Paris’te bir gün; Yıllar içinde Paris...

Ifri, Fransa’nın en saygın düşünce kuruluşlarından biri. TESEV’le birlikte Paris’te “Yeni Türk Dinamiği: AB-Türkiye İlişkilerine Etkisi” başlıklı bir günlük bir dizi panel düzenledi. Montparnasse’daki oteli tanıyorum.

Haberin Devamı

Bundan üç yıl önce yine bu zamanlarda yine Paris’te, o kez, Fransa Parlamentosu’nda düzenlenen bir günlük paneller dizisine katılmaya geldiğimde yine bu otelde kalmıştım.

Otel aynı ama geliş amacımız da, davetlisi olduğumuz kuruluşlarda farklı. O sefer, Paris’teki Kürt Enstitüsü, Türkiye’deki genel algısının tam tersine, Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamak için AB’den tarih alması amacıyla yürütülen lobi faaliyetleri içinde yerini almış ve Fransız Parlamentosu’nda, 17 Aralık (2004) Brüksel Zirvesi öncesinde “Türkiye’ye destek” paneli düzenlemişti. Fransa, o tarihte de, Türkiye’nin AB üyeliğine ayak sürür görüntüsündeydi. Cumhurbaşkanı Jacques Chirac idi. Chirac, 16 Aralık gecesi, Fransız televizyonuna çıktı ve kimilerine sürpriz gelecek biçimde, “Türkiye’nin niçin üyelik müzakerelerine başlaması gerektiğini” Fransız halkına anlattı.

Haberin Devamı

Bu kez, Türkiye için olabilecek en olumsuz Fransız ismi, Nicolas Sarkozy, Cumhurbaşkanı. Paris’e geldiğimiz gün, tıpkı onun gibi Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” statüsü verilmesini savunan Alman Şansölyesi Angela Merkel de Paris’deydi. Merkel, Sarkozy’nin Türkiye’ye “pivotal rol” önerdiği “Akdeniz Birliği” projesine dahil olmak istediğinden söz etmiş. Ortak basın toplantısında, Sarkozy, “fikir babası” olduğu öneriyi çok başarılı ve önemliymiş gibi kendine yontarak, “Buna katılmak isteyen kimseye kapıyı kapayamayız” gibisinden sözler sarfetmiş.

Türkiye’nin tam üyelik hedefinin dışlanması ve önlenmesi amacını taşıdığı için, “Akdeniz’de imtiyazlı rol” gibi şekere bulanmış önerilerden uzak durduğu açık. Ancak, her yeni gün, yeni “parlak” önerilerle ortaya çıkan Sarkozy, bunlara “müşteri” buldukça, Türkiye’nin bir hayli uzun süre başının ağrıyacağı da açık.

Bizler, bugün, Ifri-TESEV ortak panelinde, “Yeni Türk Dinamiği”nin AB-Türkiye ilişkilerine etkisi üzerinde çene tüketir, beyin enerjisi harcarken; Paris’in bir başka köşesinde, Quai d’Orsay’da yani Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda “Akdeniz Birliği” konusunda “off-the-record” toplantı var. Bu toplantıda söylenenlerin içeriğini elbette öğrenebileceğiz ama dişe dokunur bilgiler edinebileceğimizi de sanmıyoruz. Zira, bu konu, zaten, ayrıntılı biçimde ve defalarca Nicolas Sarkozy tarafından dile getirildi. Türkiye de, bu öneriye, zaten kapalı.

Haberin Devamı

 

***             ***           ***

 

Paris’e aramızda ilk kez gelenler var. Kim, ilk ne zaman geldi oyunu oynuyoruz. Benim telaffuz ettiğim tarihe, şaşkın nazarlarla bakanlar var. Birçoğu o tarihte hayatta bile değilmiş çünkü.

Evet, 1967 yılıydı. Çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisi olarak, Londra’dan bir Pazar günü trenden indiğimi, ilk kez yurt dışında dilini bilmediğim ama bir güzellik efsanesi olarak çocukluğumdan beri belleğime kazınan şehrin, yaz aylarında zaten boşalan sokaklarını, bir Pazar sabahının erken saatlerinde in cin top oynarken tümüyle teslim almış gibiydim.

Haberin Devamı

Neden olduğunu bilmeden ayaklarım beni Quartier Latin’e sürükledi. St.Michel Bulvarı’nı tırmandığımı, St.Germain’de dolaştığımı hatırlıyorum. Ne de olsa, o yıllarda Paris’e ilk kez ayak basanlar, ilk iş olarak, kartpostallardan tanıdıkları Notre Dame’ı görmeye koşarlardı. Quartier Latin’de zaten Notre Dame’ın yanıbaşındaydı.

