Hediyeleri muhalefetin sorusunu bekliyor

GÜNLERDİR yazılıyor. En çok da Mehmet Yılmaz soruyor:

- Suudi Kralı Ankara ziyaretinde Cumhurbaşkanı’na ne hediye etti?

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud’un ziyaret ettiği ülkelerin devlet adamlarına çok pahalı hediyeler verdiği biliniyor. Mücevherler, altınlar gibi...

Bu yüzden Çankaya Köşkü’nden bir açıklama gelmediği sürece hediyelerle ilgili "rivayet"ler "şehir efsanesi"ne dönüşüyor...

Cevap gelmedikçe haklı olarak sorunun şiddeti artıyor.

Abdullah Gül’ü yıllardır tanırım.

GÃœL HEPSÄ°NÄ° KAYDETTÄ°RÄ°YOR

Kralın hediyesini aile koleksiyonuna alacak bir kişi değildir. Bunu kesinlikle yapmaz. Bırakın Kral’ın hediyesini Anadolu’dan gelenleri bile kaydettiriyor.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen bu kayıtları büyük bir titizlikle tutturuyor./images/100/0x0/55ea807cf018fbb8f88422e8

Peki bu durumda neden açıklanmıyor?

Gül’ün en yakınındaki birçok isimle konuştum.

İşte çıkarttığım sonuçlar:

1) Hediyeler kesinlikle Cumhurbaşkanlığı kayıtlarında.

2) Cumhurbaşkanı soruların soruluş tarzına çok içerlemiş. Bu şekilde bir soru karşısında Cumhurbaşkanlığı’nın hediyeleri açıklamasının Cumhurbaşkanlığı makamının düzeyini ve ağırlığını olumsuz etkileyeceğini düşünüyor.

Ve şimdi kulağıma fısıldanan en önemli maddeye geliyorum:

- Örneğin bir milletvekili ya da parti grubu Meclis’te bir soru önergesi verse, o zaman düzeyli bir açıklamanın gereği ortaya çıkar.

Şu ana kadar 4 milletvekili soru önergesi verdiğine göre muhtemelen çok yakında Meclis’e bir cevap gidecek.

Bu elbette bir görüş...

Böyle bir soru önergesi karşısında Çankaya Köşkü’nün ne yapacağını da bilmiyorum. Ama muhalefetin TBMM’de soracağı soru etkili olacak gibi.

Benim çıkarttığım özet bu.

Gerçi CHP ve MHP’nin gündemi bu değil ama...

Çünkü CHP Çankaya yerine "Çankaya İlçe Kongresi"yle ilgileniyor. MHP ise meydanlara attığı "ip"ten, "türban" yoluyla kurtulmaya çalışıyor.

Belki de bu yüzden soruları sormak gazetecilere kalıyor.

Düşmanı tanımasına ABD izin vermiyorÂ

YILLARDIR süren bir çalışma... Bir arayış. Bir beklenti... Soru şu:

- ABD’den alınacak 30 adet F-16 savaş uçağına "milli yazılım" takılacak mı? Yoksa ITT denilen ABD’nin hazır cihazı mı takılacak?

Bu soru Türkiye’nin savunma sistemleri açısından hayati bir önem taşıyor. Türkiye 20 yıldır "milli yazılım" için çalışıyor. Acaba son olarak alınacak 30 adet F-16’ya milli yazılım yüklenebilecek mi? İşte cevap:
/images/100/0x0/55ea807cf018fbb8f88422ea
- Hayır.

- Neden?

- Çünkü ABD Türkiye’ye izin vermiyor.

- Peki milli yazılım ne demek?

- Milli yazılım F-16’ların elektronik harp sistemlerinde kimin dost kimin düşman olduğunu ayırt etmeye yarıyor. Eğer ABD’nin taktığı yazılımı kullanırsanız, o uçağın savaş sistemi kimin dost kimin düşman olduğunu o cihaza göre tanıyor. Ve ona göre savaş sistemi çalışıyor. Yani bir uçağı dost olarak algılarsa pilot ne yaparsa yapsın ateş etmiyor.

