İlle de bizden olsun

TÜRKİYE’nin yarısından oy almayı başaran AKP, biricik atama kriteri olarak "İlle de bizden olsun" kriterini iyiden iyiye benimsemiş durumda...

Bu konuda herkes neredeyse ittifak etmiş durumdadır.

Önemli bir makama, kimsenin itiraz edemeyeceği türden liberal, özgürlükçü bir isim yerine, ille de "muhafazakar" yönü ağır basan tartışmalı bir ismi atama ısrarının temelinde ne yatmaktadır?

Bence bu önemli bir konudur.

Ve bunun üzerinde durulması gerekir.

Çünkü...

AKP’nin atamalarda "İlle de bizden olsun" kriterini kayıtsız şartsız uygulamaya sokması, "Bu bir ideolojik kadrolaşma harekatıdır" denilip geçilecek bir olay değildir.

Bu tutumun altında yatan derin psikolojik ve kültürel nedenler üzerinde durmak şarttır...

* * *

AKP’yi oluşturan isimler, aralarındaki çeşitli farklılıklara rağmen...

Bir ortak paydada buluşabiliyorlar...

"Ortak payda" şudur:

Aynı kültürel çevreden gelmek... Aynı sınıfa ait olmak... Aynı dili konuşmak... Aynı ahlak anlayışına sahip olmak... Aynı töreye inanmak... Aynı kıyafeti giymek... Aynı yaşam tarzını benimsemek...

Bütün bu özelliklerin bir araya gelmesiyle ortaya bir "cemaat yapısı" çıkmaktadır.

Bu yapı da...

Özgüvenden yoksun bir ruh halinin belirmesine yol açmaktadır.

Özgüveniniz yoksa...

Sizinle aynı dili konuşmayanların, sizin gibi konuşmayanların, sizin geldiğiniz kültürel çevreden gelmeyenlerin, sizin sınıfınıza dahil olmayanların yanında rahat edemezsiniz...

Çünkü...

Bir cemaat üyesi, ancak kendi cemaatine mensup olanların yanında kendini güvende hisseder.

AKP’nin biricik atama kriteri olarak, "İlle de bizden olsun" kriterini benimsemesinin temelinde bu psikoloji yatmaktadır.

* * *

Böyle bir psikolojileri olmasaydı...

Mesela YÖK’ün başına muhafazakar yönü belirgin bir isim yerine, liberal bir ismi getirebilirlerdi...

Ne yani?

Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç’e göre daha özgürlükçü ama muhafazakar olmayan bir isim, YÖK’te Yusuf Ziya Özcan’ın yapacağı hizmetten daha fazla hizmet yapamaz mıydı?

Üniversitelerin özgürleşmesine öyle bir isim daha fazla katkıda bulunamaz mıydı?

Tabii ki bulunabilirdi...

Ama "cemaat kültürü"nün belirlediği ruh hali, içten içe "İyi ama biz öyle bir adamın yanında kendimizi rahat hissetmeyiz ki" itirazının fısıldanmasına yol açmaktadır.

Ve bütün sorun, işte bu ruh halinden kaynaklanmaktadır.

BazI mahrem bilgiler

HOCASININ TALEBESİ Meğer "Hocaların hocası" Sabahattin Zaim Hoca, sadece AKP kafasındakilerin hocası değilmiş... Meğer CHP Milletvekili ve AKP’nin yılmaz düşmanı Nur Serter de, Sabahattin Zaim Hoca’nın talebesiymiş... Hatta Nur Serter, hazırladığı bir tezde hocasının gözüne girmek için "İslami yöntemlerle doğum kontrolü" meselesine bile yer vermiş...

BAŞBAKAN’IN GAZETESİ Ne Vakit, ne Yeni Şafak, ne Star... Ne de Sabah... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın güne başlarken eline aldığı ilk gazete "Milli Gazete" imiş... Eski dostlarının kendisiyle ilgili yazdığı haber ve yazılara büyük bir sitem duygusuyla göz atan Erdoğan, Milli Gazete’yi uzun süre elinden düşürmüyormuş... Gazeteyi bitirince de "Bunlar akıllanmayacak" şeklinde yorumlar yapıyormuş.

YAHUDİ DÜŞMANLIĞI Yahudi Lobisi, açıkça Yahudi düşmanlığı yapan Vakit Gazetesi’nin devlet katında itibar görmesini mesele haline getirmek için girişim başlatacakmış... ABD’de Yahudi kuruluşlarından ödül alan Başbakan Erdoğan ile Yahudi lobileriyle iyi ilişkiler içinde olan Cumhurbaşkanı Gül’ün, Vakit’e tavır almaları için baskı altına alınacakları gelen haberler arasında...

Oğuz Atay ile dertleşme

- HANİ bir öykünün sonunu "Ben buradayım sevgili okuyucu, peki sen neredesin?" diye bitirmiştin ya... "Sevgili okuyucuların" olarak hepimiz sesimizi, ölümünden ancak 30 yıl sonra yükseltme mecali bulduk... Her şeye ama her şeye geç kalmış bir ulusun çocukları olarak, ölümünün 30. yılında sana "Buradayız Oğuz Baba" diyoruz.

- Beni kalbimden vuran romanlar var ya... İşte onlardan ilki "Suç ve Ceza" ise, ikincisi senin kaleme aldığın "Tutunamayanlar" romanıdır... "Oğlum Osman / Kızım Ayşe" türü sade suya tirit hidayet romanlarının sevimsiz havasından sonra, "Suç ve Ceza"nın adamın ciğerine işleyen sert havasıyla karşılaşınca bir süre nefessiz kalmıştım... "Tutunamayanlar" ise bir yumruk gibi girmişti dünyama... Hayatımı değiştirmişti... "Tutunamayan" rolü bile oynamıştım uzun bir süre... Daha ne olsun...

- 30 yıl aradan sonra sana haber veriyorum: Dramını yazdığın "Türk aydını" ortadan kayboldu Oğuz Baba... Kimi "Proje adamı" oldu... Kimi kafayı yedi... Kimi kendisine sunulan dünya nimetlerine fit oldu... Kimi şöhret afetine tutuldu... Kimi danışman oldu... Kimi sessizce uzlete çekildi... Yani aydın kalmadı ortada Oğuz Baba! Aydın kalmayınca da "dram"ın da bir anlamı kalmadı.

- Senden sonra kimse hem olağanüstü naif ve içtenlikli, hem de hınzır ve ironik olamıyor Oğuz Baba... Buralarda artık herkes fazlasıyla stratejik ve "ödüllere ayarlı" oldu... Gelip bir göz atsan memlekete, "İyi ki erken ölmüşüm" dersin...
Yazarın Tüm Yazıları