Youtube’u yasaklamak türbanı yasaklamaya benzemez…

Bir konuyu daha derinine anlamak amacıyla internetten “youtube”a girdiğinizde, ekranda “T.C. Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesi 17/01/2008 Tarih ve 2008/55 nolu kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir” yazısı çıkıyor…

Haberin Devamı

Bir geri zekalı (galiba Yunanlı) Atatürk ve biz Türkler hakkında çirkin bir şeyler koymuş youtube’a… Biri de bunun hakkında suç duyurusunda bulununca mahkeme youtube’aerişmeyi toptan engelleme kararı almış…

Hani Karacaahmet Mezarlığı’nda bulunduğu söylenilen bir mezar taşında yazanlar hep hatırlatılır ya:

“Ateşe, rüzgara, suya hükümran idi/ Sanmayın ki Hazreti Süleyman idi/

Üsküdar’da demirci Süleyman idi”

 

Siberya o kadar büyük ki

 

Biz de şimdi Türkiye’de youtube’a erişmeyi engellediğimizi sanarak, “siberya”ya hükümranolduğumuzu söyleyebilir miyiz?

Oysa “siberya”, Sibirya’dan bile daha geniş, hem daha uzak hem daha yakın ve üstelik dijital bir coğrafya.

Nasıl anlatalım ki bunu?

Haberin Devamı

Şair Kemalettin Kamu “Gurbet” i şöyle anlatır ya:

“Ne arzum ne emelim/ Ben yaralı bir elim/ Ben gurbette değilim/ Gurbet benim içimde”

İşte bu siber alem, gurbet gibi bir şey. Hem içindesiniz, hem o sizin içinizde,hem de mahkeme kararı ile bunun dışına çıkabileceğinizi zannedebilirsiniz.

 

Kullanım alanları

 

“Youtube’a girmeseniz ne olur ki?” veya “İnternet eğlenceleri bu kadar önemli mi?” demeyin sakın. Örneğin sayın okurum Sinan Sezer, youtube’u nasıl kullandığını şöyle anlatıyor gönderdiği e-mailde:

- Eşim seramik sanatçısı, çok özel bir Japon tekniği olan “raku stili” seramik tabakları bahçemizde kendi fırınımızda pişirmek üzere yola çıktık, ben de ona teknik destek vermeye çalıştım. 1200 dereceye ulaşabilecek fırını karım kendi imal etti ama iş tabakları pişirmeye gelince zorluklarla karşılaştık, bir türlü 700 dereceyi geçemiyorduk. Hemen fizikçi arkadaşlarımla konuştum oksijen ayarını daha hassas yapmamı tavsiye ettiler. Ben de fırını  sürgülü deliklerle takviye ettim ama gene olmadı. Bir kere de “youtube”a gireyim dedim ve bu konuda fırınlama aşamasını gösteren bir sürü video gördüm. Bunları seyredince anladım ki “pürmüz”ü (primus) yerleştirdiğim ağız çok geniş onu daraltmam lazım. Yaptım ve oldu.

 

Haberin Devamı

Engel mümkün değil ki

 

Neyse… Youtube’a erişmek yasak olsa da, buna erişmenin sayısız yolu da var ayrıca. Nitekim Fehmi Koru (Taha Kıvanç) Yeni Şafak’ta “Dün akşam, yasak uygulamaya konulmuşken, bizim evdeki 'uzmanlar' bir biçimde youtube'a girmeyi başardılar” diye yazmıştı… Zaman’da A.Turan Alkan da “Başka çare yok beyler; ya bu internetin fişini hepten çekeceksiniz; ya da vakarınızı koruyup, ‘yel kayadan ne apara’ fetvasınca görmezden geleceksiniz” diyordu…

Bu çağda (bilişim çağı) bir sitedeki bir görüntüye veya bir metne ulaşımı engellemek mümkünken, toptan bir siteye erişimi engellemek, bir haylaz yüzünden okulu, bir kaza yüzünden sivil havacılığı yasaklamak gibidir.

Ne dersiniz?

Haberin Devamı

Bölücü teröristler cep telefonu ile uzaktan mayınları patlatıyorlar diye, cep telefonu kullanımını durduralım mı?

“Poldi” tiplemesi vardır Alman mizahında.

Örneğin Poldi arkadaşı ile yolda yürürken, uçan bir kuş Poldi’nin başına pisler ve uzaklaşır. Poldi bu duruma çok sinirlenir, bağırır, çağırır. Arkadaşı uyarır onu,

- Bu kadar sinirleneceğine silsene, der.

Poldi arkadaşına şöyle bir bakar ve “Kuşa yetişemem ki” diye cevap verir.

 Çok konuşmak mı, çok şey söylemek mi?

Medyanın “üreticiler”i, acaba medyanın “tüketiciler”inin ekran gevezeleri hakkında ne düşündüklerini merak ederler mi? Sayın okurum Galip Atılgan’ın e-mailinden bir bölümü aktarırsam, belki bir ipucu vermiş olurum:

Haberin Devamı

- Çok konuşmak, çok şey söylemek anlamına gelmiyor. Çok şey söylense de bazen yeni bir şey söylemek gerekiyor. Konuşan belki tatmin oluyor ama dinleyende baş ağrısı yapıyor. Isaac Asimov’un "İmparatorluk Kurulurken"inde galaksi imparatorluğu çökmek üzeredir. Çöküşü önlemek için bir konferans düzenlenir. Sonra konferanstaki bütün konuşmalar özel bir bilgisayara yüklenir. Bilgisayar gereksiz, ilgisiz, tutarsız sözleri eleyecek ve bir sonuç çıkaracaktır. Bilgisayar çalıştırılır. Çıkan sonuç boş bir ekranda "NULL" yani “hiç” yazısıdır. Çok şey konuşulmuş, çözüme yönelik hiçbir şey söylenmemiştir. Bazen medya tüketicisinin o gün dinleyip okuduklarından, daha önce bildiklerini ve duyduklarını çıktıktan sonra kendine ne kaldığını (günün kazancı) sorması gerekir. Ben bazen soruyorum. En azından bazı konularda "hiç" kalıyor, ya da "hiç" kalmıyor.

Yazarın Tüm Yazıları