KARIÅžIKLIK OLURMUÅž
Önceki gün "milli yazılım"la ilgili olarak soruyorum:

- 30 adet F-16’ya milli yazılım yüklenip yüklenmeyeceği konusu ne oldu? Karar Başbakan Tayip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’a kalmıştı. Ne oldu?

En yetkili ağızdan cevap:

- ABD milli yazılım yüklenmesine karşı çıktı.

- Gerekçesi ne?

- Hazırladıkları sistemde karışıklar meydana gelebilirmiş.

- Eğer ısrar edersek ne olur?

- Daha önce helikopter ihalesinde ısrar ettik. ABD bu yüzden ihaleye katılmadı. Bu durumda F-16’ları satmayabilir. Aslında bu yazılım var. Ama ABD takılmasına izin vermiyor.

Evet manzara bu...

BİR KORKU OYUNU Yani biz bir yanda Kuzey Irak’ta başarılı vuruşlar yapıyoruz. Diğer yanda vuracağımız hedeflerin belirlenmesinde ya da örneğin havada kimin dost kimin düşman olduğunun tespitinde "milli bir süzgeç" gerçekleştiremiyoruz. Örneğin Ege’de yüzlerce kez Yunan jetleriyle Türk jetleri it dalaşı yaptılar. Milli yazılım olmadığı için Yunan ve Türk jetleri birbirlerini düşman olarak algılayamıyor. ABD’nin taktığı cihazda Yunan jeti NATO gücü olarak dost gözüküyor. Bu yüzden "it dalaşı" oluyor... Birbirine ateş edemeyen iki ülkenin jetleri yıllardır böyle "dalaşıp" duruyorlar. Peki bu bir oyun mu? Evet oyun... Milyarlarca dolarlık bir "korku oyunu"...

PKK’nın psikolojisi bozuldu

BİR komutanla Kuzey Irak’a yapılan harekátların terörle mücadeleyi ne şekilde etkilediğini konuşuyoruz. Kuzey Irak’a yapılan hava saldırıları ve sınırlı "kara harekátları"nın sonucu yalnızca "şu kadar terörist öldü, bu kadar uçaksavar imha oldu ve mağaralar yıkıldı" değildir. Açıklanan bu sonuçlar gündelik ve sayısal verilerdir. Peki asıl sonuç nedir? Neyi kapsamaktadır?Asıl sonuçlar harekátların "stratejik, taktik ve psikolojik" sonuçları üzerinedir. İşte şimdi bu ayrıntıların özetini aktarıyorum:

Gerek teröristler, gerek AB ülkelerindeki finans yönetimleri ve onlara göz yuman Kuzey Irak’taki iş birlikçileri anlamışlardır ki artık "ABD göz yummuyor". Bu psikolojik olarak örgütün güven desteğini bozmuştur.

Hava harekátları ve yerel güçlere yapılan baskı nedeniyle teröristler eskisi gibi rahatça yerleşim birimlerine inememektedir. Bu da yiyecek başta olmak üzere kış şartlarında lojistik desteklerinin kesildiği anlamına gelir.

Telsiz irtibatları kesildiğinden dağınık grupların merkezle bağlantıları ciddi şekilde zayıflamıştır. Ve bu durum moral olarak çöküntü yaratmaktadır. Dağınık gruplar talimatsız ve başsız kalmışlardır.

Hareketlenen grupların anında hava müdahalesiyle karşılaşmaları hareket kabiliyetlerini kesmiştir. Yaralılarına bile müdahale edememektedirler. Kış şartlarında eğitim yapamamaktadırlar. Bu da dağılma demektir.

Evet, bu rapor terör örgütünün uzun vadeli hedeflerinin ciddi şekilde kırıldığı anlamına geliyor. Yani harekátların sayısal değil stratejik sonuçlarının önemini gösteriyor.

