Polisi kutluyorum ama eleştirilerim de var

İSTANBUL Mecidiyeköy’de PKK’lı olduğu bildirilen bir cani, üzerindeki kilolarca patlatıcıdan oluşan bombayı patlatamadan, polisin düzenlediği bir operasyonla yakalandı.

Bu ilk örnek değil. Hatırlayacaksınız daha önce de Taksim’de bir PKK’lı kadın terörist daha aynı şekilde yakalanmıştı.

Her iki olayda da bombacılar Türkiye’ye giriş yaptıkları andan itibaren takip edilmiş, bağlantıları tespit edilmiş ve tam eyleme geçecekleri sırada yakalanmış bulunuyorlar.

Polisi, bu dikkati ve iş bilirliği nedeniyle kutlamak gerekiyor.

Ancak yine de bazı eleştirilerim var. Bunları şimdi yazmalıyım ki ileride benzeri bir takipte aynı hatalar tekrarlanmasın.

Her iki olayda da evinden patlayıcı dolu çantalarla çıkan teröristler kentin en kalabalık merkezlerine kadar yolculuk yaptılar ve polis de onları takip etti.

Bombaların daha önce patlatılması ya da kazayla patlaması olasılığı göz ardı edildi.

Son olayda teröristi takip eden ekiple yakın temas halinde bir bomba imha ekibi yoktu. Sivil ekipler içi patlayıcı dolu çantayı kendileri açtılar. Bu çok ciddi bir hata, can kaybı olmadığı için şükretmek gerekiyor.

Vali’nin açıklamasında Taksim’deki gibi uzaktan kumandayla patlatılabilecek bir düzeneğin olma olasılığından da söz ediliyor. Uzaktan kumanda olasılığını etkisiz kılmak için gerekli elektronik mücadele de ihmal edilmiş görünüyor.

Ve bir diğer önemli konu da olayın öğrenilmesinden sonra Emniyet’in kamuoyunu tam ve doğru olarak bilgilendirmesindeki eksiklik!

Dünkü gazetelerde patlayıcının 2 kilo ile 3 kilo 500 gram arasında değiştiği bilgileri var. Bunu kimse kendi kendine uydurmaz. Bu bilgi polisten "sızdırılır" ve herkese tek bir açıklama yapılmadığı için kamuoyu yanlış bilgilendiriliyor.

Daha önce Taksim’de yakalanan patlayıcının da 3 kilo ile 4.5 kilo arasında olduğu gazetelerde yayımlanmıştı. Dün Vali’nin açıklamasından öğreniyoruz ki patlayıcı 5.5 kilo imiş.

Emniyet’in önemli olaylarda kamuoyunu doğru bilgilendirecek bir basın sözcülüğü düzenini mutlaka kurması ve yürütmesi gerekiyor.

’Kömürleri bağlayın uçuyoruz!’

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, vali ve kaymakamlara gerektiğinde kamyonların şoför mahallerinde oturup, kömür dağıtmaları talimatını verdi.

Şöyle diyor: "Valilerimiz, kaymakamlarımız şunu bilecek: Eğer evinde sobası yoksa sobasını da al, benim fakirim onurludur, gururludur, senin kapına gelmesini, ne yapacaksın, beklemeyeceksin. Gideceksin, arayacaksın, bulacaksın İcabında sayın valim, sayın kaymakamım atlayacaksın kamyonun şoför mahalline oturacaksın, gerekirse sen gideceksin, kapıyı çalacaksın, kömürü sen vereceksin.. Bunu yaptığın gün bu Türkiye ne olur biliyor musun, uçar uçar."

Başbakan’ın "sosyal devlet anlayışını" sergileyen güzel bir örnek bu!

Fakirliği yok etmek, insanları onun bunun yardımına muhtaç bırakmamak kimin görevi? Beş senedir tek başına iktidarda olan kim? Bunca işsizliğin sorumlusu kim?

Böyle sorular Başbakan’ın aklına bile gelmiyor.

Kendisini sorumlu olarak görmediği fakirlik ile mücadele konusunu böylece "sadaka" ile çözmek insanı rahatlatıyor olmalı.

Valilerin, kaymakamların sokaklarda fakir arayıp kömür dağıtmalarının, Türkiye’yi nasıl olup da "uçuracağı" ise başka bir konu!

Bu sorunun çözümü için de "uçtu, uçtu, kuş uçtu" formülünü öneriyorum!

Şüyû ve vukû meselesi

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı ziyareti sırasında ağzından kaçırdığı sözü hatırlayacaksınız.

Özcan, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın kendisini "Aman hocam bir şey söylersen ipimizi çekerler" diye uyardığını, bu ziyaret sırasında ağzından kaçırmış, bu durum da TBMM TV kameraları tarafından tespit edilerek, televizyonlarda yayımlanmıştı.

Şimdi bu görüntüyü çeken TBMM TV için soruşturma açılmış.

Belli ki TBMM yönetiminde tam bir "şüyûu, vukûundan beterdir" (duyulması, meydana gelmesinden kötüdür) algılaması var.

Oysa bu öğütün, bir profesöre, hem de ülkenin üniversitelerinin yönetiminden sorumlu olan kurumun başına getirilen bir profesöre, verilmiş olması, duyulmasından daha beter bir durum bence.

Soruşturulması gereken asıl konu bu.

Soruşturmacılar için birkaç soru da benden olsun: Cumhurbaşkanı ve Başbakan neden bu öğüdü verdiler? Koskoca profesör onlara neden hadlerini bildirmedi ve "ben üniversite hocasıyım, nasıl konuşulacağını bilirim, kimseden öğrenmeye ihtiyacım yok" demedi? Ve "ip çekecek" olanlar kim? İpi neden çekecekler? Cumhurbaşkanı ve Başbakan, YÖK Başkanı ile nasıl bir pazarlık yaptı ki bunun açığa çıkmasını istemiyorlar?
Yazarın Tüm Yazıları