Başbakan Erdoğan kaygıları gidermeli

Türban tartışmalarındaki militan görüşleri bir yana bırakalım. Militan olmayan, ancak son gelişmelerden rahatsızlık duyan bir kesim var. Bu kesim içtenlikle kaygılanıyor. Hele bu gelişmeyi fırsat bilip, türban her yere girsin diyenleri duydukça daha da korkuyor. Birilerinin kendilerine güvence vermesini istiyor. Bu güvenceyi de ancak Başbakan verebilir.

Haberin Devamı

Türban tartışmaları, beklendiği gibi toplumu ikiye böldü. Bir kesim, gelişmelerden son derece memnun. Bundan böyle, önlerindeki engellerin kalkacağına ve inançlarını istedikleri gibi yayabileceklerineinanıyorlar. Belki hemen değil, ancak ilerdeTürkiye’de laiklik vurgusunun azalacağını ve toplumun giderek dindarlaşacağını söylüyorlar. Bu tutumlarınıhemde son dereceaçık biçimde seslendiriyorlar.

 

Bu manzara, diğer kesimi çok rahatsız ediyor.

 

Militangörüşleri bir yana bıkaralım. Militanolmayan, ancakCumhuriyetin laik yanının erimemesini, Türkiye’nin mütaasıp bir ülkeyedönüşmemesini isteyen bu kesim son derece kaygılı.

 

Haberin Devamı

Bu kaygının siyasi bir yönü yok.

 

Çok içten, çok ciddi bir kaygı duyuyorlar.

 

Üniversitelerde serbest bırakılan “kapanmanın” orada kalmayacağına, giderek her yere yayılacağına inanıyorlar.

 

Diğer bir kaygıları da, başta üniversiteler olmak üzere, bu ülkede başı açık yaşamak isteyenlerin bir süre sonra baskı altında kalacaklarıdır.

 

Her iki kaygıyı, “yok canım, olmaz böyle şey” diye görmezden gelemezsiniz.

 

Eğer Başbakan Erdoğan, gerçekten ülkenin istikrar ve huzurunu istiyorsa, bu kaygılara kulak vermek, ne kadar gerçekçi görmese dahi, insanları rahatlatmak zorundadır.

 

Bunu da, hemen şu birkaç gün içinde, Anayasa komisyonu aşamasında gerçekleştirebilir.

 

Düzenlemelere, türban veya başörtüsünün üniversite dışına(kamu kurumları, orta-lise öğretimi vs..) çıkmayacağı somut biçimdeyazılabilir.

 

Haberin Devamı

Aynı şekilde, başı açıkların haklarını koruyacak yasal düzenlemeler getirilebilir.

 

Bunları yapmak hiç zor değildir. Toplumun bir bölümünü rahatlatır ve kaygıları azaltır. Gerilimi düşürür.

 

Başbakan’dan bunları istemekte fazla bir şey olmasa gerek...

 

20 İNSANIMIZ, BİR HİÇ UĞRUNA ÖLDÜ...

 

İstanbul’daki patlama canımızı yakmadı mı? 20 insan ciddiyetsizlik yüzünden, bir hiç uğruna ölüp gitti. O kadar da yaralı var.

 

İstanbul kültür kentiymiş...

 

Ne kenti?

 

Neyin kültürü?

 

Her yer kaçak. Huzurevi bile kaçak. İşyerleri ruhsatsız çalışıyor. İnsanlar ehliyetsiz. Bütün bunlar da denetimsizlikten kaynaklanıyor. Kim kime, dum duma. Kimsenin kimseden haberi yok.

 

Sonra övünüyoruz.

 

Haberin Devamı

İstanbul dünya’nın incisidir, diyoruz.

 

Hadi canım sizde.

 

Koskoca bir kasabada yaşıyoruz. Canım güzelim bir şehribakın bugün ne hale soktuk.

 

Emin olun bizlerin İstanbul’da oturmaya, onun güzelliklerini paylaşmaya hakkımız yok.

 

Layıkdeğiliz...

 

ERMENİ SORUNUNU YİNE UNUTTUK

 

Bilmem dikkat ettiniz mi?

          

ABD Başkanlık seçiminde Demokratların iki ismi ardı ardına, Ermeni Soykırım tasarısını destekleyeceklerini açıkladılar. Yani, bu adaylardan biri Başkan olduğu taktirde, Ermeni Soykırım tasarısının Kongre’den geçmesine onay verecekler.

          

Şimdi bazılarımız “canım, bütün başkan adayları Ermeni oylarını elde edebilmek için bunu daima söylerler. Seçildikten sonra ise bu tutumlarını sürdürmezler” diyebilir.

Haberin Devamı

          

Eğer, bu işler böyle gelmiş böyle gider diyorsak, çok yanılırız.

          

Genel eğilimimiz zaten böyle. Ermeni sorununa eğilmek yerine, “Biz güçlüyüz. Stratejik önemimiz büyük. Washington bizi kaybetmeyi göze alamaz.”diye kendimizi avutuyoruz. Oysa günün birinde konjonktür öylesine değişir ve Beyaz Saraya öyle biri gelir ki, ne strateji dinler, ne de bizim büyüklüğümüzü.

          

Olaya bir de tersinden bakalım.

          

ABD bizden vazgeçemez, stratejik değerimizi görmezden gelemez, diyoruz. Peki, Türkiye ABD’den vazgeçebilir mi? Süper güç konumundaki Washington’a sırtını dönebilir mi? Türkiye’ye akan milyarlarca doların dikkatle izlediği Beyaz Saray’ı elimizin tersiyle itebilir miyiz?