Gezisinin arkasında Karayılan paketi var

GENELKURMAY İkinci Başkanı Org. Ergin Saygun’un Bağdat ziyareti üzerine çok söylenti var. Ankara’nın derin kulislerinde birçok senaryo dolaşıyor. Bildiğim bir şey var:

- Saygun Paşa oraya, "General Petraus’la yüz yüze görüşülmesi gereken konular" için gitti.

Peki nedir bu yüz yüze görüşülmesi gereken konular? Çünkü "özel telefonla" her türlü şey konuşuluyordu. İşte burada senaryolar devreye giriyor. En kuvvetli fısıltıyı şöyle özetleyebilirim:

- Türkiye’nin hava harekátları dışında bazı talepleri var. Tamam istihbarat paylaşımıyla çok başarılı sonuçlar alınıyor. Ancak baharla birlikte teröristlerin yeniden bazı eylemlere girmeleri söz konusu olabilir. Bu nedenle bahara kadar yapılması gereken şeyler var. Bunun başında da teröristlerin önde gelen isimlerinin etkisiz hale getirilmesi geliyor.

Ne olabilir?

Örneğin yeri belirlenen Murat Karayılan gibi bir ismin yakalanıp teslim edilmesi gibi...

Yani bir "paket beklentisi" mi var?

Bu cevaba dikkat:

"Elbette Saygun Paşa yalnızca bir paket beklentisi için Bağdat’a gitmez. Bu beklentinin de içinde olduğu çok daha köklü bir çözümün ve harekátın stratejisini bahar gelmeden pratiğe dönüştürmek için oraya gitmiş olması daha anlamlıdır."

Bütün bu sohbetlerden çıkardığım özet şudur:

- Türkiye başarılı hava harekátlarıyla taktik ve moral anlamda önemli sonuçlar almaktadır. Bahara kadar bu devam edecektir. Elbette bütün bunlar terörün bittiği anlamına gelmez. Terör bitmeyecektir, ancak ciddi şekilde minimize ve lokalize edilecektir. Bahara kalmadan bazı paketleme olayları yaşayabiliriz.

Türbana ’GATA fiyongu’ formülü

ŞİMDİ adını veremeyeceğim. Hükümette çok önemli bir isim aktarıyor.

Ayrıntı şu:

Ankara’daki Gülhane Askeri Hastanesi’ne her gün binlerce insan tedaviye ya da hasta yakınını ziyarete geliyor.

Emekli, dul, yetim orada... Gazilerin eşleri, anaları, kızları orada. /images/100/0x0/55ea807cf018fbb8f88422ec

Bu sırada hastaneye yüzlerce kadın da geliyor. Bir bölümünün başı kapalı. Peki nasıl içeri giriyorlar?

GATA askeri bir tesis. Aynı zamanda kamusal alan...

Kapıdaki görevliye şöyle bir talimat verilmiş:

"Gelen kadın ziyaretçilerin eğer başı kapalıysa (türban şeklinde), başlarını açtırtmayın. Yalnızca çene altından (fiyonk şeklinde) bağlamaları yeterlidir."

Yani başları yine kapalı.

Bu ayrıntı sanıyorum Başbakan Erdoğan’a da iletilmiş. Merak ettim. GATA’ya gittim.

Gerçekten de birçok kadın başörtülerini çene altından (fiyonk şeklinde) bağlayarak giriyorlar. Onlarca, yüzlerce kadın bu şekilde. Yani "Anadolu tarzı başörtüsü"yle içeri giriyorlar.

Bu bir formül olabilir mi?

Bilemiyorum. Ama eğer bir inatlaşma yoksa, ya da "benim başımı nasıl bağlayacağıma kimse karışamaz" denmiyorsa ilginç bir ayrıntı.

En azından bir "Anadolu formülü"...

Üniversitelere bu şekilde girildiğinde karşı çıkılabilir mi?

Başbakan’ın sözünü ettiği kurumlar arası mutabakat böyle başlayabilir mi?
Yazarın Tüm Yazıları