Aydınlıkevler-Kızılay arası yasaları

Cumhurbaşkanı, yasaları daha TBMM komisyonundayken inceliyor!

İnsanın gözlerinin yaşarmasına neden olacak bir durum bu.

Demek ki Cumhurbaşkanı, önce komisyonlara gelen tasarıları ve teklifleri okuyor.

Yasa tasarısı, komisyondan çıktığında bir kez daha okuyor olmalı, çünkü orada bazı değişiklikler yapılabiliyor.

En son olarak da TBMM’de kabul edilmiş halini okumak zorunda tabii ki.

Yani Cumhurbaşkanı, görev süresi tamamlandığında bütün yasaları ezberden okuyacak durumda olacak ki bir avukatlık bürosunda emeklilik günlerini rahatça geçirmesini sağlayabilir bu durum.

Yasaları bu kadar çok okuyunca da geziler, yemek sohbetleri derken kanunları imzalamak için ancak gece yarısı havaalanından Köşk’e gidene kadar olan zaman kalıyor ve o da mecburen yasaları o Aydınlıkevler-Kızılay arasındaki parkurda imzalıyor!

İmza biraz titrek çıkıyor olmalı bu durumda ama zararı yok!

Bakan Bey ücretleri yüksek buluyor!

HÜKÜMETİN İngiltere’deki finans kuruluşlarından ithal ettiği bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’de ücretlerin "yüksek" olduğunu söylemiş.

Bakan Şimşek, "Kişi başına milli gelire bölündüğünde OECD ülkeleri arasında en yüksek oran çıkıyor" diyor.

Emekli aylığı bağlama oranlarının yüzde 3’ten yüzde 2’ye indirilmesinin de gereksiz bir "gürültüye" neden olduğunu söylüyor.

Bakan Bey belli ki istatistikleri çok seviyor.

Ama unuttuğu bir şey var: "Nüfusun yüzde şu kadarı açlık sınırında" denildiğinde istatistiki bir kuru rakam olarak ifade edilen gerçek, "Ahmet Bey, eşi ve üç çocuğuyla açlık sınırında" denildiğinde bir trajediye dönüşüyor.

Benim kendisine önerim şu: Çok değil, bir altı ay iki çocuğu ve eşiyle birlikte asgari ücret harcayarak yaşamaya çalışsın. Çocuklarını okula göndersin, önlük, kitap alsın, gece aç yatmamalarını sağlasın, sağlıklı büyümeleri için beslenmelerine dikkat etsin!

Altıncı aydan sonra da "ücretler yüksek" diyebilecek mi, gerçekten merak ediyorum.

Sadece kendi batmaz sahibini de batırır

SABAH ve ATV’nin satışı için yapılan ihalenin, hükümete yakın bir grubun üzerinde kalması ve Başbakan’ın damadının da bu kuruluşta çalışıyor olması, bazı şakacı kişilikler için ilginç bir fırsat yarattı.

Sabah’ın adının bundan sonra "El Sabah" olarak değiştirileceği, satın alınan şeyin "gazete ve televizyon" değil, "gazetecik ve televizyoncuk" olduğu şeklinde espriler yağmur gibi yağıyor.

Satışa girecek grupların son anda vazgeçmeleri, satışın böyle sonuçlanmasını hükümetin istediği iddialarını da beraberinde getiriyor kaçınılmaz olarak.

Bu iddia elbette küçümsenecek bir iddia değil, ancak şunu da unutmamak gerek:

Bir kişi ya da grup, bir malı satın almak için 1 milyar 100 milyon dolar gibi bir para veriyorsa, bunu ileride çöpe dönüşecek bir mal için vermez.

Hükümetin borazanı durumundaki gazetelerin tirajları ortada. Sabah’ın da aynı duruma düşürülmesini bu nedenle beklemiyorum.

Sabah’ın yeni patronunun şunu aklından çıkarmaması gerekiyor: Gazeteleri ve televizyonu kendi ayakları üzerinde durabilecek bir yayıncılık performansı ortaya koymadığı sürece, bu iş sadece kendi batmakla kalmaz, sahibini de batırır.

32 yıllık meslek yaşamımda, başka işlerini yürütmek için medya işine girip, bütün servetini kaybeden o kadar çok örnek gördüm ki.

Hükümetler gelip geçici, medya kalıcı bir iştir.

Sabah ve ATV’nin yeni sahibinden bir basın çalışanı olarak tek talebim, medya grubunu yönetirken mesleğimizin evrensel ilkelerine bağlı kalması ve özgür basın faaliyetinin bir demokrasi için vazgeçilmez olduğunu aklından hiç çıkarmamasıdır.

Başbakanlık’tan açıklama

Sayın Mehmet Y. Yılmaz, Hürriyet Gazetesi yazarı;Bugünkü (06.12.2007) köşenizde "Sabah ve atv’nin satışı" başlıklı yazınızda, Sayın Başbakanımıza yönelik haksız ve mesnetsiz iddialar yer almıştır.

Sayın Başbakanımızın sürece müdahale ettiği şeklindeki iddianız, yazınızdan da anlaşıldığı üzere dedikodu mahiyetinde bir spekülasyondan öteye geçmemektedir.

Tümüyle gerçek dışı olan bu iddianızı reddediyor, gereken düzeltmeyi yapacağınızı umuyoruz.