu müjde, kentlerin merkezinde korkulu bir "karabasan" olarak algılanıyordu.

Varoşun "Tamam inşallah" parolasına karşılık, merkezin parolası "Geliyorlar... Bizi kesecekler" şeklindeydi.

İşte o günlerin hengamesinde...

Ankara’da bir spor salonunda Refah Partisi’nin "Şahlanış Gecesi"ne katılmıştım...

Henüz iktidarın "mutlak bozucu" etkisiyle tanışmamış, dolayısıyla henüz "müteahhit" olmamış "mücahitler" doldurmuştu salonu...

Refah Partisi’nin Kadın Kolları Başkanı (Onlar galiba ’Hanımlar Komisyonu’ diyorlardı), kürsüye çıkmış, çok sıkı Leninist propaganda eğitiminden geçmiş hatip edasıyla konuşuyor, bütün bir salonu hop oturup hop kaldırıyordu.

Erbakan’a hitap ediyordu... "Hocam" diyordu, "Rektörler başörtülülere selam duracak diyorsun ya... Yetmez hocam, yetmez... Şunlar da selam dursun, bunlar da selam dursun."

"Şahlanış Gecesi"ne katılan büyük kalabalık, gerçekten şahlanıyordu.

Bir kendinden geçme ayiniydi bu... Uçsuz bucaksız gözyaşları...

Sakallı amcalar ağlıyor, çarşaflı teyzeler ağlıyor, Şevket Kazan ağlıyor, Filistin poşulu gençler ağlıyor, Bülent Abi ağlıyor, Şanlıurfa teşkilatı ağlıyor...

"Şimdi sıra bizde" mesajı veriyorlardı...

Kendilerini kutlu bir tarihin son müjdecileri olarak görüyorlardı...

Yaptıkları mücadele ile Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te yapılan mücadele arasında paralellikler kuruyorlardı.

İskilipli Atıf Hoca’dan söz ediyorlar ve "Bilmezsiniz kimleri astılar?" diye soruyorlardı.

Ama en çok göz pınarlarında biriken o yaşlar dikkat çekiyordu... Ürpertici gözyaşları...

* * *

Şimdi bakıyorum, bir zamanlar sadece "Geliyorlar... Bizi kesecekler" diye endişeler içinde olan kesimler de "gözyaşı" dökmeye başladılar...

Ağlıyorlar, ağlıyorlar, ağlıyorlar... Gözyaşlarını gösteriyorlar...

Onların da "kutlu" bir tarihi var artık...

27 Mayıs’ta Menderes’i nasıl da alaşağı ettiklerini anımsıyorlar...

Dudaklarında o eski ihtilal şarkısı, hep bir ağızdan "Olur mu böyle olur mu?" diyerek ayin yapıyorlar.

"Diktatör Menderes"i nasıl "555 K" ile gönderdilerse...

Şimdi de...

"Diktatör Tayyip"i "222-A" ile göndermenin hayalini kuruyorlar.

O günlerin Sıddık Sami Onar’ının yerini bugünün Mesut Parlak’ı almış...

O günlerin Hıfzı Veldet’inin yerini bugünün Sabih Bey’i almış...

Bir galeyan hali ki o kadar olur...

Daha düne kadar oturup, akıllı uslu konuşabildiklerimiz, "üç beş genç kız üniversiteye türbanla girecek" diye kendilerini kaybetmiş durumdalar.

Aksi bir tezi duymak bile istemiyorlar.

Sakin bir şekilde bir şeyler anlatmaya kalktığımızda, bize hemen gözyaşlarını gösteriyorlar.

"Her şey bozuldu... Her şey mahvoldu..." diyorlar ve en selefi kılıçlarını çıkarıp "Öze dönüş" çağrıları yapıyorlar.

"Asrı saadet" hayali içindeler...

Şikayet mercileri Anıtkabir...

Onların gözyaşları da uçsuz bucaksız... Onların gözyaşları da ürpertici...

* * *

Oysa ben gözyaşlarının gerçekten bittiğine inanmıştım...

Artık politikanın bir ölüm kalım savaşına dönüşmeyeceğine, herkesin birbirini anlamaya başladığına, kendi bireysel özgürlüklerine düşkün insanların başkalarının bireysel özgürlüklerine de düşkün olmayı öğrendiklerine, kendi yaşam tarzına titizlenenlerin başkalarının yaşam tarzlarına da titizlenmeye başladıklarına falan inanmaya başlamıştım...

Meğer ben ne büyük bir aptallıkla bakıyormuşum Türkiye’ye...

Gözyaşlarını bitti sanarak nasıl da aldanmışım...
Yazarın Tüm Yazıları