Dil bilmemekten ötürü kısa sürede turist tuzaklarına düşerek kazıklanmış ve cebindeki az buçuk paranın suyunu çektiği delikanlı, ertesi gün, Gare de L’Est’de kendisini Viyana’ya götürecek trene süklüm püklüm atarken, bir daha bu şehre bir daha ayak basmayacağını kendisine tekrarlayacak kadar soğumuştu Paris’ten.

Tam bir yıl sonra, o Pazar gün teslim aldığım boş sokakları, 1968 gençlik ayaklanmasının binleri, onbinleri doldurdu. Quartier Latin, St.Michel’i, St.Germain’i ile herkes tarafından bilindi. O, dünyayı sallayan büyük öğrenci hareketinin lideri Daniel Cohn-Bendit (Kızıl Dany) adını hepimiz ezberlemiştik. 20.Yüzyıl’ın dev entelektüel ismi, büyük düşünür Jean-Paul Sartre, hareketin azimli destekçilerindendi.

Haberin Devamı

Cohn-Bendit, bugün Avrupa Parlamentosu’nun en faal Yeşil üyesi olarak, Türkiye’nin AB yolculuğunun en hararetli destekçilerinden biri. Acaba, Jean-Paul Sartre yaşasa, Türkiye konusunda ne derdi? Sarkozy’nin politikası için neler söylerdi? Bunu hiçbir vakit bilemeyeceğiz tabii ki.

1967’de arkama bakmadan terk ettiğim Paris’i, uzağındayken, 1968’de çok sevmiştim. 1973 yılında buluştuk. İlk geceyi ezeli parasızlığımızdan Seine nehrinin üzerindeki adada, Ile Neuf’teki parkın çimenlerinin üzerine, arkadaşlarımla birlikte uzanıp uyuklayarak geçirdiğimi hatırlıyorum. O yıl aylar boyu, neredeyse tüm şehri parasızlıktan yaya arşınladığım için, her yönüyle iç dünyasını keşfeder gibi hissetmiştim. Özellikle, para kazanmak için tren temizlikçiliği yapmaya kalkıştığımdan, o efsanevi garlarını çok iyi bilirdim. Her garında tren temizlemek amacıyla iş aramıştık. O günlerden beri Paris’le aramızda özel bir dostluk kurulmuş olduğuna inanırım.

Haberin Devamı

Sonra, özellikle 1980’lerde defalarca geldim. Yıllar öncesinde kurulmuş teklifsiz dostluğumuzun devam ettiği duygusuna kapıldım. Paris, “tarih bilinci”, bu konudaki iddiamız ne olursa olsun, bizlerle kıyaslanmayacak ölçüde,son derece güçlü bir ulusun –biz, kendilerine başka nedenlerle ne kadar kızarsak kızalım- “medar-ı iftiharı” olduğu bozulmayan, bozulmasına izin verilmeyen bir şehirdir. Değişir ama bozulmadan, kendisi kalarak değişir.

O yüzden, Paris’e ne zaman gelsem, bıraktığım gibi bulurum Paris’i. Bu, sanki bir dostluğun “vefa borcu”nun yerine getirildiği duygusunu verir bana.

Yine, öyle buldum. Montparnasse, aynı Montparnasse idi. La Coupole, yine tıklım tıklım doluydu. Orada yer bulamayınca, az ötedeki La Dome’a yürüdük. O da tıklım tıklımdı. İçerdekileri istiridyelerinin üzerine çökmüşlerdi. Paris, hafta içinin olağan bir gecesinde herhangi bir şehrin ancak olağanüstü günlerinde yaşayabileceği bir gastronomik şöleni yaşıyordu sanki. Halbuki o hep öyleydi. Öyle olduğu için de Paris, Paris’tir.

 

***              ***             ***

 

Avrupa Birliği? Sarkozy?

Boşverelim kendimizi kasmayı. Ben, Paris’e ilk geldiğimde De Gaulle, Cumhurbaşkanı idi. İngiltere’den gelmiştim. İngiltere, o tarihte AB (o zamanki adıyla AET) üyesi değildi. Fransa, İngiltere’nin üyeliğine engel oluyordu.

Pompidou zamanında geldim. Ondan sonraki Cumhurbaşkanı kimdi hatırlamıyorum. Onun zamanında da geldim. Hatta yaşadım. Mitterrand zamanında geldim. Chirac zamanında geldim. Sarkozy zamanında da geldim işte.

Ömrümüz yeterse, Sarkozy’den sonra da geleceğim. Muhtemelen, bugünkünden farklı bir statüdeki bir ülkenin insanı olarak. Aynı yerde geçmişe bakmak, geleceği gösterebilir.

Bunun için, bizim değişmemiz gerekiyor. Bu kesin. Değişeceğiz de.

Paris’in değişmesi gerekmez. Paris, Paris’tir.

Yazarın Tüm Yazıları