Haberin Devamı

          

Gerçekçi olalım.

          

Gelin, Ermeni sorununu farklı biçimde çözmeye çalışalım.

          

Sen yapabilirsin, ben yapamam” tartışması yerine, çıkış yolları arayalım.

          

Hepsinden de önemlisi, sorunlar kapımıza dayanmadan hareket etmesini öğrenelim. Unutmayalım ve hazırlıklarımızı zamanında yapalım.

 

DENİZ BAYKAL’IN PERFORMANSI PARLAKTI

 

Salı günkü gurup toplantılarında son derece elektrikli, son derece gergindi.

          

AKP ve MHP grubunda ,doğrusunu söylemek gerekirse, şaşkınlık hakimdi. Uzun yıllardan beri konuşulan, zamanında darbelere gerekçe olan bir sorunu, istedikleri oranda olmasa dahi, yine de çözme noktasına gelmenin heyecanı hissediliyordu.

          

İnanamıyorlarmış gibi bir havadaydılar.

          

Sanki birileri kapılarını çalacak ve “Olmaz böyle şey kardeşim. Türbanı Üniversitede serbest bırakamazsınız” diyecekmiş gibi bir ortam vardı. Milletvekillerinin kendilerine güvensizliklerinden mi, yoksa başka güçlerden korktuklarından dolayı mıydı, bilemiyorum.

          

Ancak hava öyleydi.

          

Başbakanın konuşması, son derece kararlı göründü.

          

Kafasına koymuş, sonuçlarını göze almış, gaza basmış gidiyordu.

          

CHP grubu ise, kıpır kıpır idi.

          

Deniz Baykal müthiş bir performans gösterdi.

          

Konuşması son derece etkileyiciydi. Tarih dersi verdi ve gerekçelerini çok anlaşılır biçimde ortaya koydu. Ülkenin önemli bir kesiminin kaygılarına tercüman oldu. Zaten grubun liderlerini ayakta alkışlaması da, heyecanın en açık belirtisiydi.

          

Bu iş henüz bitmedi.

 

Hatta yanılmıyorsam, daha yeni başladı.

 

TERİM’E AZ PARA VERİLİYOR...

 

İnsanlarımızın, becerilerinin karşılığında iyi paralar kazanmalarını veya iş kurup zengin olmalarını kabul edemiyoruz. İçimizdeki derin kıskançlık mı, yoksa para kazanmayı “yolsuzluk” olarak gördüğümüzden midir, bilemiyorum. Ancak, herkesin merakı karşısındakinin ne kadar kazandığıdır. Kişinin yaptığı işe, becerisine bakmayız da, aldığı parayı konuşuruz.

 

Vay anasına, adam ayda 135 bin YTL alıyormuş. Olur mu kardeşim. Bu kadar fakir ülkede bu para verilir mi?” deriz.

 

Bal gibi verilir. Para yerine kişinin katkısına bakmak gerekir. Şimdi de Fatih Terim’in 135 bin YTL alması konuşuluyor.

 

Fatih hoca, mili takıma son derece önemli katkısı olan bir liderdir. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ama emin olun, aldığı para, onun değerindeki yabancı antrenörlerle karşılaştırıldığında azdır. Eğer beğenmiyorsanız, o zaman yerine başkasını getirirsiniz.

 

Fatih Terim’in maaşıyla uğraşacak kadar küçükdüşünen insanlarla da, Türk futbolunun hiçbir yere varamayacağını herkesin bilmesigerekir.

 

SUÇ DÜNYASINA BİLİMSEL BİR BAKIŞ…

 

Uçakları havada patlatanlar, esirler üzerinde biyolojik silah deneyenler, hatta uyurken suç işleyenler… Gizemli bir yolculuğa hazırsanız, elinize, Sevil Atasoy’unDoğan Kitap’tan çıkan (0 212 246 52 07), “Bu Ayak İzi Senin Dr. Watson” kitabını alın. Kitap sizi, Pakistan’dan Peru’ya, Borneo’dan Belçika’ya yüz yıllık uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Atasoy zaten adli bilimlerin rehberidir. Bu yolculuğa çıkın, pişman olmayacaksınız. Ama içinize ekilecek kuşku tohumlarına da hazırlıklı olun…Benden söylemesi…

 

“HESAPLAŞ-MA!!!”

 

Radikal’deki röportajlarını kaçırmadan takip ettiğim Neşe Düzel, 2001’den bu yana yaptığı söyleşilerin bazılarıyla “Hesaplaşma” (Doğan Kitap) isimli bir kitap çıkarmış. Kimler yok ki kitapta... Masanın bir başına, dönüşümlü olarak, Hrant Dink, Süleyman Demirel, Ahmet Türk, Kemal Derviş, Baskın Oran, Kemal Karpat ve pek çok akademisyen, yazar, gazeteci oturmuş diğer başına da ev sahibi Neşe Düzel. Ve karşılıklı “hesaplaşmışlar”..Taaa 2001’den bu yana, aradan geçen 7 yılda, neleri mi konuşmuşlar? Bugün konuşmaya devam ettiğimiz şeyleri; gündemin ilk sıralarından hala düşmeyen haberleri. Kürt sorunu, türban konusu, Ermeni meselesi, kimlik çatışması, demokrasi…

Yazarın Tüm Yazıları