Aydın diktatörler

GEÇEN cuma günü Milliyet Gazetesi’nde, çok önemli bir iddia ortaya atıldı.

O günden beri aydın çevrelerinden bu yazıya ne tepki gelecek diye merakla bekledim.

Hayret..

"Çıt" yok.

Önemsemedikleri için mi?

Yoksa, işlerine gelmediği için mi...

Önemsenmeyeceğini sanmıyorum.

Çünkü iddiayı ortaya atan kişi, Boğaziçi gibi çok ciddi ve uluslararası çapta bir üniversitenin Siyaset Bilimi Bölümü’nde görev yapan birisi.

Prof. Binnaz Toprak.

Bugüne kadar birçok ciddi araştırma yapmış.

* * *

Prof. Binnaz Toprak, Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan muhafazakárlık araştırması konusunda görüşlerini kaleme almış.

Çünkü geçmişte TESEV adına bir araştırma yapmış ve o araştırmada, Türkiye’de türbanlı kadın sayısının arttığını değil, tam aksine azaldığını ileri sürmüştü.

Yani Milliyet’in araştırmasındaki sonuçların aksini savunuyordu.

Milliyet çok iyi bir iş yapmış ve Prof. Toprak’ın uzun makalesini de yayınlamış.

Beni, savunmasından çok orada ortaya attığı iddia ilgilendiriyor.

Bakın ne diyor Prof. Toprak:

"Türkiye’de düşünce özgürlüğünün sadece 301 gibi maddelerle devlet tarafından değil, bizzat aydınların birbirlerine karşı uyguladıkları baskıyla da sınırlandırıldığını düşünüyorum.
Hatta ikinci tür baskının daha da vahim olduğunu düşünüyorum."

Devam ediyor:

"Devlet baskısı demokratik mücadeleyle eninde sonunda bertaraf edilebilir. Ancak, 301 vs. maddelerle mücadele aydın çevrenin düşünce özgürlüğüne gerçekten inanmış olmasıyla mümkündür. Oysa, Türkiye’de aydınların büyük çoğunluğu, hangi kampta olursa olsunlar, düşünce özgürlüğünü sadece kendileri gibi düşünen insanlar açısından önemsemekte, karşıt görüştekileri ithamlarla, hakaretle ya da kaale almayıp küçümseyerek susturmaya daha yatkın görünmektedirler."

* * *

Bu sözlerin altına imzamı atıyorum.

Yıllardır şuna inanıyorum.

Bu ülkenin çok ciddi bir "aydın tahakkümü" hatta "aydın istibdadı" sorunu vardır.

Demokrasi ve özgürlük gibi kelimelerin içini sadece kendilerinin doldurma hakkı bulunduğuna iman etmiş insanlardır bunlar.

Bu bakımdan, "dindarlığın" ve "inançlı olmanın" tarif hakkını sadece kendinde gören dincilerden hiçbir farkları yoktur.

Kendilerine "liberal" derler, gerçekte liberallikle, özgürlükçülükle yakından uzaktan ilişkileri yoktur.

Müslümanlığın nasıl beş şartı varsa, bu tür kişiler için de demokrat ve aydın olmanın üç şartı vardır:

Askere karşı olmak. Türk devletinin hem Kürt hem Ermeni meselesinde katliamcı olduğuna kesin iman etmek ve Cumhuriyet’in ilk yıllarını yerden yere vurmak.

Bu kesin inançlılık, onları "cemaatçi" bir ruh haline götürür.

Cemaatlerine ait kişilerin yanlışlarını, cemaatleri dışındaki insanların ise iyi yanlarını görmezden gelirler.

* * *

Son örnek mi?

İşte Fazıl Say olayı.

Orhan Pamuk’un, "Türk devleti 30 bir Kürdü öldürttü" yalanında bile sanatsal bir hafifletici neden arayıp, Fazıl Say’a, bunun yüzde birini hak görmeyen aydın tavrı.

İşte bu yüzden "Fazıl Say olayı aydın olmanın turnusol káğıdıdır" dedim.

Gerçekten öyleymiş.

Baksanıza, kendine aydın diyen arkadaşlarımız "Ben görmedim, ben duymadım, ben söylemedim" tavrında...

Demek ki "liberal Türk aydını" olmanın yeni standartları buymuş.

Görmemek, duymamak, söylememek...
Yazarın Tüm Yazıları