Oyunun kuralı

YENİ yılın birinci günündeki bu yazımda 2008 için genel bir perspektif çizmeyi öngörüyordum. Fakat 29 Aralık’taki Hürriyet Gazetesi’nde Ege Cansen’in "Batı için büyük tehlike: Kemalizm" başlıklı, beni de hedef alan makalesini, bir arkadaşımın uyarısı üzerine okuyunca, çarnaçar sevimsiz bir konuda yazmak mecburiyetinde kaldım.

Her şeyden önce şunu belirteyim ki köşe yazarlarının birbirleriyle kavgalarını hep yadırgarım. Fikir ayrılıklarının belirtilmesi kuşkusuz meşrudur, fakat işin karalama ve itham derecesine vardırılması bence meslek ahlakıyla bağdaşamaz.

Ege Cansen’i pek tanımam, ona cevabım için Google’ı karıştırırken 1983’teki ilk makalesinin başlığının "Oyunun kuralı" olduğunu öğrendim. Bu başlığı ben de kullanıyorum; çünkü Cansen "oyunun kuralı"nı fena halde ihlal etmiştir.

* * *

Cansen’
in yazısının ana teması, Avrupa’nın Kemalizm’i tasfiye etmek amacını gütmekte olduğudur. Sorduğu soru şöyle: "Acaba Avrupalıların, yerli taşeronlara ihale ettiği ’Türkiye’de Kemalizm’in kökünü kazıyın’ projesi tamamlandı mı?" İsmimi zikretmiyor, fakat yerli taşeronlar sınıfına beni de sokuyor: "’Atatürk büyüktür, ondan büyük Tayyip Erdoğan var’ mealinde yazı yazan paşa oğlu eski bir dışişleri bakanı niçin böyle konuşmaktadır?"

Paşa oğlu dediğine göre kastettiği benim. Cansen, bana atfettiği düşünceyi yansıtmak için kullandığı kelimeleri de tırnak içine almış. Bu sözcükleri aynen benin kullandığım izlenimini vermek istiyor. Gazetecilik deontolojisine daha büyük saygısızlık olur mu?

2002’den beri yüzlerce yazı yazdım. Bunlarda Tayyip Erdoğan’ı Atatürk’ün üstünde gördüğüme dair en ufak bir ifade veya ima gösterilemez. AKP’ye önyargısız yaklaşmak, Erdoğan’ın bazı icraatını takdir etmek, onu Atatürk’ten üstün tutmak anlamına mı gelir?

Kaldı ki AKP’yi sık sık eleştirdim. Daha 30 Haziran 2007 tarihinde bakın ne yazmışım: "...AKP liderleri politik yaklaşımlarında ve değerlendirmelerinde din ekseninden kendilerini bir türlü tamamen sıyıramadılar. Dini dürtüler, iç ve dış gelişmeler hakkındaki algılamalarını zaman zaman aşırı derecede etkiledi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçekçi davranmadılar, bir uzlaşmaya varmanın kaçınılmaz olduğunu, aksi halde çok kuvvetli bir kamuoyu tepkisi ve kurumsal muhalefetle karşılaşacaklarını göremediler."

19 Mayıs 2007’de de şu saptamayı yapmıştım: "Türkiye’deki problemin temelinde bugün laikliğe meydan okuma olarak algılanan bireysel semboller ve davranışlar yatmıyor mu? Politikacıların bireysel eğilimleri, devletin siyasetini ve kurumlarının bünyesini hiç etkilemiyor mu?"

Tabii ben Avrupa’nın Kemalizm’in kökünü kazımak istediğine inanmıyorum. AB değerlerinin Atatürk’ün bize miras bıraktığı değerlerlerle örtüştüğünü düşünüyorum. Atatürk’ün reformlarında ilham kaynağı hep Batı değil miydi?Niçin Latin alfabesini benimsedi? Niçin Batı giyim tarzını teşvik etti, parlamenter sistemi kabul etti, Batı kültürünü ve müziğini yaydı?

AB niçin Türkiye’de Kemalizm’i yıkmak istesin, yerine en büyük tehdit olarak gördüğü tamamen İslamcı bir rejim geçsin ve bu suretle Ege’den Çin sınırına kadar İran’ı ve Pakistan’ı da içine alan köktendinci bir şeriat kuşağı kurulsun diye mi? Cansen’in zorlama vehimleri ile mantık bağdaşmıyor.

* * *

Cansen, "Atatürk’ün milliyetçiliği, ideolojik değil, pragmatiktir"
diyor. Çok doğru da vardığı sonuçlar bu tespite uymuyor; çünkü Türkiye’nin Avrupa’ya sırt çevirmesini istiyor. Ben 18 Şubat 2006’da Atatürk’ün milliyetçiliğini şöyle tarif etmiştim:

"Atatürk bize dünyaya açık, olgun bir vatanseverlik aşılamak istedi. Hırçın ve inzivacı bir milliyetçilik değil. Bunu unutmayalım."

Özel sektörde uzun yıllar çalıştığına göre dünyaya açık bir piyasa ekonomisinin yararını bilmesi gereken Cansen şimdi Türkiye’yi niye inziva içinde görmek istiyor? Bir sebebi var mı? Yoksa o gün aklına ne eserse fütursuzca yazmak kolayına mı geliyor?
Yazarın Tüm Yazıları